Tarih: Kasım 14, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Çoksijen

 


Yazın bir arkadaşım telefonla aradı. "Neredesin?" diye sordu.

Akçay' dayım dedim. "Oooooo ne güzel. Oksijeni bol Kazdağlarındasın." dedi.

"Evet haklısın." deyip konuyu değiştirdim.

O' na oksijenin, dünyanın her yerinde aynı oranda oldğunu söylemek isterdim ama gereksiz bir konuşma olacaktı.

Bilinen en büyük yanlışlardan biri de, ne Kazdağları' nda ne de Karadeniz' de oksijenin daha fazla olduğudur. Sadece yükseklikle değişir bu oran.

Havada Nitrojen (yüzde 78), oksijen (yüzde 21) ve argon (yüzde 0.1) bulunur. Miktarları aynı yükseklikte olan bir yerden diğerine değişmediği için bunlar “sabit gazlar” olarak adlandırılır. Bir de değişken gazlar vardır. Yüzde 0.9' a denk gelir. Bunlar karbondioksit, metan, ozon, helyum, kritpon, neon, ksenon, partiküller vb' dir. Bunların oranı kendi arasında değişir.

Ayrıca hani yüksek yaylalara ya da dağ ormanlarına çıkınca daha çok oksijen olduğu söylenir ya bu da tam tersidir. Yükseklerde havadaki oksijen miktarı daha da azalır. Buralarda nefes alma güçleşir. Uzun süreli yaşayanlarda kanın eritorsit değeri de artar. Bu fizyolojik bir değişikliktir.Yüksekliğe uyum olarak bahsedilen fizyolojik mekanizmalar; hemoglobin artması, alyuvar çoğalması, hiperventilasyon, dokusal, hücresel vb. değişiklikler yükseklerde oksijen parsiyel basıncının düşüklüğünü kompanse etmeye ve dokunun oksijen ihtiyacını karşılamaya çalışır.

Ancak size bir sürprizim var. Etrafınızdaki oksijen miktarı değişmese bile, doğru nefes alıp vermeyle vücudunuzu daha fazla oksijenlendirebilrsiniz. 


Önder Güngör / 14 Kasım 2023 / Ankara Türkiye

Tamamını oku
Tarih: Kasım 13, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hayvanlar Okulu

 Dün  öğlen kızımın Matematik ööğretmeni ile dersi vardı.

Öğretmeni gelince biraz sohbet ettik. Geçen yılki öğrencilerinden biri aramış, hocam ben Eczacılığı bırakacağım gelip babamla konuşur musun demiş? Öğretmeniyle birlikte söylemek istemiş.

Öğretmen, geçen yıl ben ona çok söyledim, sen ezberleme gerektiren branşlarda mutlu olmazsın dediğini anlattı.

Maalesef ülkemizde ne istediğini bilmeyen öğrencilerle, istediği bölüm yerine sürekli ailelerin ve çevrenin zorlamasıyla istemediği fakülteleri okuyan binlerce öğrenci var. 

Ben bu tür sorunların büyük bir nedeninin ekonomi ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

Her neyse, öğretmenin öğrencisini  duyunca, çoook yıllar önce okduğum Leo Buccaglia' nın Sevgi kitabındaki bir hikaye aklıma geldi.

Alta bıraktım hikayeyi.....


Leo Bucsaglia


"Öğrenimle ilgili beni her zaman eğlendiren çok güzel küçük bir öykü vardır, öykünün adı Hayvanlar Okulu’dur. Bu öyküyü anlatmayı her zaman çok severim. Çünkü öylesine yabanıl ve gerçektir ki... Eğitimciler de yıllardır bu öyküye gülerler ama kimse bu konuda bir şey yapmaz. Öyküde bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelmiş ve bir okul kurmayı kararlaştırmışlardır. Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve bir yılanbalığı okulun Öğrenim Kurulu’nu oluştururlar. Kurulda tavşan öğrenim planında koşmanm yer almasında ısrarlıdır. Kuş da uçmanın programda bulunmasını savunur. Sincap dikine tırmanmanın ve balık ise yüzmenin planda yer almasında ısrarlıdırlar. Bütün bunlar bir araya getirilir ve öğrenim programı hazırlanır. Şimdi hepsi tüm hayvanların bu derslerin tamamına devam etmelerini isterler. Sonunda bu da olur. Tavşan koşmada A derecesini alırken ağaca tırmanma onun için gerçek bir sorun olur. Sürekli arkaya doğruyuvarlanmaktadır. Kısa sürede beyni hasara uğrar ve iyi koşamaz olur. Koşmada A derecesi alacağına bu kez C’de kalır kuşkusuz ağaca tırmanmada her zaman F notu almıştır. Kuş her zaman uçuşta çok iyi dereceler yapmaktadır, oysa toprakta tünel kazmaya gelince işleri iyi gitmez. Sürekli gagası kırılır ve kanatları kopar. Kısa süre sonra o da uçmada C notu alır. Zaten tünel açma derecesi hep F’de kalmıştır. Ayrıca ağaca dikine tırmanmada da çok kötü anlar yaşamıştır. Bu öykünün ana fikri, smıfta her şeyi yarı yarıya başaran geri zekâlı bir yılanbalığının birinci olduğu şeklindedir. Oysa, öğrenim yaptıranlar durumdan hoşnut ve mutludurlar. Çünkü herkes her derse devam etmiş, bu da geniş tabanlı öğrenim olarak adlandırılmıştır. Biz buna güler geçeriz. Oysa, gerçekte yapılan da budur. Tüm çabalarımız herkesi diğerlerine benzetmeye yöneliktir. Ve kişi kısa süre içinde yöneticileri memnun etmenin öğrenim alanında başarıyı getireceğini öğrenir."

 



Önder Güngör/ 13 Kasım 2023 / Ankara Türkiye 

Tamamını oku
Tarih: Kasım 12, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Üç yabancı bir kafada

Hani içimizde hep biriyle konuşuruz ya....

Kimileri ona ego der, kimileri super ego, kimileri ikinci ben, kimileri başka şeyler....

Yolda giderken, araba kullanırken, spor yaparken, deniz kıyısında dalgaları izlerken, parkta çimenleri okşarken...sürekli içimizdeki o küçük adamla ya da o devle sürekli konuşur dururuz.

Hiç susmaz. sürekli bize birşeyler anlatır. 



Bakın Eckhart Colle, Şimdinin Gücü kitabının önsözünde onu nasıl tanımlıyor.

"Yirmi-dokuz yaşıma girdikten kısa bir süre sonra, bir gece geç saatlerde büyük bir dehşet hissiyle uyandım. Daha önce de birçok kez böyle bir hisle uyanmıştım, ama bu kez o her zamankinden daha yoğundu. Gecenin sessizliği, karanlık odadaki eşyanın belirsiz hatları, uzaktan geçen bir trenin sesi, her şey o kadar yabancı, o kadar düşmanca ve o kadar anlamsız gelmişti ki, o anda içimde dünyaya karşı derin bir tiksinti uyanmıştı. Ancak, hepsinin içinde en tiksindirici şey benim kendi varoluşumdu. Bu mutsuzluk yüküyle yaşamaya devam etmenin anlamı ve amacı neydi? Bu sürekli mücadeleyle yaşamaya neden devam etmeliydim? O anda yok olma, var olmama özlemimin yaşamı sürdürme içgüdümden çok daha güçlü hale geldiğini hissettim."Artık kendime dayanamıyorum." Zihnimde tekrarlanıp duran düşünce buydu. Sonra birden bunun ne kadar garip bir düşünce olduğunu fark ettim. "Ben bir miyim, yoksa iki mi? Eğer ben kendime dayanamıyorsam, o halde ben iki kişi olmalıyım: 'Ben' ve dayanamadığını 'kendim'." "Belki," diye düşündüm sonra, "bunlardan sadece biri gerçektir."

