Tarih: Ocak 17, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Gökyüzü Boyacısı

Bugün 17 Ocak 2021

Sabah yine 07.30 gibi kalktım.

Twitter ve gazetelere göz attım:

Fenerbahçe Mesut Özil’ i transfer etmiş.

BİST’ te yerli yatırımcı sayısı 2 milyonu aşmış.

Uzun süren bir kuraklıktan sonra İstanbul’ a nihayet kar yağmış. Bu hafta başında da Ankara’ ya yağmıştı.

Aşılananların sayısı -durun bir bakıp geleyim siteye- 682.301 olmuş. İleride kim bilir neler konuşacağız bu konuda. Bu arada dün vaka sayısı 7550 ‘ydi.

Bu hafta whatsapp konuşulmuştu. Whatsapp’ı silelim mi? Silmeyelim mi? Yine onunla ilgili haberler var.

Gerede bıraktığımız 2020 yılı, 2016 yılında olduğu gibi yeryüzünde ölçülen en sıcak yeryüzü ısısı olmuş.



Ve yine kadın cinayetleri haberleri. Her gün yeni haberler. Haber olmayanlarda var. Sessizce gömülenler.

Haberleri okumak insanı karamsarlaştırıyor. Bilgisayarı bırakıp masamın üzerinden bir dergi seçtim. Rastgele bir sayfa açıp, ilk okuduğum cümleleri aşağıya yazdım.

“Poliol yolu fruktoza şekeri dönüştürür, iki aşamalı bir işlemdir. Bu yol içinde glukoz sonra fruktoza oksitlenir sorbitol, indirgenir”

Şaka şaka.

Ölümünün 25.yıldönümünde

GÖKYÜZÜ BOYACISI

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Ucunda ölüm yok ya,
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten.
Güneşle gelecek ölümden.

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Ucunda ölüm yok ya,
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten.
Güneşle gelecek ölümden.

Güneşle gelmedi ölüm, bir gece yarısı öldü. 14 kasım 15 kasıma dönüyordu. Yıl 1950. Günlerden salıydı. Yaşamanın tadını çıkarıyordu bir arkadaşının evinde, birden bozuldu, düştü. Salı, çarşambaya bağlandı. Gece yarısı: Orhan Veli Kanık, 36 yaşında öldü. Salı ya da Çarşamba, ölümde bir önemi var mı gün adlarının? Bir yerde, yaşamanın ayrıntılarını bir ay gün bilgisi gibi yansıtan bir ozanı anarken var. Orhan Veli, “Bir mısraın mahremiyetiyle” girdiği şiir işçiliğine ilk lise sıralarında başlar, 1936 yılında Varlık Dergisi’ nde yayınlanır şiirleri. 1937’ de yazılmış bir şiirinden ayrıntılara girebilir. “Oktay’ a Mektuplar’dır bu şiirin adı. Üç bölümdür. Birinci bölüm Ankara 8.12.37 saat 21. İkinci bölüm 10.12.37 saat 14.30. Üçüncü bölüm 1.1.38 saat 10.- . Kentler, günler, aylar ve saatler önemlidir şiire yaşamayı, sokağı sokan bir ozan için. Orhan Veli için gündelik yaşantısının kişisel takvimini şiirle saptamıştır diyebiliriz. Bu saptama işinde Türkçeyi bir fotoğraf makinası gibi kullanır. En çok Ankara ve İstanbul günlerini çeker. İlk şiirlerinde bile bir çocukluk fotoğrafçısı gibi Ankara’da Etlik bağlarından bir hatmi çiçeğini, kayısı ağaçlarını, iğdeleri çeker, bir Rumelihisarı’ ndan erik ağacını, mürdüm ağacını ve şeftali ağacını çeker.”




Yazının bundan sonraki bölümü hoşuma gitti.

“Biz şimdi yine 1937 yılına dönelim. 8 Aralık gününe, saat 21: Cumhuriyetin gelişen başkenti, caddeler açılıyor, anıtlar dikiliyor, çarşılarda yeni giysiler, yeni ayakkabılar satılıyor, kitapçılarda yeni romanlar, yeni kitaplar sergileniyor. Anafartalar Caddesinden inerken, akşam hava kararmak üzere, bir kitapçı sergeninde Sabahattin Ali’ nin kitapları: Değirmen, Kağnı, Kuyucaklı Yusuf, Ses. İnce uzun bir adam yirmi üç yaşlarında, aşağıya, Ulus alanına doğru ilerliyor, sonra sağa sapıyor. Macar Lokantası oradadır. Batılı bir yaşama isteği, lokantalarla, çarşılarla, evlerle, gecelerle, kitapçı sergenleriyle ve şiirlerle birlikte gelecektir. Macar Lokantası’ nda göçmen bir Macar’ ın işlettiği mutfaktan Macar yemekleri sürülür masalara. Süremine göre yemişler, içkiler. Orhan Veli, Macar lokantasındadır. Saat 21 şiiri kırmızı şarap esrikliğinde mayalanır: “Kış kıyamet-Macar lokantasında yazıyorum-İlk mektubumu.-Oktaycığım.-Bu gece sana bütün sarhoşların-Selamı var.” Ceyhun Atuf Kansu /Varlık Dergisi-Aralık 1975 Sayı 819

Yazının başlığı “GÖKYÜZÜ BOYACISI” ilgimi çekti. Acaba Orhan Veli’ ye takılan bir takma ad mıydı? Ya da yazarın kendi ifadesi mi? Google’ da bu isimle arama yaptım. Birkaç yazı çıktı. Genellikle facebook grubu ve profil ismiydi çıkanlar. Hiçbirinde Orhan Veli’ den bahsetmiyordu.

Bu arada “Ankara’ dan Etlik bağlarında” diye bir cümle geçiyor. Etlik bağları.. Ne kadar nostaljik. 

Yazar Ceyhun Atuf Kansu, Sabahattin Ali’ nin kitapçı sergeninde sergilenen kitaplarından bahsederken son dönemlerde çok meşhur olan “Kürk Mantolu Madonna” dan bahsetmez. Niye? Çünkü tarih henüz 8 Aralık 1937 ‘ dir. Kürk Mantolu Madonna ilk kez 18 Aralık 1940’da bir dergide tefrika olarak yayınlanmaya başlar. 08 Şubat 1941’ de biter. Kitap olarak 1943 yılında yayımlanır. O zamanlar çok ilgi uyandırmaz. 2015 yılından sonra çok satanlar listesinde yerini almaya başlar.

Ceyhun Atuf Kansu’ nun bu yazısını çok severim. Daha önce de defalarca okumuştum. Aslında Varlık Dergisi’ ni bulabilirseniz almanızı öneririm. Çünkü günümüzde çıkan dergilere göre, yazı kalitesini çok daha yüksek olduğunu göreceksiniz. Kimseye haksızlık yapmak istemiyorum ama hislerim bu yönde.

Bir konuya daha değinmeden yazımı bitirmek istemiyorum. Ceyhun Atuf Kansu. Yazar ve şair. Aynı zamanda doktor. Ankara’ da Numune Hastanesi çocuk kliniğinde çalıştığı zamanlarda, Altındağ’da açtığı poliklinikte gecekondu çocuklarına sağlık hizmeti vermiş. Tıp eğitimi sırasında ve çocuk kliniğinde çalıştığı sıralarda çocuklar için şiir kitapları yazmış. Ankara’ da Balgat’ ın ortasından geçen caddeye ismi verilmiştir. Bu yazıyı yazdıktan 2,5 yıl sonra vefat etmiştir.

Oktay' mektuplar şiirlerinden diğer 10.12.37 saat 14.30 ve ve 1.1.38 (yılbaşı sabahı) saat 10 şiirlerini de aşağıya bırakıyorum. Bu şiirler 15.1.38'de Varlık Dergisi' nde yayımlanmıştı.

