Tarih: Ocak 26, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Sihirli dal



Edremit' ten Ankara'ya doğru arabamla gidiyordum. Daha yolun başında, Havran' ı geçer geçmez, sağ ayağımda bir uyuşukluk başladı. Arabayı kenara çekip indim. Hafif ağrı da hissediyorum. Yolun kenarındaki zeytinlik alana girip, bir ağacın dibine oturdum. Daha önce hiç böyle bir şey başıma gelmemişti. Ayağımı uzatıp, uyuşukluğun geçmesini bekledim. Nasıl aniden indiysem, arabanın kapısını açık bırakmış, motoru da durdurmayı unutmuştum. Hafifçe yerimden doğrulup, arabaya geri döndüm, motoru durdurup, kapıyı kapattım ve tekrar ağacın dibine oturdum. Uyuşukluk bir türlü geçmiyordu. Ayağımı toprağın üzerinde uzatıp, kendime doğru çekiyordum. Belki böyle yaparsam uyuşukluk geçer diye düşünüyordum. Bir süre daha bekledim. Yerden bulduğum bir zeytin dalıyla yerlere şekiller çiziyor, uyuşukluğun geçmesini beliyordum. Yok...Uyuşukluk geçmiyordu. Sıkıntıdan ve biraz da panikten olsa gerek elimdeki dalla yerlere yazılar, yazıp şekiller çizmeye başladım. Ancak paniğim arttı ve büyük bir korku hissettim. Aniden büyük bir dehşete kapıldım. Elimdeki çubuğu fırlatıp, ayağa kalktım. Neler oluyordu bana...

Bir süre ayakta bekledikten sonra. Yok canım... deyip, sağ ayağıma hafifçe basarak dalı attığım yerden alıp yeniden ağacın dibine oturdum. Başımı yukarıya kaldırdığımda, kocaman bir zeytin ağacının altında oturduğumu fark ettim. Tarlaya şöyle bir göz gezdirdiğimde, her tarafın zeytin ağacıyla dolu olduğunu gördüm. Ancak altında oturduğum ağaç diğerlerine göre neredeyse üç kat daha büyüktü ve gövdesi hepsinin gövdesinden dört beş kata daha kalındı. Elimde tuttuğum dalda muhtemelen ondan düşmüş bir daldı. 

Dalı toprağa sürterek yeniden yazılar yazmayı, şekiller çizmeyi denedim. Büyük bir korkuyla dalı tekrar elimden fırlattım. O da neydi öyle. Acaba bu uyuşukluk... Aman allahım bu bu... beynimden mi geliyordu? Acaba beyin kanaması mı geçiriyordum? Önce uyuşukluk sonra da bilinç bulanıklığı...Evet evet... Kesin beyin kanaması geçiriyordum. 

Yere sakince oturdum. Ayaklarımı uzattım. Etrafa bakındım. "Edremit' ten Ankara'ya gidiyorum. Arabam yolun kenarında duruyor. Ayağımda uyuşukluk oldu. Dinlenmek için durdum Her şey yolunda."  şeklinde bilincimi gözden geçiriyordum. Ayaklarımı hareket ettirebiliyor, kollarımı havaya kaldırabiliyordum. Güç kaybım yoktu. Tüm bunları düşünürken birden başka bir şeyin farkına vardım. Ayağımdaki uyuşukluk geçmişti! Nefesim normale dönmüş, paniğim azalmıştı. ayağa kalkıp yürüdüm. Evet.. Uyuşukluk da tamamen geçmişti. Artık yola devam edebilirdim.

Tam arabaya doğru yönelmişken yerde duran dalı gördüm. Zeytin dalı... Az kalsın aklımı başından alıyordun. Dalı tekrar yerden alıp, çömeldim. Yeniden yere bir şeyler yazmayı denedim. Bu sefer dal elimde yere yığılıp kaldım. Artık tamamen yerde yatıyorum. Gözümün önünde gökyüzünü dallarının arasından gördüğüm kocaman zeytin ağacı vardı. Kaskatı yatıyordum. Sadece dalı tuttuğum elim hafifçe kımıldıyordu. Yerden kalkmayı denedim. Başım dönüyordu. Başımı yere bırakıp gözlerimi kapattım. 