Dedim ya o hiç susmaz sürekli konuşur diye..Zaten onu susturmaya çalışmak da insanın kendisine yapacağı en büyük düşmanlıklardan biridir. Hiç sebep yokken ayağınızı, kolunuzu kesmek, gözünüzü çıkarmak gibidir onu susturmaya çalışmak.

Tam tersi...onunla konuşmaya, onu dinlemeye çalışmalısınız. O zaman onu istediğiniz gibi değiştirebilir ya da size daha olumlu mesajlar vermesini sağlayabilirsiniz. Çünkü o sizi bu dünyada tetikte tutmaya çalışır. Eğer ona ulaşabilirseniz artık diğer dünyanıza da ulaşmış olursunuz. İşte o zaman o susacaktır.


Eee bir ben bir de içimde konuşan birinden bahsettik. Yazının başlığı "Üç yabancı bir kafada"....Üçüncü kişi kim...

İşte o... İçimizdeki sonsuz sevgiye, sonsuz yaratıcılığa sahip olan güç. İhtiyacımız olan....Aradığımız....Tanrısal güç.


Önder Güngör, 12 Kasım 2023 Ankara / Türkiye


Tamamını oku
Tarih: Temmuz 01, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

Demir Yüzük


Bugün size;

Depremler olur unutulur, 

Göçükler olur unutulur, 

Yangınlar olur unutulur 

Ve biz bunların hiçbirinden ders çıkarmayız ya....İşte öyle olmayan bir olaydan bahsedeceğim....

Quebec Köprüsü' nün çöküşü;

Yıl 1907.

Dört yıldır inşaatı devam eden Quebec Köprüsü çökmüş. 

 O sırada köprü inşaatında çalışmakta olan 86 işçiden 75'i enkaz altında kalmış ve ölmüş.

Köprünün yapımı aşamasında tasarım tam olarak denetlenmemiş. İnşşat başladıktan sonra tasarımla ilgili şüpheler belirmiş. Köprünün kendi ağırlığını taşıyamayacak kadar ağır olduğu anlaşılmış. 1907 yılının yaz aylarında köprü inşaat ekibi bir takım eğilmeler ve bozulmalar tespit etmiş ve bu durumu yetkililere bildimiş. Ancak 29 Ağustos 1907 de köprü 15 saniye içerisinde nehre gömülmüş ve işçiler çelik kolonların altında kalmış.

Yapılan inceleme ve soruşturmalar sonrasında köprünün yıkılmasının sebebi olarak projenin eksikliği gösterilmiş..Yani mühendiler suçlanmış.

Demir yüzük (Iron Ring);

Kanadalı mühendisler mezuniyetleri sonrasında geleneksel olarak çelik bir yüzük takıyorlarmış. Bu sıra dışı geleneğin altında yıkılan Quebec Köprüsü, 75 işçinin ölümü yatmaktaymış.. Mezuniyetleri sırasında öğrencilere diplomaları ve yüzükleri teslim edilir ve yüzükleri takılırmış.  Yüzükleri ömür boyu çıkarmamaları istenirmiş. Bu yüzüğe her baktıklarında geçmişi hatırlamaları ve yaptıkları hatalardan dolayı insanların ölebileceğini unutmamaları istenirmiş.

Yüzük fikri, Toronto Üniversitesi'nde maden mühendisliği profesörü olan HET Haultain'den gelmiş . 25 Ocak 1922'de Haultain, mühendislerin etik bir yemin etmelerini önermiş.

Çağrının metni, Haultain'in isteği üzerine İngiliz şair Rudyard Kipling tarafından yazılmıştır. Haultain, Kipling'den çağrıyı kısmen Kipling'in bir mühendise saygı duruşunda bulunan The Sons of Martha adlı şiiri nedeniyle yazmasını istedi. [7] Kipling'in çağrısı, bir mühendisin sorumluluklarını vurgulamaya çalıştı ve "bundan böyle Kötü İşçilik veya Hatalı Malzemeye maruz kalmama, geçmeme veya geçişinden haberdar olmama" sorumluluğunu onaylıyordu. [7] Kipling'in çağrısı, bir mühendisin dış baskılara rağmen işinden taviz vermemesi gerektiğini de doğruluyordu; ve mühendisler arasında mesleki birlik çağrısıydı. (Wikipedia)

Yüzüğün ilk tasarımı paslanmaz çelikten yapılmış. Rivayete göre ilk mezunlar Quebec Köprüsü' nün çelik enkazından yapılan yüzükleri takmışlar.


Yüzüğün tasarımı ile Quebec Köprüsü' nün tasarımları aşağıda.




Köprünün ilk tasarımı



eneyimli mühendislere mezuinyet töreninde takılan yüzükler. 



Törene hazırlanmak için mühendislerin akademik olarak mükemmel olmaları ve aynı zamanda önceden tanımlanmış bazı sosyal kurallara uymaları gerekiyormuş. Bu, yeni mühendisleri karşılama ve destekleme sorumluluğunu kabul etmeyi, genel olarak meslekleriyle ilgili sorumlulukların bilincinde olmayı ve yükümlülüğe (etik kurallarına) bağlı kalmayı içeriyormuş.



Sonuç olarak Kanadalı' lar yapılan hatalardan nasıl ders almaları gerektiği konusunda gerekli adımları atmışlar. Genç mühnedisler için etik kurallar belirlemişler. Bu kuralları ömür boyu unutmamaları için bunu anlamlı bir şekilde IRON RING ile sembolleştirmişler.

Bu arada etik tören için çağrı metnini hazırlayan İngiliz şair Rudyard Kipling, kuzeni olan mühendisin yaptığı iişten memnun kalmamış ve onun için yayınlanmamış bir şiir yazmış. Bu şiiiri, bir antolojist olan Kenneth Baker,  Sussex Üniversitesi Kütüphanesi'nin kasa odasındaki Kipling arşivlerine göz atarken keşfettmiş. Şiir, 1890'larda mimar Sir Herbert Baker'a ait bir defterin kenarına yazılmış.




A bir Mimardı: B onun Beyinleriydi
C onları kullandığında yarattığı Kaos'tu
D Kanalizasyonlarının Ahlaksız gidişatıydı
E onları kullanan insanların sonuydu F, G'yi
inşa etmesine izin veren Aptallardı. tuğla ve
kireç cehennemleri
H onun evleriydi, bakterilerle doluydu onları zamanında
bırakan şair benim Ön bilgiler- üzerlerine kedi sallayamazdınız M, her eve karanfil koyan Küftü N onun masraftan tasarruf etme kavramıydı O Olasılıklar tüm Tophet gibi mal olurdu P (anlam açısından lütfen ekleyin)
Q onun Miktarıydı, P Karıydı
R Suyla Dolu Sallar olan Çatılarıydı
S Sarktıkları için (S aynı zamanda Lavaboları)
T Bize taslak olduğunu söylediği Kasırgalar
U Onun Olağan Belirsiz Kokularıydı
V İntikam için yemin ettiğim İntikamdı. onun başı
W Yanlıştı ve Bekliyordu ve Haraptı
X, Kral Xerexes'tir (Tanrı biliyor ki ona ihtiyacım var!,
Y ve zevkli bir Yatağan)
Z Zymotik hastalıklar, birçoğu
Ambo benim mimarım, çoğu bende var onlardan.