Ankara. 10. 12. 37 Saat 14.30

Şu anda dışarda yağmur yağıyor
Ve bulutlar geçiyor aynadan
Ve bugünlerde Melih'le ben
Aynı kızı seviyoruz.

Ankara. 1.1.38 Saat 10

Bir aydan beri iş arıyorum, meteliksiz.
Ne üstte var ne başta.
Onu sevmeseydim
Belki de beklemezdim
İnsanlar için öleceğim günü.




Tamamını oku
Tarih: Ocak 13, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Becoming Is Better Than Being / Oluş olmaktan iyidir.

 

Becoming Is Better Than Being.



60’lı yılların meşhur bir deyişidir. Son zamanlarda yeniden konuşulmaya başlandı.

Olmak olmaktan daha iyidir.

Oluş olmaktan iyidir.

Dönüşmek olmaktan iyidir.

"Bir şey haline gelmek, o şey olmaktan iyidir"

gibi tercümeleri var.

Ne denilmek isteniyor. Herkes bir şekilde açıklıyor, ben de kendimce birkaç örnekle açıklamaya çalışayım.

60’ lı yaşlarınızdasınız. Yolda yürürken bir arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz. Elinizde ne taşıdığınızı soruyor. Keman diye kısaca cevap verip, yolunuza gitmek istiyorsunuz. “Çocuklara mı aldın diye soruyor?” Kısık bir sesle “Hayır kendime aldım.” diyorsunuz. Arkadaşınızın suratında hafif bir sırıtış. “ Yahu bu yaştan sonra…” diye başlayan bir söz. Zaten siz konuşmanın bu şekilde gelişeceğini biliyorsunuz. Eve geliyorsunuz. Eşiniz kapıyı açıyor. ”Bu ne?” diye soruyor. Ayakkabılarınızı çıkarırken başınızı hiç kaldırmadan. “Keman” diye fısıldıyorsunuz. “Ne yapacaksın kemanı?” diyor. “Çalacağım” diyorsunuz. Eşiniz, ”Tövbe tövbe, bu yaşta mı?”

İllustratör'de yaptığım çalışmalardan biri.

Sabit bir düşünce sürekli sizi frenliyor. Bu iş için geç kaldığınızı yüzünüze çarpıyor. Öğrenmenizin zor olacağını söylüyor. Öğrenip de ne yapacaksın beste mi yapacaksın, barda mı çalacaksın diye dalga geçiliyor.

Başka bir örnek.

Çocuğunuzu baleye yazdırıyorsunuz. İlk derslerde çocuk diğer çocuklardan farklı. Hareketleri daha zor yapıyor. Üstelik tam da gösterildiği gibi yapamıyor. Bazı çocuklar doğuştan yetenekli gibi. Ancak deneyimli bir hoca size moralinizi bozmamanızı söylüyor. Bu işin yüzde doksanı çalışma yüzde onu yetenek diyor. Ancak siz birçok yerde ve hemen hemen tüm konuşmalarınızda çocuğunuzun bu konuda yeteneksiz olduğunu söylüyorsunuz. Sınırlı düşünce kalıbınıza çocuğu da dahil ediyorsunuz. Çocuğunuz gün ve gün, olduğu durumda, olmaktan öteye gidemiyor. Halbuki hoca ne demişti. Yüzde doksanı çalışmaya bağlı dememiş miydi? Siz ise çocuğu yeteneksiz olduğuna inandırdınız ve çocuk dar zihinsel kalıbı ile bu önermenizi kabul etti. Hatta bu kabulleniş sadece bale ile sınırlı kalmayacak.

Buradan bir çıkarım elde ediyoruz. Sabit zihniyetli kişiler, kişiliğin ve özelliklerin gerçekten değişemeyeceğine inanırlar. Bu bizim gibi toplumların en belirgin özellikleridir. Biz de bu konuda kalıplaşmış sözler bulunur.

Ağaç yaşken eğilir.

Yedisinde neyse yetmişinde de odur.

Gelişen zihniyete sahip olan insanlar ise, kişiliklerin ve özelliklerin sıkı bir çalışmayla zamanla değişeceğine inanırlar.

Genel bir özet geçtikten sonra son zamanların meşhur bu “Becoming Is Better Than Being.” tartışmasına ben de farklı bir şekilde katılmak istiyorum.

Aşağıdaki resim elinizin anatomisi. Elin iç ve dış kısmında kaslar bulunur. İçtekilere fleksör kaslar dıştakilere extansör kaslar denir. Parmakları ve eli fleksiyona ve extasnyiona yani içe ve dışa  hareket ettirmeye yararlar. El ve parmağın kemikleri vardır. Damar ve sinir yapısı vardır. Bu yapı hemen hemen tüm insanlarda aynıdır.

 

Gelelim hikayemize;

Çok ünlü bir ressam sergi açar. Sergi tıklım tıklım. Ressam ziyaretçilerle salonun bir köşesinde sohbet ediyor.

Küçük bir kız sergiyi geziyor. Bir tablonun önünde duruyor. Sohbet halindeki ressam göz ucuyla çocuğu fark ediyor ve sohbetine devam ediyor. Aradan saatler geçiyor ve ressam çocuğun hiç kımıldamadan aynı tabloyu incelediğini fark ediyor, yanındakilerden izin isteyip, çocuğun yanına gidiyor. Birlikte resme bakıyorlar.

İllüstrator denemelerimden


Ressam,

“Resmi beğendiniz mi küçük hanım?” diye soruyor.

Çocuk başını çevirmeden,

“Evet çok beğendim.” diyor.

“Saatlerdir bu resme bakıyorsunuz.”

Tabloda kocaman bir at resmi var.

“Evet.” Diyor küçük kız ve devam ediyor. “Atı harika çizmiş. Onu inceliyorum. Muhteşem.”

Ressam kız çocuğuna bakarak,

“İstersen sen de aynısını çizebilirsin.” diyor.

“Hayır çizemem.”

“Neden”

“Çünkü yeteneğim yok.”

“Bunu nereden biliyorsun?”

“Çünkü, geçenlerde bir at resmi çizmeyi denedim, masaya benzedi.” diyerek gülümsüyor çocuk.

Ressam,

“İyi bir başlangıç.” diyor ve kısa bir sessizlikten sonra devam ediyor. “Kaç kere at resmi çizmeyi denedin?”

Çocuk ilk kez gözünü tablodan ayırarak ressama bakıyor ve,

“İki ya da üç kez.” diyor.

Ressam dizini yere koyup küçük kızla göz göze geldikten sonra,

“Bak küçük kız. Bu tablonun ressamı benim. Bu atı çizmek için binlerce kez at resmi çizdim. (Gülerek)Hatta ilk baştakiler masaya benziyordu. Bu tablodaki at ise en son denemem.” diyor ve ekliyor. “Daha çok at çizmelisin. Defalarca. Her atın diğer attan daha güzel olacak.”

Hikaye burada bitiyor.

Gelelim anatomiye. İyi resim çizen bir arkadaşınız var ise ellerinizi yan yana getirin. Hiçbir kasınız arkadaşınızın kasından farklı değil.  Her ikinizin de elindeki kas sayısı, kemik sayısı tamamen aynı. Yani iyi bir resim çizmek elin anatomisi ile ilgili değil. Daha düzgün bir cümle kurmak gerekirse, “El becerisi” değil.



İyi gitar çalan bir arkadaşınızdan bahsedelim. Penayı tutan el ile akorlara basan parmaklar sizin elinizle ve parmaklarınızla aynı. Yani bu kişiler doğuştan yetenekli değil.