Hafif bir rüzgar esintisiyle uyandım. Gözümü açtığımda güneş aynı yerde duruyordu. Zeytin ağacının dalları güneşi bir gözüme değdiriyor bir güneşi saklıyordu.  Çok fazla uykuda kalmadığımı düşündüm. Aslında uyudum mu yoksa bayıldım mı tam olarak ayırt edemiyordum. O durumda tek fark ettiğim şey dalı tuttuğum elimin hafifçe kımıldadığıydı. Doğrularak oturdum. Dala baktım ve onu  toprağa değdirdim. Tam yere bir şeyler çizecekken, dal yerde bir şeyler karaladı. Sakindim. Ben gayet iyiydim. Bana birşey olmamıştı. Beyin kanaması geçirmiyordum. Ama dalı ben hareket ettirmiyordum. Bunun da farkındaydım.  Dal kendi hareket ediyordu. Bu en başından beri de böyleydi. Ama bu sefer paniklemedim.  Uyku beni sakinleştirmiş sanki her şeyi olağan karşılamamı sağlamış gibiydi.  Yere dikkatlice baktığımda "Yoluna git. Yeni yolcunla." yazıyordu.


Dalı arabamın bagajına kilitledim.

Ankara' ya doğru yola koyuldum. Yeni yolcumla.



Önder Güngör / 26.Ocak.2025




Tamamını oku
Tarih: Ocak 12, 2025 Yazar: Yorum: 1 yorum

Beden, arınmayı öğrenir.

    

Görsel : The Origins of Earthing: Exploring the Practice and Benefits

    "Topraklanmamış insanlar odaklanmakta zorluk çekerler, huzursuz ve stresli olurlar, çevrelerindeki her şeyi kontrol etmeye çalışırlar. Doğal olarak topraklanmış kişiler ise, sade ve dengeli insanlardır, bedenlerinde evlerindeymiş gibi huzur içinde yaşarlar. Topraklama, bedeni sakinleştirdiği; içinde yaşanılacak sıcak ve huzurlu bir yer yarattığı için insanı dengeler. Başkalarını kontrol etmeye çalışmak gereksizleşir çünkü topraklama bedene kendisini kontrol etme yolunu verir; beden, enerjiyi ve duyguları serbest bırakmayı, kendisini an be an arındırmayı öğrenir. Deneyin ve görün."

Auro ve Çakra Kullanma Kılavuzu / Karla Mclaren

Tamamını oku
Tarih: Ocak 01, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

2025 Yapılacaklar Listesi



Eskiden her yıl kararlar alırdım. Yeni yılda söyle yapacam , böyle yapacam, bunları başaracağım diye....,

Bu yıl da karar alıyorum ama diğerlerinden farklı.

Bu sefer,

Şu kadar kitap okuyacağım, şu kadar spor yapacağım, şunları öğreneceğim, bunları bitieceğim, bunlara başlayacağım türden şeyler yok.

Çünkü belli yaştan sonra  insanın ilk hedefi "YAŞAMAK" oluyor.

Yaşamak derken nefes alıp vermekten bahsetmiyorum.

Aynı Nazım' ın şiirindeki gibi, 


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 

Belki bu yıl da "Zeytin ağacı" dikmeyeceğim ama yaşamayı ciddiye alacağım.

Önder Güngör / Ankara / 1 Ocak 2025

Tamamını oku
Tarih: Aralık 29, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Korku Tüneli

 Bir arkadaşım var.

Korku tüneline girmiş.

Çıkıncaya kadar gözlerini hiç açmamış.




Tamamını oku
Tarih: Kasım 16, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Her şeyi koy bir torbaya, hepsi çöp (*)

 (*) Hande Yener' in şarksısından alıntıdır.



İş çıkışı eve geldim. Kapının önüne iki battal boy torba, çöp çıkarılmış olduğunu gördüm.

İçeriye girip, mutfaktaki diğer çöpleri de ben çıkardım.

Kapının önü çöp yığını oldu. Apartman görevlisi arkadaş, büyük ihtimalle önce bizim çöpleri götürdükten sonra gelip diğer dairelerin çöplerini götürdü herhalde.

İki gün önce izlediğim youtube videosu aklıma geldi. Şehirden köye göç eden insanlarla ilgiliydi.

Köye göç etmiş arkadaş; ekolojik tarımla uğraştığını, tavuklarını, toprağı vb.. anlatıyordu Bir ara program yapımcısına,

"Düşünsenize haftada sadece iki küçük poşet çöp üretiyorum. İstanbul' da her gün bunun iki katı çöpüm oluyordu." dedi. Köydeki çöp de sadece deterjan ambalajı artığıymış.