Şiirin son satırındaki Ambo,  muhtemelen Kipling için kötü bir iş çıkarmış mütevazı bir mimar olan kuzeni Ambrose Pointer'ın takma adıydı.



Tamamını oku
Tarih: Haziran 19, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

İlk içkim. İyi ki içmişim.

 İlk içkiye başladığım günü hatırlıyorum. Küçükken içki sofralarında tadımlık yudumladığım içkiden bahsetmiyorum. İlk biramı alıp, gizlice içtiğim günden bahsediyorum. 1986 yılıydı. Küçükkuyu ile Göztepe arasında Mithatpaşa Caddesinden yürüdüğüm yıllardı o yıllar. O zamanlar Sahil Yolu yoktu. Mithatpaşa Caddesi' nde deniz tarafındaki apartmanların duvarlarına denizin dalgalarının vurduğu zamanlardı. Troleybüsler çalışıyordu. Konak Üçkuyular yönünde caddenin sol tarafından yürürdüm hep. Küçüklüğümden kalma alışkanlık. Sonraları hep soldan gittim. Taşı bile sol elimle attım. Küçükkuyu' dan bir iki durak sonra kayalıkların üzerine yapılmış bir park vardı. Adını hiç bilmiyorum. Bakkaldan bira alıp o parka gitmiştim. Bir birayı içtikten sonra kafam dumanlı Göztepe' ye doğru yürümüştüm. O günden sonra hep içtim. 



O ilk birayı içmeyecektim. Şaka şaka. İyi ki içmişim.

Tamamını oku
Tarih: Haziran 18, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

Yazar'ı benim



 Pazar sabahı saat 11 sıralarında D&R' da dolaşıyordum. İçeride 6-7 müşteri vardı. Reyonlarda ellerine aldıkları kitapların sayfalarını çeviriyorlardı. Yeni çıkan kitaplar bölümünden rastgele bir kitap, ben de diğer müşteriler gibi sayfalarını çevirip inceliyordum. 40' lı yaşlarında biri yanıma gelip kulağıma eğilerek,

"Elinizdeki kitabın yazarı benim. Çok beğeneceksiniz. " dedi.

"Aaaaa ciddi misiniz? Ne güzel. Kesinlikle öyledir." dedim.

Adam ağzını açmadan, çenesini büzüştürüp, gülümseyerek yanımdan uzaklaşarak başka müşterilerin yanına gitti.

Gözümle adamı takip ettim. Fırsatını bulduğum bir zamanda kitabı bırakıp, hızlıca dışarı çıktım.



Önder Güngör / Ankara / 18 Haziran 2023 Pazar



Tamamını oku
Tarih: Haziran 05, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

Şart değil! Şart!



Üniversite okumak şart mı?

Hayır şart değil. Ama sıkı durun yazımın ikinci bölümünde şart diyeceğim. Sonra yine şart değil diyeceğim.

Bir önceki yazımda 4 üniversite bitirmiş, 5. yi okumakta olan bir adamdan bahsetmiştim. Kaç üniversite okudun?

Maalesef günümüzde lise eğitimini bitirmiş her çocuk kapağı üniversiteye atma derdinde. Çocuklar öyle şartlanmış ki eğer üniversite okuyamazlarsa hayatlarının geri kalan bölümü yaşanmamış sayılacak.

Ebeveynler heyecanlı, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Çocuklar tükenmiş durumda.

Aileler, öğretmenler, okullar, dershaneler, çevredekiler , herkes ve bildiğiniz herşey,üniversite eğitiminin şart olduğunu pompalıyor.

O yüzdendir ki ülkemiz üniversite çöplüğüne dönmüş durumda. Eğitim kalitesi düşük. Mezunların büyük bir çoğunluğu işsiz. İş bulmadıkları için eğitimleri, yarım kalmış. (Ben eğitimin ilk yarısının üniversitede diğer yarısını iş hayatında öğrenildiğine inananlardanım.)

Gelelim en önemli soruya.

Herkes neden üniversite okumanın çok önemli olduğuna inanıyor?

Bu soruya bir ebeveynin vereceği altın nitelikteki yanıtla başlayalım.

İş güç sahibi olur para kazanır hayatını kurtarır.

Evet. Bir anne ve  babanın çocucğunu görmek istediği durum bu.

Bizim zamanımızda aileler çocuklarını askeri okul sınavlarına sokmak için yarışırılardı. Garanti meslek. Üstelk okul masrfaları da yoktu. İş, maaaş, kariyer, saygınlık...kaçınılmaz sondu.

Askeriye olmadı polis sınavları...

Zaten o zaman üniversite de az öğrenci de azdı.

Okulu bitiren öyle ya da bölye bir yerlerde iş bulabiliyordu.

Ancak güncel durum böyle mi?

Size bir araştırmadan bahsedeyim.

"TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin anketi, mühendislerin yaşadığı sorunları gözler önüne serdi. Araştırmada 6 aydan daha uzun süre iş arayanların oranı yüzde 64,81 olarak belirtildi. "Yüksek miktarda gereksinim fazlası öğrenci var" diyenlerin oranı ise yüzde 72,90 oldu."

Üniveristelerin birçok bölümünden ihityaç fazlası öğrenci mezun oluyor. Bu da uzun süreli işsizliği arttırıyor.

Geçenlerde bir arkadaşım,

"Bizim çocuk bir üniversiteye kapağı atsın da ne okuduğu o kadar önemli değil." dedi.

Biraz daha üsteleyince mantığını anladım.

İster kasiyerlik, ister garsonluk farketmez önce eline bir diploma alsın sonra ne yaparsa yapsın dedi.

Geldiğimiz durum bu.

Arkadaşım çok haklı. Çünkü az önce dediğim gibi, çevresindeki herkes ve herşey onu, bunun şart olduğuna inandırdı. Her öğrenci üniversiteye gitmeliydi. Çünkü hepsi ileride Cumhurbaşkanı olacak.😀

Arkadaşıma şu soruyu sordum.

"Peki üniversiteyi bitirmese, ama çok para kazanabileceği bir iş yapsa?"

O zaman üniversiteyi okumasa da olur dedi.

Yani üniversite şart değildi.

Yani ülkemizde bir çok kişi tarafından üniverstie eğitimin bir parçası olarak görülmüyor iş,kariyer ve para getirisi olarak görünüyor.


---

Hatırlarsanız 1980' li yıllarda üniversitler daha çok büyük şehirlerdeydi. Taşrada yetişmiş insanlar İstanbul' a İzmir' e gelir buralarda üniversite okurlardı. ODTÜ ayrıcalıklıydı. Asiydi. Baştan çıkarıcıydı. Boğaziçi idealdi. Hacettepe hayaldi.