Sanatçılar ve zanaatkarların yaptıkları her şey sıkı bir çalışmanın ve iyi bir öğrenmenin eseridir.

İtirazlarınızı duyuyor gibiyim. 3-4 yaşlarında resim yapan, müzik aleti çalan, yüzen, spor yapan ve hatta satranç oynayan çocukların hikayeleri var diyorsunuz. Onlar doğuştan yetenekliler, kimse küçük yaşlarda bu işleri bu kadar iyi yapamaz diyorsunuz.

Ayna nöronlar

O zaman size biraz ayna nöronlardan bahsedeyim.

1990’lı yıllarda Parma Üniversitesinde görevli nörologlar insan beyninde ayna nöronlar olarak adlandırdıkları nöronları buldular. Dr. Giacomo Rizzolatti ve beraberindeki çalışma arkadaşları maymunlar üzerinde deney yaparken bir maymunun yaptığı eylem sırasında diğer maymunun aynı eylemi yapmamasına rağmen aynı nöronların sanki eylemi yapıyormuş gibi tepki verdiğini keşfettiler. Bu nöronların keşfi, insanlarda da bu tür nöronların olabileceği tezini doğurdu. Psikoloji, etoloji, sosyoloji ve felsefe alanlarda önemli etki yarattı. Öğrenme, taklit, taklit öğrenme, empati ve buna benzer kavramların farklı boyutlarda tartışılmasına yol açtı.

Ben burada öğrenme ya da taklit öğrenmeden bahsedeceğim.

Bir insanı izleyerek onun yaptığı işi daha kolay ve hızlı bir şekilde öğrenebiliriz. Ayna nöronların varlığı bu süreci hızlandırmaktadır.

Birkaç yıl önce okuduğum bir kitapta da bu konuyla ilgili bir bölüm vardı.

“Eğer bir konuda kabiliyetimizi geliştirmek istiyorsak, yapmamız gereken tek şey, başkalarının bu konudaki becerilerini dikkatle izleyerek, edindiğimiz bilgileri kendi tecrübe dünyamıza aktarmaktır.” Pierre Franckh/Rezonans Kanunu

 

Nereden geldik bu ayna nöronlara diyeceksiniz. Çocukluk çağında annesinin resim yapmasını, babasının gitar çalmasını ya da buna benzer herhangi bir eylemi izleyen çocuklar, ileriki yaşlarında, bu konularda diğer çocuklardan daha hızlı ve daha iyi öğrenmesinin nedenlerinden birinin bu tür bir öğrenme olduğunu düşünmekteyim. Yani bir kişinin, bir resmi sizden daha iyi yapıyor olması ya da bir müzik aletini çalmayı sizden daha hızlı öğrenmesinin arkasında yatan nedenlerden biri bu ayna nöronlar olabilir.

Bu aralar ben de ayna nöronlardan faydalanmaya başladım. Vektörel çizim öğrenmek için youtubedaki videoları izliyorum. İlk başta sadece izliyorum. Olayı tamamen zihnime kaydetmeye çalışıyorum. Sonra da videoyu kapatıp, çizime başlıyorum.

Sağlıkla, mutluluk ve şans diliyorum.

Önder Güngör/Ankara 13.01.2021

 

 

 

 

 

Tamamını oku
Tarih: Ocak 01, 2021 Yazar: Yorum: 1 yorum

2021 yapılacaklar listesi ve istekler

 

2021 yapılacaklar listesi




Eskiden android telefonlarda orijinal olarak yüklenmiş To Do List uygulamaları vardı. Bugüne kadar ne bunları, ne de bunlara benzer programları hiç kullanmadım. Markete büyük alışveriş yapmaya giderken bile liste yapmadan giderdim. Halen daha da öyle. 

Ancak bugüne kadar bu yapılacaklar listesine hep yanlış  açıdan bakmışım. Sanki, bugün yapılacaklar ya da yarın işte yapılacaklar listesi gibi kısa vadeli olarak yorumlamışım. Şimdi bu bakış açımı değiştiriyorum.

Telefonuma bu uygulamalardan birini yükledim ve 2021 yılı içerisinde yapılacaklara ait bir liste hazırladım.

Buna niye ihtiyacım var?

Genelde bloglarda ya da sosyal uygulamalarda birçok kişinin her yıl düzenli olarak bu listeleri hazırladığına tanık olmuştum ve her seferinde bana saçma, aşırı iddialı ve kandırmaca olarak gelmişti. Bazılarının yıl sonunda hayal kırıklıklarını okuyordum. Bazıları ise hedeflerine bayağı yaklaşmışlardı. Benim ise ömrüm boyunca bir yıllık bir planım hiç olmamıştı. Bir yıllığı bırakın bir haftalık bile planım olmamıştı. Tatillerimi bile son akşam satın alırdım.

Peki niye böyle bir plan yapma ihtiyacı duydum? (Yukarıdaki soruma yanıt yazmadan yenisini sordum demi)

Çünkü artık pandemi nedeniyle evlere kapandığımız bu dönemlerde, olabildiğince verimsiz bir hayat yaşamaya başladığımı fark ettim. Sanki günler 24 saat değil de 6 saate inmiş gibi. Biraz televizyon izle, sıkılınca telefona bak, sonra bilgisayarı aç, haberleri izle, karnın acıkınca yemek ye, marketten eksikleri almaya git, akşam oldu bir bira iç, ooo geç olmuş hadi uyuyalım.

Haftada birkaç gün işe uğra, iş çıkışı koşa koşa eve gel, sonra kaldığı yerden yukarıdaki döngü.

Balkona çıkardığım bisikletin lastikleri inmiş.

İnternetten siparişle aldığım kitaplarım okunmadan kitaplıktaki yerlerini almış.

Göbek. O da almış başını gidiyor.

Yıl 2021 olmuş.

Spor yok. Gezi yok. Bisiklet sürmek yok. Kitap okumak yok. Yazı yazmak yok. Plan yapmak yok. En önemlisi HAYALLER YOK!

Pekiiii. Yazılı bir plan yapsam, buna uyar mıyım? Bilmiyorum ancak durumu değiştirmek için aklıma daha iyi bir fikir gelmedi. Hem de birçok insanın bu listeleri yaptığını görünce işe yarıyordur herhalde diye de düşünmeden edemedim.

“Yazmak, kağıt üzerindeki ( ya da bilgisayar ekranı üzerindeki ) sözcükler sayesinde arzunuzu soyut bir düşünce olmaktan çıkarıp, bilfiil okuyabileceğiniz fiziksel bir forma dönüştürür.” Bob Doyle/ Power

 

O zaman haydi başlayalım.

2021 Yapılacaklar Listesi.

Öncelikle hedeflerimi yüksek tutup, sonrasında ise listeyi tamamen işe yaramaz hale getirme istemiyorum. O yüzden hedefleri düşük bir liste oluşturacağım. Hiç yoktan bu bile iyi benim için.

1.       Her ay bir kitap okunacak. Yeni kitap almak yok. Kitaplıktaki okunmamış kitaplar okunacak. Ancak bunun bir istisnası var. Eğer yeni bir kitap alıyorsam, listeye artı olarak eklenecek.

2.       Bisiklet gezilerine başlanacak. İki hafta da bir, hafta sonları Eymir’ e gidilecek ve bisiklet üstünde zaman harcanacak. Eskiden olduğu gibi bisiklet kulüplerinin gezilerine misafir olarak katılacağım.

3.       Geçen yıllarda yapmış olduğum gibi her sabah 30 dakika yoga yapılacak.

4.       Rakı 2 dubleden fazla içilmeyecek.

5.       Kanun alınacak. Pandemi izin verirse bir hoca eşliğinde kursa başlanacak.

6.       Birikim. Birikim. Birikim. Mutlaka yapılacak. Miktar önemli değil.

7.       En geç bir iki hafta içinde bu yılki “Hayal panosu” (*) nu yapacağım. Hayal panom başlığını verip ya bilgisayar ekranımda ana ekran, ya telefonumda arka plan ya da duvarımda kağıttan pano olarak yer vereceğim.