Bir arkadaşım "Zenginin çöpü olur. Ne kadar çok çöpün varsa o kadar zenginsin. Fakirin çöpü olmaz." derdi. 

Ne doğaya bir katkım var (çöpüm çok) ne de kendime bir faydam var. (zengin değilim.)

Not: Yukarıda görsel, çöp poşeti değildir. İtalyan Bottega Veneta markasının yeni siyah deri çantasıdır. ( Kaynak : ( https://www.haberturk.com/bottega-veneta-nin-cantasi-sosyal-medyanin-diline-dustu-2895795 ) Fiyatı 17.450 TL imiş. (16.11.2024 tarihinde) Tarihi özellikle yazdım. İki yıl sonra bu yazıyı okuduğunuzda çöp poşetlerinin bu fiyata ulaştığını görünce çanta ucuzmuş diyebilirsiniz.

Tamamını oku
Tarih: Kasım 03, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hayır demeyi öğrenemedim.

Hayatımda öğrenemediğim en önemli şeylerden biri de “Hayır diyememek!”. Bir türlü “Hayır” diyemedim. Bu özelliğimi bilen arkadaşlarım tarafından göz göre göre de kullanıldım.. Hatta arkadaşlarım, birçok işi üzerime yıktıklarında, yüzüme karşı, senin “Hayır” diyemeyeceğini bildiğimiz için seni biraz kullandık bile diyebilmişlerdir.



Oysa Paulo Colhe ne güzel demiş, "Hayır demek, evet demektir. Yani; kendi önceliklerinize, zamanınıza ve sınırlarınıza 'evet' demektir."

Yine Paulo Colhe’ nin bir sözü daha var. “Bir hayır diyebilmek, bin evetten daha değerli olabilir.”

Ama dediğim gibi bir türlü öğrenemedim “Hayır” demeyi.

“Hayır” diyemeyen insanlar, toplumsal normlar, suçluluk duygusu ve başkalarını hayal kırıklığına uğratma korkusu nedeniyle “Hayır” diyemiyorlarmış. Nasıl bir toplumda yetiştiysem, herkes bana “Hayır” derken ben diyemedim. Ya da hiç kimse suçluluk duygusu hissetmiyorken ben nasıl oldu da  hissettim. Ya da hep hayal kırıklığına uğrarken nasıl da başkalarını memnun ettim.

Üniversitede bir arkadaşım vardı. O da benim gibi “Hayır” diyemeyenlerdendi.

İnsanlar ona “Sana bir şey soracağım dediklerinde” daha dinlemeden “Hayır hayır hayır” derdi. Daha bir şey demedik ki dediklerinde ise “Olsun yine de hayır” derdi.

“Hayır hayır hayır”


Tamamını oku
Tarih: Temmuz 29, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Bu aralar Youtube' da ne izliyorum?

 Sosyal medyaların etkisiyle blog yazıları iyiden iyiye azaldı. Yazmak daha zor.

Resim paylaşmak, video çekmek herkesin kolayına geliyor. Sahiden de kolay. Daha pratik.

Keşke ben de yapabilsem.

Bu aralar ben de bloglar yerine youtube kanallarına takılıyorum.

Son zamanlarda,

Yocuların Dikkatine,

Ramble Soul ve

Güneşim Peşinde' yi izliyorum.

Yolcuların Dikkatine' de Cihan çok zeki bir arkadaş. Ebru' da öyle. Zeki insanları izlemek ayrı bir keyif veriyor. Ramble Soul' a göre daha minimalistler. 

Diğer arkadaşları da keyifle izliyorum.

Ramble Soul .... Ben beğeniyorum.

Çağdaş Özsarı' da izlediklerim arasında.