Öğrenciler  bu üniversitelerde sadece derslerini öğrenmezlerdi. Sanatla tanışırlardı. Müzikle tanışırlardı. İnsanlarla tanışırlardı. Siyah ve beyaz dışında başka renklerin de olduğunu öğrenirlerdi. Büyük şehirin yaşamıyla yoğrulurlardı.Yeni bir kültür, yeni bir sosyal yaşam tarzının varlığını görürlerdi. Üniversite yıllarımda şunu derdim. Her öğrenci mutlaka üniversit okumalı. Mütlaka bir kampüs havası teneffüs etmeli derdim. Yoksa eksik kalırdı. Üniversite şarttı.


Ancak şartlar değişti. Hergün telefonumdaki bitr uygulamanın güncellenmesi gibi hayat şartları da sürekli update edildi.

Dünya globalleşti. İnternet köylerde ve şehirlerde aynı hızda.

Artık İstanbul' da ya da İzmir'de doğmuş, büyümüş bir genç üniversite okuyabilmek için Bayburt' a gidiyor. Sokak arası iki katlı binalarda üniversite okuyor. Üstelik devam zorunluluğu da yok. Yattıüı yerden üniversite bitiriyor. Kampüs yok, klüp yok, tiyatro yok, sanat yok, şenlik yok, kendi yetiştiği şehirden çok daha geri seviyedeki bir şehirde eğitim görerek üniversite mezunu oluyor.

Sonuç olarak eğer para kazanmak iş güç sahibi olmak için rastgele bir üniversite okuyorsan kendini  boşuna yoruyorsun. Üniversite şart değil.

Eğer gerçekten üniversiteli olmak için üniversite okuyorsan elini çabuk tut yakında öyle bir üniversite de kalmayacak ülkemde. Üniversite şart.

----

Meşhur bir laf vardır. 

Ne yaparsan yap en iyisini yap.

İstersen limon sat yeter ki en iyisini sat. Zengin olursun derlerdi.

Ben ortaokulda okurken Torbalı' nın nüfusu 15 bindi. Küçük bir ilçeydi.

Atatürk Meydanının yakınında Tahmisçioğulları diye bir market vardı. Kahve satarlardı. Dükkanın önünden geçerken burnunuza nefis kahve kokusu gelirdi.

İlçedeki herkes kahveyi ordan alırdı.

Kısacası kahve satarlardı.

İşlerini o kadar iyi yaptılar ki, marka oldular..

https://www.tahmisciogullari.com/ 


Ne yaparsan yap en iyisini yap.



Tamamını oku
Tarih: Haziran 03, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

Kaç üniversite okudun?



 Bir gün nöbet odasında oturuyorum. Kalabalığız.

Bir hasta yakını girdi içeriye. Özgüveni yüksek biriydi.

Raporlarını incelerken sohbet açıldı.

Başladı konuşmaya.

-Hocam ben 4 üniversite bitirdim. 44 yaşındayım şu anda 5.ünivesiteyi okuyorum.

Heyecanlı bir şekilde anlatmaya devam etti.

-Veterinerlik okudum. Ziraat mühendisliği okudum. Daha iki fakülte bitirdim. Şimdi de hukuk okuyorum diye bağıra bağıra anlatıyor.

Benimle nöbet tutan arkadaş.

- Ne güzel harika. İmrendim size, diyerek coşturdu arkadaşı.

Arkadaş anlattıkça anlatıyor.

Bir ara bana dönüp, nasıl iyi yapmışım deme hocam, dedi ve devam etti.

- 4 fakülte bitirdim. 5. bitirdikten sonra devam edeceğim. Ölünceye kadar okuyacağım.

-Şu anda hangi işi yapıyorsun? diye sordum.

Okuyorum, öğrenciyim diye cevap verdi. Ben ömrümü okumaya adadım dedi.

İmzaladığım evrağı adama verdim. Odadan çıkarken arkaya dönüp,

-Haydi kolay gelsin dedi.

Dayanamayıp,

-Senin okuduğun ve okuyacağın şeylerden hiçbir halt olmaz dedim. İyi bok yemişsin diyerek devam ettim.

Adam açmak üzere olduğu kapının kolunu elinden bırakmadan arkaya dönüp baktı.

Adam şaşkın. Odadakiler şaşkın. Ben sazı elime almışım bırakırmıyım.

-Bak arkadaş. Ben bir tek fakülte bitirdim. Tıp Fakültesi. Kura çektim mecburi hizmete gittim. Bu ülkenin insanlarına aldığım eğitimin gereği olarak hizmet ettim. Kısa askerlik süremde askerleri tedavi ettim. Bak şimdi burada senin ve birazdan içeriye girecek hastalar için çalışıyorum. Ömrümü aldığım eğitimin hakkını vermeye adadım. Sen 5 tane üniversite okudun hangi işi yaptın. Bu ülkenin insanlarına ne faydan oldu. Bencilce kendi egonu tatmin etmek için okuduğun üniversitelerin, bu devlete, bu millete, bu dünyaya, bu insanlığa hiçbir faydası olmamış deyip, sinirle odadan çıktım gittim.

Dr. Önder Güngör | Ankara | 03 Haziran 2023


Tamamını oku
Tarih: Mayıs 20, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Ne İstiyorsun?

 



Defalarca okuduğum bir kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum.

Daha varlıklı olmak istiyorsan, çoktan belli bir zenginliğe ulaşmış insanların arasına girmelisin. Eğer istediğin uzun sürecek mutlu bir beraberlikse, uyumlu ve huzurlu çiftlerle bir arada olmalısın. 

İcra etmek istediğin belli bir meslek mi var? Doktor, teknisyen ya da herhangi başka bir şey mi olmak istiyorsun? Çevrende, bu mesleği uzun zamandır icra eden insanların olmasına özen göster. 

Bir arkadaşım vardı. Villa' da yaşamak istiyordu ama onu olacak parası yoktu. İki oda bir salon ev alacak parası bile yoktu. Hafta sonları kalkar, villlaların olduğu semtlere gider, saatlerce oralarda dolaşır, yeni yapılan villlaları alacakmış gibi emlakçılara gider, onlarla ev ev gezerdi.

Birkaç yıl sonra gördüm. Bir villada oturuyordu. Nasıl aldığını sormadım.

Tamamını oku
Tarih: Mayıs 05, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Haklı olmak mı istiyorum, yoksa, mutlu olmak mı?

Haklı olmak mı istiyorum, yoksa, mutlu olmak mı? 

Bununla ilgili Ufak Şeyleri Dert Etmeyin kitabında çok güzel bir bölüm okudum ve sizinle paylaşmak istedim.



"Bırakın Çoğu Zaman Başkaları Haklı Olsun

Kendinize sormanız gereken en önemli sorulardan biri şudur: "Haklı olmak mı istiyorum, yoksa, mutlu olmak mı?" Çoğu zaman aynı anda ikisi birden mümkün değildir.