8.       Maddi yardıma ihtiyacı olan kişilere her ay düzenli yardım edeceğim.

9.       Bitki yetiştirmeye yeniden başlayacağım.(**)

 

(*) Hayal panosu: Sır kitabını hepiniz okumuşsunuzdur. Oradan bir alıntıyla ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim.

“Çekim yasasını bilen biri olarak, onu kullanmak ve neler olacağını görmek istedim. 1995 yılında. Düş Panosu (Vision Board) adını verdiğim bir pano hazırladım. Panonun üzerine, güzel bir araba, bir saat ya da düşlerimdeki ruh eşim gibi başarmak, veya kendime çekmek istediğim şeylerin resmini asıyordum. Her gün ofisimde oturup hu panoya bakıyor, oraya astıklarımı zihnimde canlandırıyordum (Visualization). O sırada kendimi gerçekten şimdiden bunları elde etmiş gibi hissediyordum. Bir gün taşınmamız gerekti ve tüm mobilyalarımızı, eşyalarımızı koyduğumuz kutularla birlikte depoya kaldırdık. Bunu izleyen beş yıl içinde ise, üç farklı yere taşındık. Sonunda, Kaliforniya'ya gelerek bu evi satın aldım. Bir yıl boyunca onarılmasını bekledikten sonra, nihayet beş yıl önceki eski evimde kalan bütün eşyalarımı buraya taşıdım. Bir sabah oğlum Keenan çalışma odama geldiğinde, beş yıl önce kapatılmış olan kutulardan biri kapının girişinde duruyordu. Oğlum, bana; "Bu kutularda ne var baba?" diye sordu. "Bunlar benim Düş Panolarım" dedim. Sonra; "Düş panosu nedir?" dedi. "Tüm hedeflerimi koyduğum yer" dedim; "Hayatımda başarmak istediğim şeylerin birer resmini bulup, onları kesiyor ve bu panoya hedeflerim olarak asıyorum" Henüz beş buçuk yaşında olduğu için ne demek istediğimi anlamadı tabii. Bunun üzerine; "Tatlım izin ver sana göstereyim; sana bunu en kolay böyle anlatabilirim" dedim. Kutuyu keserek açtım; düş panolarımdan birinin üzerinde, beş yıl önce zihnimde canlandırmış olduğum evin resmi vardı. Bizi şoke eden şey ise; şu an o evde yaşıyor olmamızdı. Benzer bir evde değil, o evde yaşıyorduk. Düşlediğim evi, aynı ev olduğunu bile fark etmeden satın almış ve onartmıştım. Eve bakıp ağlamaya başladım, dağılmıştım. Keenan; "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. "Sonunda çekim yasasının nasıl çalıştığını, zihinde canlandırmanın gücünü, okuduğum, hayatım boyunca çalıştığım her şeyi, şirketlerimi nasıl kurduğumu anladım. Evim için de çalışmış, düşlerimizdeki evi satın almış ve bunun farkına bile varmamıştım." John Assaraf

(**) Aslında yapılacaklar listeme eklemem gerekse de nasıl yapacağımı bilmediğim için listeye eklemeden burada belirtmek istediğim bir “yapmam gereken” daha var.

Doğayla olan bağlantı.

Eskiden kamplara giderdik, ya da günübirlik gezilere. Çok sık olmasa bile çadırda yatar, 3-5 gün de olsa doğada kalırdık. Son zamanlarda bir ağaçla bile yan yana gelmişliğim yok. Bundan birkaç yıl önce de, evdeki vaktimin büyük bir çoğunluğunu tohumdan bitki yetiştirmeye ayırırdım. Etraftan bulabildiğim her türlü tohumu eker ve fidanları büyütür, palazlanmış fidanları dağıtırdım. Çiçek almak yerine tohumunu alırdım. Bahçelievler’ de yürürken küçük dalcıkları koparır, köklendirir ve saksılara ekerdim. Şimdi yeniden bunları yapmak istiyorum. Evde biraz kavga çıkacak ama hadi bakalım. Deneme çalışmalarına başladım bile, şimdilik ses yok.

Tabii sadece 2021 yapılacaklar listesiyle bu yıla başlamak olmaz.

Dilekler gelsin.

2021’ de dünya sağlığına kavuşsun. Dünya iyileşsin ki insanlar da iyileşsin. Karbonlar azalsın, biyolojik çeşitlilik artsın, kutuplar erimesin, okyanuslar asitleşmesin, canlılar ölmesin, iklimler değişmesin HERKES AKLINI  BAŞINA ALSIN!

Corona hızla geldiği gibi, hızla yokolsun gitsin.

Herkes iyileşsin. Hastaneler boşalsın, umutlar yeşersin.

Sağlıkçılar tatile çıksın.

Çocuklar okullarına, arkadaşlarına kavuşsun. Parklar dolsun. Çocuk sesleri sokaklardan taşsın.

Dedeler torunlarına, çocuklarına kavuşsun.

Herkes yeniden kucaklaşsın, o güzel yanaklara öpücükler yeniden konsun. Eller ele değsin, kollar omuzlara sarılsın.

Yüzükler takılsın, damat halayları başlasın, harmandalı oynansın.

Meyhaneler dolsun taşsın. Kahkahalar neşemizi arttırsın. Çalsın sazlar oynasın insanlar.

Pastalar kesilsin, kebaplar yensin, bütün dükkanlar açılsın.

Mangallar yellensin, kaleler kurulsun.

Oteller dolsun, plajlarda iğne atsak yere düşmesin.

Uçaklar uçsun. Gemiler yüzsün.

Pedaller dönsün, motorsikletin tekerine taş değmesin.

Herkes sağlığın kavuşsun.

Sağlıklı bir yıl geçirsin.

 

Önder Güngör / Ankara / 01 Ocak 2021

 

Tamamını oku
Tarih: Aralık 29, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Zenginlik alıştırması

 Bugün sizleri alıştırma yapmaya davet ediyorum.


Zengin alıştırması yapmaya...

1988 yılıydı. ÖSYM 'de bir işim vardı. O zaman tabii ki cep telefonu ve google maps yoktu. Arkadaşlarıma ÖSYM' ye nasıl gidebileceğimi sordum. Karyağdı sokaktaydı. Biraz tarifle biraz da sora sora buldum ve işimi hallettikten sonra uzunca bir süre oralarda dolaştım. Evler ve sokaklar çok hoşuma gitmişti. Kendimi üniversiteyi bitirdikten sonra buralarda yaşarken hayal ettim.

2005 yılında Karyağdı Sokağın hemen üstündeki bir evde beş yıl boyunca oturdum.

Neyse alıştırmamıza dönelim. Öncelikle Bob Doyle' un çok sevdiğim ve defalarca okuduğum bir kitabından alıntı yapmak istiyorum.


Alıntıyı silmek zorunda kaldım. Çünkü  

https://www.telifhaklari.gov.tr/Genel-Sorular 

Bob Doyle hayalini kurduğu göl manzaralı bu eve taşınamasa da göl kenarında ve ücra bir yerde olmayan ve aile bireylerince de kabul gören buna benzer bir eve taşınmış. 

Sonuç olarak size önerim.

Oturmak istediğiniz evlere bakın, sürmek istediğiniz arabalara bakın, yaşamak istediğiniz mahallelerde dolaşın, onlara dokunun, onlarla bir arada olun. Ta ki titreşiminiz onların titreşimine çıkıncaya kadar.