 




Tamamını oku
Tarih: Haziran 30, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Kadın


16-17 yaşlarındaydım. Yıl 1985-1988. İzmir Atatürk Lisesi' nde yatılı öğrenci olarak okuyordum. Anneannem ve halam o zaman hayattaydılar. Biri Küçükyalı' da diğer ise Göztepe' de oturuyordu. Benim ailem Torbalı' daydı. Hafta içi okulda yatılı olarak okuyor, hafta sonu ise eve çıkıyordum. Daha çok Torbalı' ya, ailemin yanına gidiyordum. Cuma akşamı okul çıkışı okuldan ayrılıyor, Pazar akşamı saat 17' de okulda oluyordum. Pazar akşamı dönüşte, Torbalı' dan dolmuşa biniyor, Karabağlar' daki mezarlıkta iniyor, oradan da Montrö otobüsüne biniyor, hemen okul karşısında iniyordum. 16 yaşımda bu dönüş çok hoşuma giden bir anı değildi benim için. Daha sonraları okula ve yatılı hayata alışınca o kadar da dert etmedim. Mezarlıktan ESHOT Montrö otobüsüne binerken çoğu zaman bir kadına denk geliyordum. Şoförün arkasındaki ikinci sıradaki koltukta oturuyordu. Zaten o yıllarda bu hat o kadar çok yoğun değildi ve her hafta sonu 5-10 kişi yolculuk ediyorduk. Kadın 40-50 yaşları arasındaydı. Sarışındı. Saçları dalgalı ve omzuna kadar iniyordu.Yeşil gözlüydü. Güzel ve gösterişli bir kadındı. Çoğu zaman göz göze geliyorduk. Hadi ben yurda gidiyorum sen nereye gidiyordun, her Pazar akşamı?

Gelelim günümüze....

30 Haziran 2024' de bu satırları yazıyorum size..

Genelde her Cuma ve Cumartesi akşamı arkadaşlarımla -bazen de yalnız- dışarı çıkarım. Çoğu zaman Cumaları Beat Taurus' a, Cumartesileri ise Armada' daki Fatboy' a giderim. Mekancılığı severim. O yüzden mekan değiştirmeyi çok sevmem.

Bundan 6 ay önce Cuma akşamı yine Beat Taurus' da Asena' yı (CATS) dinliyordum. Masada 3 arkadaş oturuyorduk. Yan masada tek başına oturan, tahminen 45-50 yaşlarında bir kadınla göz göze geldim. İkimiz de birbirimize bakıp hafifçe gülümsedik. Bizi gören arkadaşım "Tanıyor musun?" diye sordu. Biraz duraksadıktan sonra "Bilmiyorum." dedim. Genelde bu tür yerlerde, sarhoş olduktan sonra çok kişiyle tanışırsınız ve belki bir daha birbirinizi aylarca görmezsiniz, tanıştığınızı bile unutursunuz. 

Daha sonraki 5 hafta üst üste aynı kadını Beat' de gördüm ve her seferinde selamlaşıp, masalarımızda oturup, herhangi bir konuşma yapmadık. Beat' e birlikte gittiğim kadın arkadaşlarım, ısrarla nereden tanıyorsun diye sorsalar da bilmiyorum boş verin deyip eğlenmemize baktık. Ancak ta ki Bahçelievler' deki işyerimin orda onu bir kez daha görünce hafızamı zorlamaya başladım.

Kadın sarışındı. Saçları dalgalı ve omzuna kadar iniyordu. Yeşil gözlüydü. Güzel ve gösterişli bir kadındı.

Hatırlamıştım.

Daha sonraki akşamlar onu Beat' de hiç görmedim.


Önder Güngör / 30.06.2024 / Ankara

Tamamını oku
Tarih: Mayıs 11, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Gecenin geç saati taksici anılarım-6


 

Saat yine 02.30.

Çorbacıdan çıkmış, taksiye binmişim. Farkında değilim.

Taksici genç bir delikanlı. Sohbet etmek istiyor.

- Abi nerelisin? diyor

-İzmirliyim. Ya sen?

-Evelallah Ankaralıyız.

-Ankara' ya nereden geldiniz?

-Yok abi. Evelallah Ankaralıyız dedik ya. Öyle dışarıdan mışarıdan gelmedik.

-Kaç yaşındasın.

-23 yaşındayım abi.

Ben 1988 yılında Hacettepe' yi kazandığımda Ankara' ya gelmişim. Yaşından daha fazla Ankara' dayım. 23 yaşındaki bebe evelallah Ankara' lıyım diye bana hava atıyor. :) 😂😂

Önder Güngör / Ankara / 10 Mayıs 2024

Tamamını oku
Tarih: Mayıs 01, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Nil' in kelebekleri

Nil Karaibrahimgil' in Nil'in kelebekleri kitabını okuyorum.

Odayı Amália Rodrigues  - Primavera' sı dolduruyor.