Haklı olmak ve iddialarımızı savunmak hem muazzam miktarda zihinsel enerji tüketir hem de yaşamımızdaki insanlarla aramızda mesafe yaratır. Haklı çıkma ihtiyacı, ya da, başkasının hatalı olduğunu kanıtlama arzusu, çevremizdeki insanları sürekli savunmada olmaya yönelteceği gibi, bizi de baskı altında tutar. Buna rağmen çoğumuz (arasıra ben de) kendi doğrularımızı, ya da, başkalarının yanlışlarım kabul ettirmeye çalışarak zaman ve enerji tüketiriz. Birçok insan farkında olarak, ya da, olmayarak başkalarına hatalı olduklarını kanıtlarsa, onların bunu minnetle karşılayacağını, ya da, en azından bir şeyler öğreneceklerini sanır. Bu çok yanlış bir inançtır!

Bir düşünün. Bugüne dek hiç haksız olduğunuz söylendi ve siz bunu söyleyen kişiye, "Sen haklısın; bana haksız olduğumu gösterdiğin için çok teşekkür ederim," dediniz mi?"

Ufak Şeyletr Dert Etmeyin / Dr.Richard Carlson




Tamamını oku
Tarih: Mayıs 01, 2023 Yazar: Yorum: 3 yorum

Carlos Cataneda' nın Cadıları ( Kadın Büyücüler ) ( Tensegrity Kadınları ) (Kayıp Kadınlar) (Görücüler) 1.Bölüm

 Bugünkü yazım, tarihe Carlos Castaneda' nın cadıları olarak geçmiş kadınlarla ilgili.



2003 yılında Amerika' da Ölüm Vadisi' nde yürüyüş yapan bir grup insan, Panamint Kumullları' nın kenarında, sonradan bir kadına ait olduğu anlaşılan iskelet kalıntıları buldular. Kalıntının kafatası yoktu. Hayvanlar tarafından parçalandığı düşünülen iskelette pembe koşu giysilerine ait kalıntılar ve cebinde bir bıçak vardı. 5 yıl önce 1998 yılında, aynı bölge yakınlarında terk edilmiş bir araba bulunmuştu. Araba kırmızı bir Ford Escort 'tu ve Patricia Lee Partin'e, takma adıyla Nuri (Nury) Alexander' a aitti.

Ölüm Vadisi' ndeki Panamint Kumulları: Bu fotoğrafı https://4missingwomen.com/ sitesinden aldım. Söz konusu site kayıp 4 kadını aramak için, aileleri, kardeşleri, çocukları, kuzenleri ve arkadaşları tarafından kurulmuştur.

İskeleti inceleyen yetkililer, bu kalıntıların Patricia Lee Partin'e ait olduğunu tespit ettiler. Zaten el konulan araba ve ceset hemen birbiriyle ilişkilendirilmişti. Geriye kanıtlamak kalıyordu. DNA testiyle onaylamaları 3 yıl sürdü. 2006 yılında DNA sonucuna göre, bulunan iskelet, Carlos Cataneda' nın kayıp cadıları olarak adlandırılan kadınlardan biri olan Patricia Lee Partin' e ait olduğu resmiyet kazandı.

Foto: https://twooutliers.com/how-to-backpack-panamint-sand-dunes-death-valley/

Peki kimdi bu  kayıp kadınlar?

Niye bulunamadılar?

Eğer bir hikayenin içinde Carlos Castaneda varsa birçok takma ad ve birçok takma ünvan da bu hikayededir.

Tasiha Abelar, (Gerçek adı: Maryann Simko) (Anna Marie Carter kullandığı takma adlardan biri)

Florinda Donner, Grau (Regina Margarita Thal)

Dee Ahn Alvers (Kylie Lundahl)

Amalia Marquez (Talia Bey)

Nuri/Nury Alexander (Patricia Lee Partin)

Bu kadınların hepsi Carlos Castaneda' nın 27 Nisan 1998' de karaciğer kanserinden ölmesinden hemen sonra ortadan kayboldular. Lee Partin' in ki, biraz farklıydı. Diğerleri Castaneda' nın hemen ölümünden sonra kayboldular, Lee Partin ise diğer kadınların kaybalomasını takip eden günlerde ortadan kayboldu.

Carlos Castaneda, Time Dergisi Kapağı / 5 Mart 1973


Times Dergisi'ne 5 Mart 1973 'de kapak olan Carlos Castaneda ""yeni çağın vaftiz babası" olarak tanımlanmıştı. UCLA Üniversitesi' nde  "antropolog" olan Castaneda, takipçileri tarafından "yeni nagual" olarak adlandırılmaktaydı. Bir çok yazar ve eleştirmen tarafından filozof, neonatal şaman, newage yazarı ve benzeri lakaplarla tanıımlanmıştı. 

Florinda Donner-Grau,  "Rüyacı" kitabında Carlos Castaneda için "Joe Cortez", "Nagual", "Isidora Baltazar" ve "Charlie Spider" isimlerini kullanmıştı.

Bay Flores dalgınlığımı bozarak,
“Sadece tek ismim olmasının nedeni,” dedi, “benim bir nagual olmamam.”
“Nagual da nedir?”
“Ah, açıklanması korkunç zor bir şey bu.” Dostça gülümsedi.
“Sadece Mariano Aureliano ve Isidoro Baltazar açıkla yabilir bunu.”
“Isidoro Baltazar da kim?”
“Isidoro Baltazar yeni nagualdır.”
“Daha fazla anlatmayın lütfen,” dedim huysuzlanarak. Elimi alnıma koyarak tekrar kanepeye oturdum. “Kafamı karıştırıyorsunuz Bay Flores ve ben hâlâ kendimi toparlamış değilim.” Ona yalvarır gibi bakarak, “Carlos nerede?” diye sordum.



“Neden kendine Charlie Spider diyor?” diye sordum merakla.
“Farklı durumlar için farklı isimler,” diye cevap verdi Bay Flores, sanki ezbere bir slogan söylüyormuş gibi.
 “Bütün bunları sana açıklaması gereken kişi Mariano Aureliano'dur.”
“Mariano Aureliano'nun ismi de Juan Matus mu?” Bay Flores başını olumlu anlamda salladı,
“Kesinlikle öyle,” kocaman, neşeli bir gülümsemeyle.
“Onun da farklı durumlar için farklı isimleri vardır.”

Carlos Castaneda kimdi?

Castaneda ile ilgili yazımı daha sonradan yayınlayacağım. Castaneda' yı ilk okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda elimden nasıl bıraktığımı, yıllar sonra tekrar nasıl okuduğumu anlatacağım. Bu yazıdaki konum Castaneda' nın cadıları. Ancak kısacew değinmek gerekirse...

Peru doğumlu olan Carlos Castaneda, 1960' ların başında Meksika' da bir otobüs durağında Don Juan adında bir Yaquei Kızılderilisi' yle tanıştığı ve sonrasında yaklaşık 10 yıl boyunca kendisinden çıraklık eğitimi aldığını iddia ettiği deneyimlerini 1968 yılında "Don Juan Öğretileri" adlı kitapta yayınlamıştı. Castaneda o yıllarda UCLA Üniversitresi' nde yüksek lisans öğrencisiydi. Kitap çok büyük bir yankı uyandırmıştı. Bu sayde Castaneda doktora ünvanı almıştı. Ta ki söz konusu kitapta geçen Don Juan' ın hiç var olmadığı, kitabın uydurma bir hikaye olduğu kanıtlanana kadar. Daha sonra 8 kitap daha yazan Castaneda' ya olan ilgi hiç azalmadı. Hatta bazı kitapevleri halen daha kitaplarını kurgu olmayan olarak sınıflandırmaktadır.