Önder Güngör / Ankara / 29 Aralık 2020 / Pandemi Günleri


Tamamını oku
Tarih: Aralık 19, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Parkları kimler kirletiyor? Gürültü yapan kim? Suçluyu bulduk.

 Bir vatandaşımız bu sorunun yanıtını bulmuş. Aşağıdaki duyuruyu Metin Oktay Parkı' nın bir çok ağacına asarak da herkesi uyarmış.




Haklı mı? Evet.

Doğru mu? Ehhh..

Bazı sabahlar işe erken geldiğimde bu parkta yürüyüş yaparım. Hemen hemen her seferinde de köpeğini parka getiren insanlarla karşılaşırım. Köpeklerini gezdirirler, çiş ve kakalarını yaptırırlar. Birçoğunun elinde eldiven ve poşet bulunur. Hemen köpeğin kakasını alırlar ve poşetle çöpe atarlar. En azından benim görüp denk geldiğim olaylar bu şekildedir. Belki köpeğinin kakasını almayan insanlar da vardır ki son derece yanlış yapmaktadırlar.

Ancak olayın başka bir yönü de var. Bu parkta sahipsiz sokak köpekleri ve kedileri de bulunmakta. Özellikle kedileri sabahları köpeklerden saklanmak için çalıların içinde çoğu kez görmüşümdür. Köpüşler gittikten sonra parkın güvercinlerine pusu kurmaya çalışırlar. Saatlerce ağacın arkasından kuşları seyrederler.. Daha birinin güvercin yakaladığını da görmedim. Yakalayamazlar çünkü  kedilerin karnı tok. Niye mi tok? Özellikle pandeminin bu yasak günlerinde kafeler, restoranlar, fastfoodçular, pideciler ve diğerleri kapalı. İnsanlar aldıkları yiyecekleri en rahat parkta yiyebildikleri için ve hatta parka sipariş verdikleri için buraları yiyecek artıklarıyla dolu. Sabahları parkın bütün çöp kutuları ağzına kadar bu atıklarla doldurulmuş durumda. Hatta yürüyüş yollarına atılmış yiyecek kutuları, muhtemelen beğenilmediği için bankın üzerine bırakılmış tatlı kutuları mı deseniz ne ararsanız var. Millet yarım bıraktığı yiyecekleri; pide, pizza, pilav, döner vb.. çimenlerin üzerine serpiştirmişler ki akıllarınca kuşlar, kediler, köpekler yesinler, boşa gitmesin diye ama büyük bir kirlilik ve sağlık sorunu yarattıklarının farkında değiller. Bu atılan artık yiyecekleri yiyen parkta yaşayan kedi ve köpekler, kakalarını ve çişlerini tuvalete yapıyorlar. Evet tuvalete yapıyorlar. Nerden mi biliyorum? Çünkü duyuruyu asan vatandaş öyle yazmış. Köpeklerini gezdirenleri uyarmış. Bu arkadaşlarımızı uyarmamış. Parkta gördüğü her kaka ve pislik, köpeklerini gezdiren vatandaşlara ait demiş.

Bu devirde de hala kaldı mı diyeceğiniz cinsten görüntüler de mevcut. Bankın üstüne üç beş kişi tünemiş ve saatlerce çekirdek çitlemiş. Bankın önünde adete Everest Tepe' sini inşa etmiş.

Diğer çöplerden bahsetmiyorum bile. Her yere savrulmuş içki şişeleri, sigara izmaritleri, sigara paketleri, maskeler, gazete kağıtları, kusmuklar...

Ancak yukarıdaki duyuruyu ağaca iliştiren vatandaşımız nedense sadece köpüşlerden rahatsız olmuş. Parkı kirleteni bulmuş. Evcil hayvanlarını gezdiren ve çoğunlukla onların kakalarını ve pisliklerini toplayan hayvanseverler. Vatandaş onları uyarınca çevre kirliliğine karşı olan duyarlılığını en üst notadan göstermiş. Çekirdek çitleyene gıkını çıkaramaz o da ayrı mesele.

Demiyorum ki köpeğini gezdirenler haklı. Eğer köpeklerinin kakasını temizleyip toplamıyorlarsa çok yanlış yapıyorlar. Ancak gözlemlediğimi yukarıda da söyledim. Büyük bir çoğunluğu bu konuda çok duyarlı.

Gelelim başka bir konuya.

Malum bizimde bir köpüşümüz var. Fındık. Dünyalar güzeli kızımız. Eşimin kardeşi ile birlikte bakıyoruz. Gündüzleri bizde geceleri onda.



Dün gece köpüşü görmeye gittim. Kapıyı çaldım. Haliyle Fındık havlayarak kapıya geldi. O sırada bir hışımla karşı kapı da açıldı.

Eşimin kardeşi Fındığa sarılmış havlamasın diye.

"Sakin kızım sakin kızım." diye Fındığın başını okşuyor.

Karşı kapıdaki adam, köpekten daha fazla bağırarak.

"Bu köpek hep havlıyor. Sürekli rahatsız oluyoruz." diyor.

Eşimin kardeşi,

"Amcacım sürekli havlamıyor. Sadece kapı çalınca havlıyor. O da bir kaç kez."

Karşı kapıdaki adam,

"Dün gece hiç susmadı saat gece 11' e kadar havladı."

Eşimin kardeşi,

"Dışarıdan gelmiştir amcacım, dün ben gece ablamdaydım. Köpekte ordaydı"

Karşı kapıdaki adam,

"Dışarıdan nereden gelecek. Bizim burada köpek yok ki!" (Şu anda dışarı çıksanız sokakta 10 köpek sayarsınız Bizim burası sokak köpeğiyle meşhurdur.)

"Bugün gündüzde havladı."

"Amcacım gündüzleri köpek ablamda kalıyor. Ben 1 saat önce alıp geldim."

"Ben yalan mı söylüyorum. Bu köpeğin bir çaresine bakın."

"Tamam amcacım bakarız."

Maalesef durumlar böyle.

Apartmanlar gürültüden yıkılıyor. Sokakta inşaat makinaları, Cadde gürültüsü, Sokak hayvanlarının gürültüsü. Kendi gürültüleri. 

Yokkk.

Suçlu kapı çalınınca havlayan köpek. Burada da suçluyu bulduk.

Hayvanların her türlü yaşam alanlarını işgal ettiğimiz kalmamış gibi, şimdi de sığıntı olarak yaşadıkları evlerimizde rahat bırakmıyoruz.

Haydi hayırlısı.


Önder Güngör / Ankara 19.12.2020

Tamamını oku
Tarih: Aralık 05, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

6.yok oluş

 Netflix' de David Attenborough' un Gezegenimizden Bir yaşam adlı belgeselini izliyorum. 3.turdayım. Belki birkaç kez daha izlerim.




David Attenboruogh için ne harika bir yapıt. Muhteşem bir kariyeri taçlandırmak için güzel bir belgesel. İlham verici bir hayat öyküsü.

Gelelim belgesele...

Yok olup giden vahşi yaşam alanları,

Tahrip edilen biyolojik çeşitlilik,

Daralan yaşam alanları,

Kontrolsüz nüfus artışı,

Tükenen yeryüzü kaynakları,

ve daha birçoğu belgeselde anlatılıyor.