Arkadaşlarım Fado ne diye sorduklarında Portekiz Türkü' sü diyorum.

Gelelin Nil' in kelebeklerine



Leonardo’nun vinci Bayanlar baylar, karşınızda anatomist, mimar, botanist, şehir planlamacısı, kostüm ve sahne tasarımcısı, şef, mizahçı, mühendis, at binicisi, kâşif, coğrafyacı, jeolog, matematikçi, filozof, fizikçi, ressam ve müzisyen... Nil Karaibrahimgil! 
Değil tabii ama ‘keşke’si var. İ
şte bu ‘keşke ben de onun gibi...’ kahramanlarımın peşinde koştuğum günlerden birinde Da Vinci gibi nasıl düşünürüz? kitabını alıp eve kapandım. Kafamdaki soru her zamanki gibi şuydu: Peki benim vince hangi benzini koyarsam ne kadar kaldırabilir? Birbaktım Leonardo’nun benzini çeşit çeşit, hem isimleri Lorenzo’nun yağından bile güzel! İnsan sadece bunları okusa, beynine bir endam gelir: 
Curiosita, Dimostrazione, Sensazione, Sfumato, Arte/sci-enza, Corporalita, Connessione. 
“Neymiş bunlar neymiş neymiş?” diyenler Curiosita’ya hoş geldiniz. Türkçesi merak, merak, merak. Hayata karşı meraklı bir tutum izlemek, bıkmadan usanmadan en saçma şeyleri bile öğrenmeden duramamak. Leonardo için ‘gelmiş geçmiş en meraklı adam’ demeleri boşuna değil. Bir çiçeği bile çizerken üç değişik açıdan çizmiş. İnsan vücudundan sineğin uçuşuna kadar neye baksa yüzlerce açıdan bakmış. En önemlisi bunlar neyin nesi çok merak etmiş. Belki kuşların neden iki kanadı olduğunu kendimize hiç sormadan bir ömür geçer. Peki ya ‘Ben en çok ne zaman kendim gibi olurum? Hangi insanın yanında, nerelerde, ne yaparken?’ sorusunu sormadan ömür geçer mi? Gökyüzü neden mavi bilmesek de olur. Peki, Yapmayı en çok sevdiğim şeyden nasıl para kazamnm?’ı bilmesem de olur mu? ‘Archimandrite’nin ne demek olduğunu öğrensem de unuturum. Peki, hayatta en çok istediğim şeyin ne olduğunu öğrensem unutur muyum? Dimostrazione: Öğrendiğini deneyerek test etme tutkusu, yanlış yapa yapa öğrenme isteği. Leonardo demiş ki: “Deneyim asla hatayapmaz.” Öğrendiğimiz şeyleri yazmaya kalksak bayağı bir şey yazabiliriz. Deneyerek öğrendiklerimizi yazsak o kadar olmaz. Çünkü en büyük korku hata yapma korkusu! Leonardo’nun çizdiği uçaklar hiç uçmamış ama bunun korkusu onu 42 yaşında Latince öğrenmekten alıkoymamış. Bildiğimizden emin olduğumuz, bu doğrudur dediğimiz çoğu şeyi nereden öğrendik? Televizyondan, kitaplardan, internetten, arkadaşlardan, aileden, başkalarından. Yani her cevap bir kıyafet olsa, ben bunu kimden almıştım sorularının içinden çıkamayız. Peki ya ben, ben kendime elime iğneleri batıra batıra ne diktim? İşte bana en yakışan kıyafet o! O halde soralım: Hata yapmaktan korkmasaydım neyi daha değişik yapardım? 
Normalspor bir insan ‘bakar ama görmez, dinler ama duymaz, dokunur da hissetmez, yer ama tatmaz, kıpırdar ama hareket etmez, içine çeker de koklamaz, konuşur ama düşünmez’... Sensazione, duyuları fayans parlatır gibi parlatmak demek. Peki nasıl? Kendini güzelliklere götürerek. Leonardo’nun vinci en güzel şekillerin, kokuların, tatların, seslerin ve hislerin benziniyle kaldırır. Bizim vincimiz de. Güzel olan her şey birleşip bizi şekilden şekle sokar. Ruhumuzun beş hükümdarı var, başka yok. O zaman ıhlamur ağacı kokulu bir rüzgârda, Boğaz’a bakarak ve Norah Jones dinleyerek soralım kendi kendimize: Bugüne kadar gördüğüm en güzel şey ne?
Duyduğum en tatlı ses? En içten dokunuş? En lezzetli tat? En güzel koku? 
Mis gibi yaşayın diyor yani, misler gibi.