Carlos Castaneda, Öğrencilik Yılları / UCLA


Gelelim Cadılara ne olduğuna?

Her ne kadar Türkçe çevirisi cadı olsa da, bu kadınlara ait tanımlamayı bizim anladığımız cadı kavramından farklı bir anlamda kullanmak gerek. Büyücü desek, o da sanki kazanda kedi tırnağı, yılan kuyruğu, kurbağa ayağı kaynatan büyücülere benzetileceğinden bu kelime de tam anlamıyla bu kadınları tanımlamıyor. 

Bazı kaynaklarda "Tensegrity Kadınları" olarak adlandırlıyorlar.

Ben ise onlara "Castaneda'nın Kayıp Kadınları" demek istiyorum.

Büyücü kelimesi yerine ise "Görücü" kelimesinin daha iyi bir tanımlama olduğunu düşünüyorum.

Taisha Abelar, Carlos Castaneda ile tanıştığında 19 yaşındaydı ve UCLA Ünivsersitesi' nde antropoloji okuyordu. Cadtaneda' nın çevresindeki bu kadınlar, hem sıkı bir takipçisi hem de sevgilileri olarak biliniyordu. Diğer cadılarla birlikte Castaneda' nın Westwood' daki evinde hep birlikte yaşadılar. Tasiha, Türkçe' ye "Büyü Geçişleri" (The sorcerers' crossing) olarak çevrilen kitabında Meksika' da Don Juan' ın da bulunduğu bir evde 1 yıl boyunca yaşadığını ve öğretileri konusunda eğitim aldığını iddia etmişti.

Taisha, Don Juan grubunun "İz Sürücüler" olarak adlandırılan büyücülerindendi. Florinda Donner ise "Rüya Görücüler" grubundandı. İz sürücüler grubu, "Abelar" soyadını, rüya görücüler ise "Grau" soyadını kullanıyorlardı. 

Maryann Simko, adını Taisha Abelar olarak,  Regina Margarita Thal ise adını Florinda Donner Grau olarak  değiştirmişlerdi. Bu değişiklik Castaneda' nın Westwood' daki evinde yerleşmesinden hemen sonraydı. (1973) Ancak Taisha Büyü Geçişleri kitabını 1992 yılında yayımlamıştı. Kitabındaki olaylar henüz Castaneda ile tanışmadan öncesine aitti ve kitapta "Taisha" adını kullanıyordu. Bu kitabı defalarca okudum. Belki birçok kez daha okuyacağım.

Benim için kitaptaki en ilginç iki konu, "Özetleme" ve Clara' nın Taisha' ya tekrarlaması için öğrettiği "Hareketler" di. Özetleme ve hareketler (daha sonradan Tensegrity olarak adlandırılmıştır.) bir büyücünün içsel enerjiyi toplayabilmesi için gerekli olan kadim tekniklerdi.

Taisha kendisiyle yapılan bir röportajda "Özetleme" yi şu şekilde tanımlamıştır.

Özetleme kişisel yansımayı, başka deyişle kişinin geçmişi ve insanlarla olan ilişkileri çerçevesinde yarattığı ve hayatı boyunca sürdürdüğü, kendini ne olarak gördüğünü belirleyen kişilik imajını silmek için geliştirilmiş bir tekniktir. Ve kişisel yansıma sadece bir fikirden ibaret değildir. Yansıma diyorum, fakat enerjik bir yansıma. Bir kişi diğer insanlarla etkileşimde bulunduğunda bir erk değiş tokuşu meydana gelir. Bu erkenin çoğu kaybolur ya da bir yerlerde kalır. Kaygılar ve derinden hissedilen duygular vasıtasıyla dünyada ve insanlarda bırakılır.

Büyücünün stratejisi işte bu dağılan erkeyi geri kazanmaktır, böylece geçmişte bıraktığınız bütün erkeye şimdi yeniden sahip olursunuz. Neden erkinizi sizi kişisel yansımanıza mıhlayan acayip bir geçmişte yüzergezer halde bırakasınız ki? Tek yapacağınız sessiz, sakin ve yalnız kalabileceğin bir yerde oturmak; tercihen dolap, büyük bir kutu, hatta duş kabini bile olabilir, çünkü kapalı bir alana gereksinim vardır –büyücüler kendi özetleme kutularını kullanırlar, kendilerini gömerler ya da mağaralarda otururlardı. Ben kendi özetlememe küçük bir mağarada başladım-, burada amaç erke bedeni kapalı bir yerde tutarak ışıltılı çift üzerinde baskı oluşturmaktır.

Taisha, Castaneda' nın ölümünden bir gün sonra diğer kadınlarla birlikte ortadan kayboldu. Kendisinden hiç haber alınamadı. 

Kitabında, Clara ile yaşadığı bir diyalogta; (https://www.ondergungor.com/2023/03/baska-nasl-olebiliriz-ki.html)

Clara doğumdan önce, insanın zorlandığı ikiciliğinin var olmadığını, ama doğumdan başlayarak, iki parçanın insanoğlunun istencinin çekmesi tarafından ayrıldığını söyledi. Bir parça dışa doğru döner ve fiziksel beden olur; diğeri, içeri döner ve çift olur. Ölümde ağır olan parça, beden, onun tarafından içine alınmak için toprağa döner ve. Hafif parça, çift, özgür kalır. Ama yazık ki, çift hiçbir zaman mükemmelleştirilmediğinden, özgürlüğü, evrenin içine dağılmadan önce, yalnızca bir an için deneyimler. 

Clara, “Eğer yanlış beden ve zihin ikiciliğimizi silmeden ölürsek, alışılmış bir biçimde ölürüz,” dedi. 

“Başka nasıl ölebiliriz ki?” 

Clara bir kaşını kaldırarak bana baktı. Sorumu yanıtlamak yerine, güvenli bir ses tonuyla dönüşüm yasayabileceğimiz olasılığından haberimiz olmadığı için öldüğümüzü açıkladı. Bu dönüşümün bu yaşam süresi içinde başarılması gerektiğini ve bu görevde başarılı olmanın bir insanın sahip olabileceği tek gerçek amaç olduğunu vurguladı. Bütün diğer başarılar geçiciydi, çünkü ölüm hepsini hiçbir şeyliğe dönüştürüyordu.

Büyü Geçişleri / Taisha Abelar

Clara, Tasiha'ya ölümü böyle anlatmaktadır.

Kimbilir belki de Clara' nın dediği şekilde ölmüştür.

Belki de bazı tarikatlarda görüldüğü gibi intihar etmiştir. Onu intihara sürükleyecek bir neden de bulunmaktadır. Carlos Castaneda "Yeni Nagual" dı. O hastalanamaz ve diğerleri gibi ölemezdi. Ancak doğal nedenlerle, karaciğer kanserinden ölmüştü. Öğretisi çökmüştü. 

Gerçi Alexander Blair-Ewart' ın Taisha ile yaptığı bir röportajda, Taisha Castaneda' dan "üç bölmeli nagual" olarak bahsetmekteydi.