"Canlılar alemi eşsiz ve muhteşem bir mucizedir. Milyonlarca bitki ve hayvan türünün milyarlarca üyesi, çeşitlilik ve zenginlik bakımından, göz kamaştırıcıdır. Güneşin enerjisinden ve yeryüzünün kaynaklarından faydalanabilmek için, hep birlikte çalışırlar. Yaşamları birbirlerine destek olacak şekilde kenetlenmiş durumdadır. Biz de tamamıyla bu hassas ayarlı yaşam destek makinasına bağlıyız. Bu makinanın düzgün çalışmasıysa, biyolojik çeşitliliğe bağlıdır. Fakat maalesef biz insanların dünyadaki yaşam tarzı, biyolojik çeşitliliğin azalmasına sebep oluyor." David Attenborough

Belgeselin başında David Attenboruogh diyor ki "Bu 5.yokoluşumuz." Sonrasında ise belgesel boyunca nüfus artışı, plansız ve sorumsuzca alınan politik kararlar, ekonomik gelişme ve daha bir çok nedenden dolayı dünyadaki çeşitliliğin ve yaşam alanlarının yok edildiğini anlatıyor, dünyanın ölmek üzere olduğunu ve gelecekte bizi kap karanlık bir dünyanın beklediğini görselleştiriyor. Ve sonunda ise; sadece sorundan değil çözümden de bahsediyor.

Bu durumdan nasıl kurtulacağımızı anlatıyor.

Buraya kadar her şey güzel ama belgeselin tamamını göz önüne aldığımda çelişki burada başlıyor.

5.yokoluştan sonra 6.kez dünya canlanmış. Türler üremiş, insanlar yaşamış. Ya da başka canlılar... Bir şekilde dünya yeniden doğmuş ve yaşam gelişmiş. Yani doğal olan gerçekleşmiş. Her yok oluş yeni bir başlangıcı yaratmış. Ve bir yenisi daha olmak zorunda değil mi? Doğal olan bu değil mi? Olması gerekeni engellemeye çalışmak ya da yeni yok oluşun ve yeninde doğuşun önüne geçmeye çalışmak ne kadar doğru.




Tamamını oku
Tarih: Kasım 15, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Sanadır küsmelerim.




Günaydın diyerek başlıyorum yazıma.

Ve soruyorum.

Şu anda ne/nasıl hissediyorsunuz?

Dinlenmiş?
Yorgun?
Şaşkın?
Karmaşık duygular içinde?
Sevinçli?
Umutlu?
Karamsar?
Tükenmiş?
Gelecek kaygısı içinde?
Öfkeli?

Bu ve benzeri daha bütün hisleriniz, aslında sizin karşılaştığınız durumlara verdiğiniz tepkidir?

Şu andaki duygularınız, duruma ya da insana karşı hissettikleriniz değil, onun size hissettirdikleridir. 


Kalın sağlıcakla.

Önder Güngör / Ankara / 15 Kasım 2020

Tamamını oku
Tarih: Ekim 26, 2020 Yazar: Yorum: 1 yorum

Sami Niyet

 Ha(y)di gelin tartışalım!

İnsanlar kavga ettiklerinde barışmak için karşısındakinden güzel bir söz mü duymak ister?

Yoksa; söze gerek yok, küçük bir mimik, küçük bir gülümseme, bu da yeter mi?

Yıldız Kenter' in dediği gibi mi?

''Hatalı olduğunu anlayan bir insanın bunu telafi etme çabasını gördüğümde özür beklemem, bu bana özürden daha samimi gelir, bana sami niyet yeter.”

Bu yeterli değil mi? Kalbindeki, dudağından da dökülsün mü sizce?

Ya da insanın kulağı güzel şeyler duymak mı ister? Sevgi sözcükleri, iltifatlar, özürler, pişmanlık sözleri mi?

Ya da hiç birine gerek yok. Sami niyet yeterli mi?

Ben mi?

Üçü de olsun isterim.

Öncelikle samimi niyeti..

Sonra davranışları.

Sonra da sözleri.

Sözler önemlidir.

Sözler kalbin aynasıdır. 




Önder Güngör / Ankara


Tamamını oku
Tarih: Ekim 25, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor.

 Pazar sabahı.


Aşıyı bulma yarışları.

Evde oturun haberleri.

İki yüz yıl önce yokluk içinde yaşamış insanlar mezarlarından kalksa, varlık içindeki bu halimize acırlar. (Varlık derken kişisel zenginliği kastetmedim. Yiyeceğe ulaşım, teknoloji, hastaneler, ulaşım vb.. kastettim.)

Sonra da kişisel yolculuğumuz. Ruh olarak nereye gittiğimiz belli değil. Hani "Altın Çağ" daydık. Hani...



Tamamını oku
Tarih: Ekim 24, 2020 Yazar: Yorum: 1 yorum

Alma Verme Yasası

 Bugün 24 Ekim 2020. Sabah saatin sekiz buçuğu. Günü rakamla, saati yazıyla yazdım, bakalım hangisi gözüme daha güzel gözükecek diye denedim. Fark etmedi.

2008 yılında Amasra'da çektiğim bir görsel (Panasonic Lumix FZ50)

Sabah yataktan çıkmadan okuduğum bir kitaptan alıntı yaparak başlamak istiyorum.

"Alma ve Verme Yasası' nı uygulamanın , tüm bu dolaşım sürecine başlamanın en iyi yolu ,birileriyle bağlantı kurduğunuz her an onlara bir şey vermeye karar vermektir. Bu, maddi değeri olan bir şey olmak zorunda değildir. Bir çiçek, bir iltifat veya bir dua olabilir. Aslında vermenin en güçlü şekli maddi olmayanıdır. Yardım etmek, takdir etmek, ilgi ve sevgi göstermek verebileceğiniz en değerli hediyelerdir ve maddi olarak paha biçilemez. Biriyle karşılaştığınızda sessizce ona minnetinizi sunun; mutlu, sağlıklı, neşeli olmasını dileyin. Bu şekilde, sessizce vermek en iyisidir." Deepak Chopra/ Başarının 7 Spritüel Yasası

Yukarıdaki alıntıda iki cümleyi koyu yazdım. Alıntının geneliyle ve bu iki cümle hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.

Bu kitapta olmayan, ancak bir çok kişinin bahsettiği bir kavram(yasa) vardır. Bir' lik.

Biz bütünün bir parçasıysak; yaptığımız, söylediğimiz ve düşündüğümüz her şey Bir' i etkiler. Bir' i etkileyen her şey Biz' i de (Beni, Seni,, herkesi) etkiler. Maddi olarak verdiğim bir şeyi belki maddi olarak geri alabilirim ama maddi olmayan verdiğim bir şeyi aslında kendime vermiş olurum. O yüzden birbirimize yapacağımız ve dolayısıyla kendimize yapacağımız en güzel şey, başkaları için en güzel dileklerde bulunmak, her zaman iyiliğini istemektir.

Kalın sağlıcakla.

Önder Güngör / Ankara


Tamamını oku
Tarih: Ekim 11, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Acı gerçek gün gibi ortada.

 Acı gerçek gün gibi ortada, dünyadaki bazı şeylerin sorumlusu biziz.

Onları ve olanları sahiplenmedik. 

Örneğin balinaları sadece televizyonlardan izledik ve hayatımıza devam ettik. Onların okyanuslarda öldürülüşlerini izledik. Ama umursamadık. Çünkü bizim değiller sandık. Başkalarının bir şeyler yapmasını bekledik.

Yanan ormanları gördük. 

Kuruyan dereleri. 

Kirlenen denizleri. 

Ticari amaçla öldürülen hayvanları.

Yağmur ormanları. Çeşitliliğin olduğu ormanlar. Her türlü ağaç ve canlı çeşitliliğini içinde barındırır.


Onların dünyaya ve doğaya ait olduğunu, bizim de dünyalı ve aynı zamanda doğanın bir parçası olduğumuzu, doğal olarak da bu yaşayan her şeyin gerçek sahibi olduğumuzu anlamadık. Genlerimizdeki bu bilgiyi unuttuk.

Palm yağı elde etmek yok edilen orman. Buralara palmiye ağaçları ekilecek. Ne var ki onlarda ağaç demeyin. İhtiyacımız olan tür çeşitliliği yok edilmiş oluyor.