Tamamını oku
Tarih: Nisan 27, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Belki bu kitabı okumak isteyebilirsiniz. Şamanik Yolculuk



Şamanizm tarihin en eski inanışlarından biridir. Birçok dini ve toplumu etkilemiştir. Aşağıda Sandra Ingerman' ın Şamanik Yolculuk kitabından küçük bir alıntı bulacaksınız. Belki de bu kitabı okumak isteyeceksiniz.

Şamanın bakışına göre genel olarak hastalığın üç nedeni olabilir: ilk olarak, bir kişi depresyona, kronik hastalığa veya bir dizi şanssızlığa neden olacak şekilde gücünü kaybetmiş olabilir. Bu durumda şaman, kişinin kayıp gücünü geri getirmek için yolculuk yapar. Ya da bir kişi ruhunun veya özünün bir kısmını kaza, ameliyat, taciz, savaş travması, doğal felakete maruz kalma ve diğer travmatik olaylar gibi duygusal veya fiziksel bir travma sırasında, ruh kaybına neden olacak biçimde kaybetmiştir. Bu ruh kaybı ayrışma, travma sonrası stres sendromu, depresyon, hastalık, bağışıklık sistemi sorunları, bağımlılıklar, sonu gelmeyen yas veya koma ile sonuçlanabilir. Travma nedeniyle ayrılıp gitmiş ve kaybolmuş olan ruh parçalarını arayıp bularak geri getirme töreni yapmak şamanın görevidir. Şamanın bakış açısına göre hastalığın üçüncü bir nedeni de danışanın güç veya ruh kaybı nedeniyle taşıdığı ruhsal tıkanıklıklar veya negatif enerjiler olabilir. 

Sandra Ingerman / Şamanik Yolculuk

Tamamını oku
Tarih: Nisan 25, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Doktor var mı?

 Şu hikayedeki arkadaşlarımla, Hanginiz çarptı?  Ankamall yemek katında yemek yiyiyoruz. Yıl 2009.



Yemek sırasındaki bir kızcağız bayılıp düşmüş. AVM hoparlöründen anons geçtiler. Doktor varsa çok acil Dönerci' nin önüne gelebilir mi diye?

Arkadaşım,

"Önder, dur bi gidip bakayım ne olmuş." dedi.

Kısa bir süre sonra geri geldi.

-"Erken döndün. Ne olmuş?" diye sorduk.

-"Gittim. Yerde bir kızcağız bayılmış yatıyor. Etrafını kalabalık bir grup sarmış. Çekilin ben doktorum dedim. Hepsi başını kaldırdı, BİZ DE! dediler." dedi.

Sonra masaya eğilip, fısıldayarak.

"Düşünsene bizim gibi her masadan bir doktor gitmiş olsa buradakilerin hemen hemen hepsi doktor." dedi.

Önder Güngör / Ankara



Tamamını oku
Tarih: Nisan 23, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hanginiz çarptı?


 

2010 yılı Ağustos ayıydı. Arabadaki ekranın göstergesi 40' ı gösteriyordu. Üç arkadaş, Bakanlıklar tarafından Kızılay'a doğru gidiyorduk. Trafik sıkışmış, arabaların camları açık, her yerden korna sesleri geliyordu. Önümüzdeki körüklü otobüsün kapıları açıldı. Kalabalık bir grup elllerinden ve ayaklarından tuttukları baygın bir kadını ototbüsten aşağıya indirip, kaldırımın üzerine bıraktılar. Direksiyondaki arkadaşım,

- "Önder, dur şu kadına yardım edelim." dedi ve direksiyonu çevirerek, arabayı kaldırımın üzerine, kadının olduğu yere çıkardı.

Kendisi bir polikliniğin acilinde çalışıyordu. Bu yüzden arabanın bagajında sürekli "Acil Çantası" bulundururdu.

Bagajı açıp kocaman siyah çantasını çıkaraıp, kadının başında duran kalabalığa,

-"Çekilin ben doktorum." dedi. Herkes talimata uyup, açıldı. Birlikte çömeldik. Arkadaşım biraz baktıktan sonra,

-"Bunun şekeri düşmüş Önder" dedi.