Hepsinden önce, bir sebep şu ki Carlos Castaneda, Florinda Donner, Carol Tiggs ve ben, don Juan’ın hattının sonuncularıyız, o silsilenin sonuncusuydu, hattın bitişi. Bunu zamanında bilmiyorlardı ve bizi eğitiyorlardı –Ben don Juan’ın dünyasına çok genç yaşta girdim, yetişkinliğe yeni adım atarken.

Yetişkin hayatım önce don Juan, daha sonra da Carlos Castaneda ile birlikte geçti.-, Castaneda’nın yeni Nagual olacağını bilmiyorlardı. Yeni Nagual, belirlenmiş olan kurala göre kendi topluluğuna sahip olacaktı ve belli sayıda rüyacı ve iz sürücüden oluşan bir grup kuracaktı. Böylece bizi rüya görme, iz sürücülük ve kullandıkları diğer tekniklerde eğittiler, bunları bize devrettiler. Fakat birden Carlos Castaneda’nın dört bölmeli bir Nagual olmadığı ortaya çıktı.

Bir Nagual, dört enerji bölmesinden oluşur, bu erke bedeninin biçimiyle ilgili bir meseledir. O, üç parçalı Nagual’dı; bu onun görevinin farklı olduğu anlamına geliyordu. En büyük farklılıklardan biri de şuydu ki, Nagual kadın genellikle önceki Nagual’ın grubuyla birlikte gider; fakat Carol Tiggs don Juan’la birlikte gitmesine rağmen günün birinde geri döndü. Nagual Carlos’un niyeti, ya da Florinda Donner’inki ve benimki, onu bu gerçekliğe geri getirdi. Başka bir deyişle birleşim noktası geri kaydı, ve şimdi o bizimle birlikte. Bu durum ne Don Juan’ın silsilesindeki görücüler, ne de bütün bir Nagual kuşağı içinde kesinlikle duyulmamış bir şey. Böylece o geri geldi ve deneyimlerimiz hakkında yazmak, onları aktarmak için gereken enerjiyi verdi bize.

Alexander: Yani Carol Tiggs geri döndü ama aslında beklenilen don Juan Matus ile gitmesiydi...

Tashia: ...ve gitti zaten. Onlar giderken Carol’u da yanlarına aldılar.

Ayrıca bu röportajda Taisha ne yaptıklarını çok açıklayıcı bir şekilde anlatıyordu.

Birleşim noktasını kaydırmak için rüya görme tekniklerine yoğunlaşan eski büyücülerin başlıca tuzaklarından biridir; fakat onlar bunu dengelemek için iz sürücü’nün yöntemine sahip değillerdi. Bu bir denge sorunudur, çünkü temkinli ve kontrollü olmadığınız sürece birleşim noktasını hareket ettirmenin anlamı nedir ki?

Hareket ettirirsiniz, gittiğiniz dünyalarda kaybolursunuz ve asla tekrar bu düzleme geri dönemezsiniz, bizim bu noktada yaptığımız tam da budur. Başka dünyalara gidiyoruz, fakat aynı zamanda ileri geri kayarak bu gerçekliğe dönebiliyoruz, bu kontrole sahibiz...

 

Aslında Taisha Abelar' ın Büyü Geçişlerini kitabını ilk okuyuşum, Tim Robbins' in Parfümün Dansı kitabından sonra olmuştu. Çok etkilenmiş daha sonra defalarca okumuştum. Daha sonrasında Florinda Donner' ınki ve tekrar Castaneda....

Eğer tinsel bir arayıştaysanız, bu tür kitapların sizde iz bırakmaması mümkün değildir. Cennet ve cehnnem olgusundan arındırılmış bir öğreti belki de Castaneda' nın niye bu kadar takipçi topladığının gerçek açıklamasıdır. 


Bir sonraki yazım Florinda Donner Grau

 



Tamamını oku
Tarih: Nisan 21, 2023 Yazar: Yorum: 2 yorum

7 Eylül İlkokulu

 İlkokulu İzmir Torbalı(Tepeköy) 7 Eylül İlkokulu' nda okudum. O zamanlar Torbalı' da 3 tane ilkokul vardı. 7 Eylül İlkokulu, Kazım Paşa İlkokulu, Cengiz Topel İlkokulu



7 Eylül, Torbalı' nın kurtuluş günüydü.

Cengiz Topel, Kıbrıs Barış Hareketı' nda ilk şehit düşen askerimizdi.

Kazım Paşa, (daha sonradan Dirik soyadını alan Kazım Paşa' dan bahsediyorum. o dönemlerde Kazım Paşa çoktu 😀)

...

Teneffüslerde, bahçede deli gibi koşar kan ter içinde derse girerdik.

Yine böyle deli gibi oynadığımız bir zamanda, birkaç gün üst üste,derse girerken cebimde naylona sarılmış, okul önünde satılan, benim de çok sevdiğim uzun şekerlerden bulmuştum. Neredeyse 3 dört gün, öğlen teneffüsünden derse girerken hep siyah önlüğümün cebinde bu şekerlerden vardı. 

Yine bir öğlen dışarıda oynarken gizlice bir arkadaşımın arkamdan gelip, usulca, cebime bu şekeri koyduğunu gördüm. O zamanki 3 kuruşluk harçlığı ile aldığı bu şekeri kendi yemek yerine benim çok sevdiğimi bildiği için her öğlen gizlice cebime koyan arkadaşım her nerdeysen her ne yapıyorsan, en güzelini en iyisini yapıyorsundur...

İnşallah her şey istediğin gibidir.


Önder Güngör, Ankara 21 Nisan 2023 Bayram sabahı



Tamamını oku
Tarih: Mart 25, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Başka nasıl ölebiliriz ki?

"Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir."

 Albert Einstein 

Resim alıntısı: https://www.peramuzesi.org.tr/film/beden-ve-ruh/1309/226 



Sabah sabah ölümden bahsetmiyorum. Bu satırları Armada AVM'den yazıyorum.

İnsanoğlunun farkındalığının öneminden bahsetmek istiyorum.

Bunu da aşağıdaki bir kitap alıntısıyla yapmak isityorum.


Clara doğumdan önce, insanın zorlandığı ikiciliğinin var olmadığını, ama doğumdan başlayarak, iki parçanın insanoğlunun istencinin çekmesi tarafından ayrıldığını söyledi. Bir parça dışa doğru döner ve fiziksel beden olur; diğeri, içeri döner ve çift olur. Ölümde ağır olan parça, beden, onun tarafından içine alınmak için toprağa döner ve. Hafif parça, çift, özgür kalır. Ama yazık ki, çift hiçbir zaman mükemmelleştirilmediğinden, özgürlüğü, evrenin içine dağılmadan önce, yalnızca bir an için deneyimler. 

Clara, “Eğer yanlış beden ve zihin ikiciliğimizi silmeden ölürsek, alışılmış bir biçimde ölürüz,” dedi. 

“Başka nasıl ölebiliriz ki?” 

Clara bir kaşını kaldırarak bana baktı. Sorumu yanıtlamak yerine, güvenli bir ses tonuyla dönüşüm yasayabileceğimiz olasılığından haberimiz olmadığı için öldüğümüzü açıkladı. Bu dönüşümün bu yaşam süresi içinde başarılması gerektiğini ve bu görevde başarılı olmanın bir insanın sahip olabileceği tek gerçek amaç olduğunu vurguladı. Bütün diğer başarılar geçiciydi, çünkü ölüm hepsini hiçbir şeyliğe dönüştürüyordu.