Akan ırmağın sahibi bizdik. 

Öldürülen balinanın.

Avlanan fillerin.

Yok edilen ormanların.

Talan edilen okyanusların.

Hepsinin sahibi bizdik ve birilerinin sahip olduğumuz şeylere yaptıklarına sessiz kaldık. 


Sağlıklı yaşayan canlı resifler.

Ölmüş resifler. Bunlar ölürse, okyanus da ölür. Karbon ememez.
Resifler niye ölüyor? Dünyanın ısınması ve okyanusların asitleşmesi sonucu ölüyorlar.


Halbuki her canlının bir sayısı, her ormanın bir sınırı var. Bunlar bittiğinde her şey bitecek.


Tamamını oku
Tarih: Temmuz 31, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Yolda olmak çekici bir düşüncedir.

 


Yolculuk
Ne var ki yolculukta
Her sefer ağlatır beni.
Ben ki yalnızım bu dünyada?
Bu sabah kızıllığında
Yola çıkarım Uzunköprü’den;
Yaylının atları şıngır mıngır;
Arabacım on dört yaşında,
Dizi dizime değer, bir tazenin,
Çarşaflı, ama hafifmeşrep;
Gönlüm şen olmalı değil ml?
Nerdee…!
Söyleyin ne var bu yolculukta?
Orhan Veli Kanık

Akçay’ dan İzmir’ e gidiyorum. İki farklı yol kullanarak gidebilirdim. İlki, Ayvalık, Dikili, Aliağa, Menemen üzerinden, diğeri ise, yeni yapılan paralı yoldan. Daha önceki bütün yolculuklarımda, tek yol olan ilk yoldan gitmiştim. Bu sefer yeni, paralı yolu tercih ettim. İlk önce Edremit Havran üzerinden Balıkesir’e gitmek oradan da yeni yola çıkmak gerekiyordu. Bir saatlik Balıkesir yolundan sonra, iki saatten daha az süren yeni yol sayesinde İzmir’e ulaştım. Yol düz, üç şeritli ve süratli. Pahalı olduğu için kullanan da az. Gideceğiniz yere en kısa zamanda ulaşıyorsunuz. Hayal kurmaya bile doğru düzgün zaman yok. Bir daha kullanır mıyım? Bilmiyorum. Bu yola bir ad verdim. Ruhsuz Yol. Yol boyunca aklımda hep eski yolculuklarım vardı. Her yol bende anılarıyla yüklüdür. Bu anıların içerisinde eşim, çocuğum, yakınlarım, hatta eski arabalarım dahi vardır. Örneğin Antalya’ ya balayına gittiğimizde -o zamanlar birçok yolun acemisiydim- otelin sapağını kaçırmıştık. Ne zaman o sapaktan geçsem aklıma o gelir. Bir seferinde motorsikletli arkadaş grubumuzla Kırka’ da kampa giderken, Polatlı’ dan sonraki Şişecam fabrikasını geçer geçmez motorsikletlerden biri arızalanmış altı saat boyunca Ankara’dan yedek parça gelmesini beklemiştik. O zamanki kamp planımızın ilk kampını yol kenarında yapmıştık. Her geçişimde yol kenarındaki o tarlaya bakarım. Eşimin cep telefonunu düşürdüğü ve otuz kilometre sonra fark edip geri döndüğümüz mola yerini her geçişimizde telefonlarımızın yerinde olup olmadığını kontrol etme refleksimiz komik gelir bana. İstanbul’a giderken tuvalette unutulan çantayı almak için elli kilometreden geri gelmişliğim vardır. O benzin istasyonundan geçerken hep aklımdadır bu anı. Kızım küçükken Susurluk’ tan sonra yaptığım sürat yüzünden arabaya kustuğu ve o kusmuğu temizlemek için durduğumuz yol kenarından geçerken, “Kızım sen küçükken arabanın içine burada kusmuştun” derim hep. Yalnız yaptığım yolculuklarda, mola yerlerinde ya da benzin istasyonlarında durmak yerine ağaçlık yol kenarlarında kısa molalar veririm. Ve hep aklımdadır oralar. Eski arabamın arızalandığı yerde…..

Yolların adları vardır bende. Antalya yolu, Heyecan Yolu’ dur. İzmir yolu Garip Yol’dur. Akçay yolu, Hüzün Yolu’ dur.

Yollar anılarla yüklüdür. Yollar hüzündür. Yollar Aşktır. Yollar Sevgidir. Anıdır.

Ya yolculuk! Mistik bir olaydır. Yol da bu mistikliğin başlangıcıdır. Yolculuk mistik olay, yolcu mistik kişidir. Yol tekamüldür, yolcu olgunlaşır. Çıktığı yolculuktan döndüğünde eski kişi değildir o.
Bir Yolculuktu  
Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda
Ulaşmak istediğim kendimdi
…….
Ataol Behramoğlu
O yüzden yeni paralı yola Ruhsuz Yol dedim. Her viraj eskisini andırıyordu. Her düzlük bir öncekine benziyordu. Yol kenarında biriktirdiğim anılarım yoktu. Eski bir bakkal, salaş bir çay bahçesi, beğenmediğim gözlemeci, tuvaletleri pis olan benzin istasyonu, her seferinde durduğum dere kenarı, fotoğraf çektirdiğimiz tepe manzaraları… Hiçbiri yoktu. Olsa da farketmez, büyük bir hızla arkanızda kalıyordu. Şiirden düşen hiçbir şey yoktu.
Yoldan Geçen Biri
Bir kırlangıç bir su birikintisi bir parça gök.
Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.
Böyle diyordu yoldan geçen biri.
İlhan Berk

Yol deyince birkaç şeyden daha bahsetmeden yazımı bitirmek istemiyorum. Konu zaten dağıldı gitti.

Biri şarkılar,diğeri de yolculuk araçları.


Bazı şarkılar bize yolculuğu hatırlatır. Hatta yolda giderken dinlediğimiz şarkılarımız vardır. Eskiden kasetlerin üzerine yol şarkıları yazardık, şimdilerde bellek kartlarımızın klasörlerinin adları: Yol şarkıları, Yol1, Yol3, Yeni yol.

Bu arada radyoda çalan şarkıda ilginç bir tesadüf.
Hadi kalk gidelim hemen şu anda
Kapa telefonunu bulamasın arayan da
Açarız radyoyu, yol nereye biz oraya
Sıla/Kafa

En eski ulaşım aracı yürümekti. Eski insanlar yürüyerek yolculuk yaparlardı. Günümüzdeki hızlı ulaşım araçları yolun kokusunu, doğanın güzelliğini, rüzgarın kendisini hissetmemizi engelliyor. Bu yüzden yıllar önce bisiklet almıştım. Planım, bisikletle şehirler arası yolculuklar yapmak, o eski mistik, metafiziksel ,felsefik yolculukları bir nebze olsun hissetmekti. Hatta birkaç Yunan adasında bisiklet turları yapmayı bile planlamıştım. Şu ana kadar hiçbirini yapamadım. Belki zamanı gelmedi.


Yolda olmak çekici bir düşüncedir.

Sağlık, mutluluk ve şans dilerim.

Tamamını oku
Tarih: Mayıs 29, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Yeni aile üyesi



Aile fertlerinizin sayısını arttırmanın en kolay olanı .... Minnak bir yavru. Üstelik karar vermeniz yeterli.
Bugün ailemize bir fert daha katıldı.

Çocuklar adını FINDIK koydu.
Tamamını oku
Tarih: Mayıs 21, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Panasonic Lumix FZ50

2005 yılıydı sanırım. İnternet forum sitelerinden araştırıp, en sonunda Panasonic Lumix FZ50 almaya karar vermiştim. 15 yıl geçmiş üzerinden ve halen daha bana şahane fotoğraflar çekmeye devam ediyor.
Neler çekmedi ki?
Tatillerimizi,beni,eşimi, annemi, babamı, kardeşlerimi...
Kızımın doğum anını, okula başlayışını, doğum günlerini..