Çantayı açtı. Çantanın içinde, serum setleri, sütürler, ilaçlar ne ararsan vardı. Küçük bir kutuyu açtı. İçinden bir adet kesme şekeri alıp, kadının ağzına attı. Sonra da başını kaldırıp, bir şişe suyu içirdi.

Biraz sonra kadın gözlerini açıp,

-"Ne oldu bana?" diye sordu.

O sırada bir siren sesiyle irkildik.

Kaldırımdaki arabamızın arkasına bir polis aracı park etmişti. Polis yanımıza gelip,

-"Eyliyet ve ruhsatı verin!" dedi.

Biz, arabayı niye kaldırıma çıkardığımızı anlatmaya çalışırken, polis sert bir ses tonuyla,

-"Hanginiz çarptı kadına." diye bağırdı.

Arkadaşım,

-"Ne çarpması Memur Bey" dese de polis. "Ehliyet, ruhsat" diye tekrarladı.

Biz doktor olduğunuzu kadına yardım etmek için durduğumuzu söylesek de polis bizi dinlemiyordu.

Allahtan otobüsten inen insanlar ve sonrasında kendisine gelen hasta kadın sayesinde polisi ikna edebildik.


Önder Güngör / Ankara


Tamamını oku
Tarih: Nisan 21, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Belki faydası olur. Milyoner Aklın Sırları



BELKİ serisine devam...

Belki size faydası olur diye Milyoner Aklın Sırları / T.Harv Eker / kitabından bir alıntı bırakıyorum aşağıya.

Deli gibi çalışıyordum, ama sonuç alamıyordum. Bende, aksi ispatlanmadıkça argümanlarının bir gün gerçekleşeceğine inatla inananlar için söylenen, “Loch Ness Canavarı Hastalığı” vardı sanırım! Kâr denen o şey hakkında bir şeyler duymuştum, ama onu asla göremiyordum: “Doğru işe girişirsem ve doğru ata binersem, başarırım” diye düşünüyordum. Ama yanılıyordum. Hiçbir şey; en azından benim için! işte asıl çarpıcı olan da bu cümlenin ikinci kısmıydı. Nasıl oluyordu da başka insanlar benim yaptığım işte başarılı oluyorlardı da, ben bir türlü olamıyordum; “Potansiyelim”e ne olmuştu? 

Böylece ciddi bir şekilde kendimi incelemeye başladım. Köklü inançlarımı gözden geçirdim ve parasal olarak gerçekten başarılı olmak istediğimi söylediğim halde, bu konuda derin kaygılarımın bulunduğunu gördüm. Çoğunlukla korkuyordum. Başarısız olmaktan, hayır daha beteri, başarmak ama sonrasında kaybetmekten korkuyordum, işte o zaman gerçek bir beceriksiz olurdum. Daha kötüsü, hakkımda halen geçerli olan inancı, “potansiyelim” olduğu “hikâyesini” berbat edebilirdim. Ya gereken o şeye sahip olmadığımı ve zorlu bir yaşam savaşının, ekonomik sıkıntılardan kurtulamamanın kaderim olduğunu keşfedersem ne olurdu? Sonra, bir gün babamın bir arkadaşı bana önerilerde bulundu, şans işte! Annemlerdeydim. O kardeşimle iskambil oynuyordu ve geçerken beni fark etti. O sıralarda yine ekonomik sıkıntıya düşmüş ve üçüncü defadır annemlerin evine geri dönmüştüm; evin “alt kattaki dairesinde”, yani bodrumda oturuyordum. Babam ona benim feci durumumdan söz etmiş olmalı ki, bana acıma hissiyle bakıyordu.

“Harv” dedi, “Ben de senin gibi, tam bir enkaz olarak işe başladım”. “Harika” diye düşündüm; böylece kendimi daha iyi hissediyorum! O’na meşgul olduğumu; duvardaki kalkmış boyayı seyrettiğimi söylemeliydim! O devam ediyordu: “Sonra birisi bana hayatımı değiştiren bir nasihatte bulundu, ben de onu sana aktarmak istiyorum.” Hayır, olamaz, işte bir baba-oğul nutku daha, üstelik o babam bile değil!” Ve şöyle dedi: “Harv, istediğin kadar iyi değilsen, bu sadece senin bilmediğin bir şeyin olduğunu gösterir.” O sırada delifişek genç bir adam olduğumdan, aşağı yukarı herşe-yi bildiğimi düşünüyordum, ama maalesef banka hesabım tam tersini söylüyordu. Sonuçta babamın arkadaşını dinlemeye başladım. Sözüne devam etti, “Parasal başarıya, refaha ulaşmış insanların birbirlerine benzer şekilde düşündükleri gibi; parasal başarısızlık yaşayan, ekonomik sıkıntıdan kurtulamayan insanların da hemen hemen birbirleriyle aynı şekilde düşündüklerini ve hareket ettiklerini biliyor muydun?” 