Büyü Geçişleri / Taisha Abelar

Çünkü ölüm hepsini hiçbir şeyliğe dönüştürüyordu.





Tamamını oku
Tarih: Mart 05, 2023 Yazar: Yorum: 0 yorum

Kaçıp kurtulamıyorsun.

 Yıllar önce Ege kıyısında güzel bir yazlık almıştık. Bu yeri almak için neredeyse bütün Ege sahillerini dolaşmış, yukarıdan aşağıya gezmiştik. En sonunda gönlümüze uyan bir yer bulabilmiştik.Yazlık büyük bir sitenin içinde villa tarzıydı. Siteyi yapan müteahhit beklenmedik şekilde gözü tok bir insandı. Arazinin her tarafını kıç kıça villalarla doldurmak yerine, güzel bir proje yapmıştı. Villalar arası mesafe oldukça uzak ve yaşam alanları devasa büyüklükteydi. Kocaman bahçeler ortak kullanım alanıydı. Yürüme yolları, ağaçlık alanlar, parklar, sosyal tesis ve havuzdan oluşan muhteşem bir siteydi. Komşularımız oldukça modern, aydın insanlardı. Tam anlamıyla yaşanılacak bir siteydi.

Görsel Avustralya'dan


İlk yıllarda sitedeki villaların neredeyse yarısı boştu. Satılmayı bekliyordu. Yerleşik konumdaki bizler küçük bir yönetim oluşturup, kendi aramızda aidatlar toplayarak, sitenin ışıklandırması, temizliği, bahçıvan işleri,diğer giderler vb.. işleri yapıyorduk. Herkes elinden geldiğince yardım ediyor, saygı ve sevgi içerisinde tatillerimizi geçiriyorduk. 

Havuz kenarına kitap okuyup, yüzüyor, arada sırada plaja gidip tekrar havuz kenarında toplanıyorduk. Sabahları herkes yürüyüş yapıyor, kahvaltı sonrası sosyal tesiste kahvelerimizi içiyorduk.

Görsel Amerika'da bir evden


Akşamları ışıklandırılmış havuzun yanında biralarımızı yudumlayıp, kahkahalar içinde sohbet ediyorduk. Sanki beş yıldızlı bir otelde tatil yapıyor gibiydik. Evet bu benzetmeyi beğendim. Mini Resort Otel

Bir kaç yıl sonra diğer boş villalar da satıldı. Her yer doldu. Yeni gelen komşularımızdan bir kaçı gelip, daha büyük bir yönetim oluşturmamız gerektiğini, aidatların arttırılması gerektiğini, yapılacak çok iş olduğunu söylediler. Hatta Belediye Başkanını tanıdıklarını, kendileri yönetimde olurlarsa, bazı işler için Belediye' den söz aldıklarını söylediler. Belediye Başkanı siz bir yönetime geçin ben size elimden ne geliyorsa her türlü yardımı yaparım demiş. Eski komşularımızdan bazılarını da bu konuda ikna ettiler. Genel Kurul toplandı. İkna olan eski komşularımız  ve yeni komşularımızın oylarıyla Yönetim Kurulu' na bu arkadaşlar seçildi. Genel Kurul' dan çok büyük yetkiler aldılar.

Ve her şey böyle başladı.

Yeni Site Yönetimi hemen işe koyuldu. Şirin yürüme yollarımızı dar bulduğu için iki kat genişleterek beton döktüler. Bunun için yol kenarındaki ağaç ve çiçekleri söktüler. 

Deniz görünmediği gerekçesiyle sitenin önündeki parkın tüm ağaçlarını kestiler. Boşalan bu alana yeni villalar yapma kararı aldılar. Ne kadar itiraz ettiysek bizi dinlemediler. Bir kış dönüşü geldiğimizde artık yeni villalarımız vardı. Bu villalar Site nin malıydı ama onları kiraya verdiler. Tanımadığımızı bir çok insan gelip gitmeye başladı. Sosyal Tesisi tadilat yapıp mescid yaptılar. Yahu ne gerek var herkes evinde namaz kılabilir desek de ihtiyaç olduğunu söyleyip herkesin sesini kıstılar. Sitenin önündeki plajı Belediye' den kiralayıp, derme çatma binalar yaptılar. 

Bir sonraki Gelen Kurul' da kiracıların da oylarıyla yeniden seçildiler.

Aldıkları bir kararla villa bahçelerinde yemek yemeyi, içki sofrası kurmayı yasakladılar. Mangal yapmak da yasaklanmıştı. Herkes yemeğini evinin içinde yiyecekti. Yürüyüş yollarında şortla yürümeyi de yasakladılar. Uzun eşofman giyme şartı getirdiler. Site havuzu güvensiz olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

Alıntı Görsel: https://www.turkiyeturizm.com/afroditin-tilsimi-edremitte-1-44634h.htm 

Yıllar içerisinde bu zorbalıklara dayanamayan bazı komşularımız evlerini satıp gitti.

En sonunda biz de dayanamayıp bir Eylül sabahı evimiz satıp, kaçı kurtulduk.

Ancak...

Kışlı evimize gelip televizyondan haberleri açtığımızda hiç bir şeyden kaçıp kurtulamadığımızı gördük.

Mart 2023 Ankara




Tamamını oku
Tarih: Şubat 25, 2023 Yazar: Yorum: 1 yorum

Arabanın ampulü



2018 yıllarında... 

Birkaç yıldır yaz kış lastiklerimi aynı lastikcide değiştiriyordum.

Çalışanların "hacı amca "müşterilerinde "hacı" dedikleri adam sahibiydi.

Aslında adamı hiç sevmezdim, tipini görseniz siz de sevmezdiniz. At hırsızı tipliydi.

Bir pazar sabahı bu lastikcide sıra bekliyordum.

Hacı, çalışanlarına bağırıp, sürekli talimatlar veriyordu. 

O arabayı alın, bu arabayı çıkarın vb...

Adamın biri arabasını hızlıca hepimizin önüne park edip,  yavaşça indi.

Hacı, adama "Buyur abi lastik mi?" diye sordu.

Adam "Hayır beyefendi. Sağ farın lambası patlamış değiştirebilir misiniz?" diye sordu.

Hacı oturduğu demir sandalyesinden kalkıp, "Halledeyim." dedi.

Arabanın kaputnu açıp ampulü çıkardı. Havaya doğru kaldırıp şöyle bir baktıktan sonra ukala bir tavırla,

"Abi sana ampulün adisini takmışlar bunlar çakma, istersen sana aynısını takayaım ama bir hafta dayanmaz. Yazık olur parana. Orijinali de var bende iki katı fiyat bence onu takalım." dedi.

Adam ses çıkarmadan "Tamam olur. "dedi

Hacı elinde ampül yenisini almak için dükkana girdi.

Adam usulca yanıma yaklaşıp.

"Adi herif geçen hafta bu ampülü o takmıştı orjinal diye.."

----

Sonuç olarak sorunumuz AHLAKLI OLMAMAK!

İster hacı, ister hoca, ister doktor, ister lastikci, ister mütaahit istersen de başka birşey ol.

AHLAK olmadıktan sonra...

Ampulde patlar, binalarda yıkılır.

Ankara / 25 Şubat 2023


Tamamını oku