Ve bir sürü güzel günlerimizi bizim bugünlerimize taşımamıza yardımcı oldu.

Teşekkürler FZ50







Tamamını oku
Tarih: Mayıs 16, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Rahatlama duygusu-hissi

"Rahatlama duygusu-hissi" insanın en güzel duygularından biri olduğunu düşünüyorum. En azından benim tecrübelerime göre...




Rahatlama hissinin tersi his nedir? Onu düşünelim önce. Aklınıza neler geliyor?

Rahatsızlık hali (hahaha en kolayı buydu)
Sıkışmışlık hissi
Çaresizlik duygusu ( burada Türkçesini tercih ettim.Bundan sonrada böyle devam edeceğim)
Öfkeyi yenememe
Gerginlik hali
Telaş
Sabırsızlık
Kararsızlık

Daha aklınıza hangi duygu ya da hangi duygu-durum geliyorsa gelsin, onları yendiğiniz anda rahatlama duygusu ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Rahatlama duygusu aslında bir duygu-durum, gerçekte bir his değil. Ancak şöyle derin bir nefes alıp kendinizi koltuğa bıraktığınızda," Ohhh şimdi içim rahatladı." cümlesi o kadar ferahlık vericidir ki o yüzden bu durumu, duygu olarak adlandırnayı daha çok seviyorum

Rahat olmama duygusu günlük yaşantımızda en çok bizi rahatsız eden duygudur. Öfkeden, sevgiden, kıskançlıktan, çaresizlikten daha ne sayarsanız sayın bizi en çok rahatsız eden duygudan daha çok rahatsız eden şey "rahatsızlık duygusu" dur. Çünkü diğer duyguları yaşar ve sonrasında bir kenara bırakırız. Öfkemiz geçer, sinirimiz yatışır, korkumuzu unuturuz. Ama "rahatsızlık hissi", sürekli çalışır ve bizi rahatsız eder.

Peki neden bizi bu kadar rahatsız eder.

Başlayayım.

Günlük yaşantımızda birçok kararlar alırız. Aklımızdan sayısız düşünceler geçiririz. İçimizde konuşan adam-kadın hiç susmaz. Sürekli bir şeyler konuşur bizimle. Sürekli bir düşünce bombardımanı altındayızdır. Hele o etraftan aldığımız düşünceler yok mu? Asıl bu çok önemlidir. Düşündüğümüz ve düşünmeye zorlandığımız bir çok düşünce, farkında olmadan aldığımız kararlarımız ve bu düşüncelerimizin çoğu bize ait değildir.

Aklımızda bin bir düşünce vardır ve çoğunluğu da bize ait değildir. İşte sorun buradadır. 

Çünkü size ait olan şey sizi rahatsız etmez.

Sizin dışınızdan size gelmiş olan şeyler size rahatsızlık verir.

Genel konuşmayı boş ver, ne demek istiyorsan örnekle anlat diyorsanız hemen örneklere geçiyorum ve en basit gündelik örneklerle başlıyorum. Daha sonra siz bu örnekleri siz kendinize göre kişiselleştirebilirsiniz...

İş arkadaşlarınızdan biri yanınıza geliyor ve spora başladığını söylüyor. Kendisini daha sağlıklı ve zinde hissettiğini, haftada üç kez spor salonuna gittiğini ballandıra ballandıra anlatıyor ve size de, bir önermede-teklifte bulunuyor. Sen de gelsene. İnsanoğlu teklif ve önermelere açıktır. Siz de hemen bu önermeyi aklınızın bir köşesine kaydediyorsunuz. "Ben de spora başlasam/Spor salonuna yazılsam iyi olacak diye." Bu önerme bilgisayarda arka tarafa aldığınız web sayfası gibi sürekli açık duruyor. Sonra başka bir arkadaşınız gelip diyete başladığından bahsediyor ve hopppp bir teklif-önermede ondan geliyor. İkinci bir sayfada arkada çalışmaya devam ediyor. Sonra bir başkası, uzak bir yerlere seyahat planlıyor. Hopppp o da arka sayfada. Sonra en karın ağrıtan kısım başlıyor. Sürekli olarak başkalarına verdiğimiz sözler. Yerine getirmediğimiz ama gelecekte yapmak için verdiğimiz sözler. Bunların hepsi birleşiyor ve insan beyninde bir yer tutuyor. Kapanmamış, açık kalan sayfalar.

İnsanların her şeyden önce, yapmak istemedikleri şeyleri düşünerek kendilerini kınadıklarını görüyoruz. Spor salonuna yazılmadığı için, diyet yapmadığı için, o seyahat için plan yapamadığı için, için,için ve liste uzar durur, ve bunlar için insan kendisini kınamaya başlar.

Oklar kendinize çevrilmişse ve bu okların sahibi sizseniz çok tehlikedesiniz demektir. 

Rahatsızlık veren ancak anlamadığınız bir his yumağı sizi sarmıştır.

Peki bu durumu nasıl fark edeceğiz ve bu durumdan nasıl kurtulacağız?

Sonuçta altın soruyu sormanız gerekir.; bu önermeleri-teklifleri gerçekten yapmak istiyor muyum?

Aslında istemiyorsunuz!!!!

Spor salonuna kaydolmak yerine, hafta sonu yürüyüş yapmak(hatta ara sıra yürüyüş yapmak) belki gerçek isteğiniz. Evet gerçek isteğiniz bu. Diyet yapmak yerine sevdiğiniz şeyleri rahatça yemek istiyorsunuz, aslında o kadar da kilolu da değilsiniz.. Üstelik siz zaten sağlıklı beslenen bir kişisiniz. Evet gerçekten kilolu da değilsin. Ne rejimi? Nerden çıktı o?
Ya o seyahat planına ne demeli?  Aslında oraya hiç de gitmek istemiyorsunuz. Daha öncesinden aslında plan bile yapmıştınız, bu yıl arabanıza binip, özgürce yurt içinde bir yerlere gitmek istiyordunuz. Evet gerçek isteğiniz buydu. Bu planı aylar öncesinden yapmıştınız.

Bunların farkına varınca bu düşüncelerin hepsini bir köşeye fırlatıp, kendisini kanepeye atıyor, "Ohhh rahatladım şimdi." diyorsunuz.

Bu yukarıdaki basit örneklerle anlatmaya  çalıştığım şey şu. Kendi isteklerimiz bize rahatsızlık vermez. Başkaları tarafından beynimize sokulan düşünceler bize rahatsızlık verir.

Evet yukarıdaki örnekler günlük hayatımızda karşılaştığımız çok basit örneklerdi. Siz de kendi iç dünyanıza yönelin. Daha derinlerdeki saklı kalmış size ait olmayan önerme ve teklifleri bulun, ve kendinize şunu sorun.

"Bunu gerçekten istiyor muyum?"
"Bunu gerçekten yapmalı mıyım?
"Bu gerçekten bana mı ait?"


Onları gün yüzüne çıkarın ve yukarıdaki sorulara "Hayır" yanıtını aldıklarınızı fırlatıp atın.

Daha derinlere inin.

Öfkelerinizi bulun, bunun size ait olup olmadığını sorun.
Başkasına nefretinizi bulun, bakın kim önermiş size.
Kendinizi sevmediğiniz yanlarınızı bulun, size ait mi değil mi? Yoksa biri mi önerdi size?

Çünkü size ait olan şey sizi rahatsız etmez.


Önder Güngör / Ankara / Karantina Günlükleri / Mayıs 2020


Tamamını oku