“Hayır” dedim, “Bu hiç aklıma gelmedi!” O ise cevap olarak, “Bu tam bir bilim değil, ama çoğunlukla başarılı insanlar bir türlü, başarısız insanlar çok başka türlü düşünürler, işte bu düşünme yöntemleri davranışlarını ve davranışlarının sonuçlarını belirler.” dedi ve şöyle devam etti: “Para konusunda başarılı olmuş insanlar gibi düşünürsen ve onların yaptıklarını yaparsan, sen de başarılıolur musun?” Havası kaçmış bir topun duyduğu güvenle, “Evet, herhalde” diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. “ O halde” dedi, “ Yapman gereken şey parasal başarıya, refaha kavuşmuş insanların düşünce şeklinden kopya çekmektir.” O günlerdeki kuşkucu tavrımla, “Peki, şu anda ne düşünüyorsun?” diye sordum. “Parasal başarıya ulaşmak konusunda kendi kendilerine söz vermiş insanların sözlerini tuttuklarını düşünüyorum ve şu anda benim babana sözüm var. Çocuklar beni bekliyorlar, görüşürüz.” dedi ve gitti. O çıktı gitti, ama söyledikleri aklımda kaldı!

 Milyoner Aklın Sırları / T.Harv Eker / 






Tamamını oku
Tarih: Nisan 20, 2024 Yazar: Yorum: 0 yorum

Belki ilginizi çeker. Aura ve Çakra Kullanma Kılavuzu

 


Belki kitap ilginizi çeker diye giriş bölümündeki Şifa üzerine yazılı olan birkaç satırı pylaşmak istiyorum.

İnsanın kendi kendisini iyileştirebilen iyi bir şifacı olması için olağanüstü psişik güçlere ya da durugörü yeteneğine sahip olması gerekmez. Çok basit bir şeye; bedenle ilintili bir farkındalığa sahip olmak yeterlidir. Şayet psişikseniz ve bu kitabı varolan yeteneklerinizi daha da geliştirmek için elinize aldıysanız lütfen kendini bilmekten daha büyük bir yetenek olmadığını bilin. Hayatları heba olmuş pek çok yetenekli psişik tanıdım; insanın manevi becerilerini kendisi yerine başkalarında kullanmasının trajik sonuçlarını gözlemledim. Bir başka gözlemim de en iyi şifacıların iyi ve uyumlu insanlardan çıktığıydı; şifalarını genellikle tam zamanında yapılmış bir telefon konuşması ya da sevgiyle verilmiş bir armağan olarak sunuyorlardı. En iyi şifacılar kolları sıvayıp bütün hastalıkları bir çırpıda ortadan kaldıranlar değil, kişinin kendi kendisini iyileştirmesine yardım edenlerdir. En iyi şifacılar size evrenin yaratıcı enerjileriyle ya da Tanrı’yla olan bağınızı hatırlatanlardır. İlahi üstünlük taslayarak yolunuzda durup sizin görüşünüzü kapamayanlardır. Bir başka insanın sizden daha inançlı olduğu yanılsamasına kapılmayın ve bir başkasının psişik güçlerine kendinizinkinden daha fazla güvenmeyin. Şifacılık gösteriş yapma ya da kendini abartma fırsatı değildir. Şifacılık, farkında olma yetisi, inanç vekeşiftir. Şifacılık, birilerine kanal olmak; önceki yaşamlarında kim olduğunu söylemek; falcılık yapmak, kehanette bulunmak ya da psişik güç gösterileri sıralamak değildir. Yaşamın tadını çıkarmaktır; varolan ve var edilen meseleleri çözmektir. Bu işin aslı, topraklanmaktır.

 Aura ve Çakra Kullanma Kılavuzu / Karla Mclaren

Tamamını oku