



Filmden bir görüntü |
Bugün Netflix' te Rose Adası'nın İnanılmaz Hikayesi adında bir film izledim. Filmi izlemek istememin nedeni gerçek bir hikaye olmasıydı. Eğer gerçek bir hikaye olmasaydı ve filmi izlemeden önce konu hakkında araştırma yapmasaydım ilk 15 dakikasında filmi izlemeyi bırakırdım.
Bu da gerçek Rose Adası görüntüsü |
Diyeceksiniz ki sonuçta gerçek bir hikaye; senaristler ne yapsınlar, hikayenin orijinaline sadık kalarak senaryoyu yazmışlar. Evet doğru ancak bir adam çıkıyor (Giorgio Rosa) o güne kadar kimsenin hayal bile edemediği bir düşünceyle İtalya 'nın karasuları dışında bir platform inşa ediyor ve kendisini kurduğu bu mikrodevletin başkanı ilan ediyor. Gerçekten inanılmaz bir olay.
Peki filmde bu olay nasıl anlatılıyor. Giorgio Rosa adında bir mühendis, kendi arabasını tasarlayıp yapıyor, yüksek bir mühendislik zekasına sahip, ancak babasıyla, kız arkadaşıyla sorunları var, iş hayatında başarısız, uçarı, kural tanımaz, ancak tanımadığı kurallar insanların daha iyi yaşamasına, daha özgür olmasına yönelik evrensel kurallar yerine kendisinin istediği bir hayatı yaşayamadığı kurallara karşı bir otoriteye baş kaldırma olarak anlatılıyor.
Filmden bir sahne |
Yani Giorgio Rosa kendi hayatındaki kurallara karşı gelmek için bir ada inşa ediyor. Bu adada istediği gibi davranıp, otoriteden uzak kalmak istiyor. Yıl 1968. Aynı yıllarda Beatles Revolution şarkısında We all want to change the world (Biz hepimiz dünyayı değiştirmek isteriz.) diyor, Avrupa ve Amerika' da, 68 kuşağının gençleri , daha iyi bir dünya inşa etmenin mümkün olduğunu haykırıyor.. ODTÜ' de Eymir Gölü' nde bir grup genç Barış Çeşmesi' ni yapıyor. Fransa' daki gösteriler Sartre üzerinde derin etkiler bırakıyor.
Fransa' daki gösterilerde Sartre |
The Doors çıkardığı Waiting for the Sun albümünde Unknown Soldier adlı şarkısıyla Vietnam savaşına gönderme yapıyor.
The Doors Los Angeles 1968 |
Dünya kendisini sorguluyor. Her yerden daha iyi bir dünya sloganları yayılıyor. Aynı yıllarda İtalya' daki bir mühendis, dünyayı kasıp kavuran en önemli toplumsal başkaldırışın yaşandığı bu yıllarda, bir mikro devlet inşa ediyor ve bir kaçakçıyla anlaşıp adaya turistik geziler düzenliyor. Gerçi Giorgia Rosa her ne kadar filmdeki kıyafet ve giysileriyle biraz daha sofistike hale getirilmişse de adanın inşası sırasında çekilen orijinal Giorgia Rosa filmlerinde, Rosa kıyafetiyle tam bir iş adamı görüntüsünde.
Gerçek Rose Adası inşaatı |
Rose Adasının İtalyan gemisi tarafından yıkılması (Gerçek resim) |
Film biraz aşk, biraz özgürlük, biraz otorite karşıtlığı ile bu anlattığım basit olgudan öteye gidememiş kısır bir senaryo ile son buluyor. Giorgio Rosa' nın Birleşmiş Milletlere devlet başkanı unvanıyla başvurup kurduğu mikro devletin tanınmasını istemesi filmin en ilham verici ve etkileyici olayıydı. Tüm film boyunca etkilendiğim en önemli sahne ise İtalyan donanma gemisinin adayı bombalamadan önce, ada sakinlerinin el ele tutuşup adanın bombalanmasını engellemeye çalışmaları ve donanma gemisine alındıktan sonra Giorgio Rosa' nın sevgilisinin "Sen dünyayı değiştirmek istedin. En azından denedin." demesiydi. Ancak filmin genelinde Giorgio Rosa' nın dünyayı değiştirmek üzerine verdiği bir mesaj göremedim.
Canınız isterse izleyin. İstemezse de sorun yok.
Önder Güngör / Ankara / 28 aralık 2021
Tek burun deliği nefesi ve alkol arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorsanız yok. Ya da var.
Niye yazımın başlığı öyle bilmiyorum?
Çok içki içtiğim gecenin sabahı erken kalkarım. İçki uyutmuyor. Sabahın köründe dikiyor beni havaya.
Rahatlamak için tek burun nefesi tekniği ile nefes egzersizi yaparım.
Normalde bir burun deliğinin hakim olduğu nefesi alış verişimiz vardır. 3-4 saat arayla bu nefes döngüsü değişir diğer burun deliği daha hakim hale gelir. Fizyolojik bir olaydır.
Bu yüzden tek burun deliği ile nefes tekniği geliştirilmiştir. Önce bir burun deliğimi burun kanatlarına parmağımla basarak kapatır diğer burun deliğimden yavaşça dörde kadar sayarak derin nefes alırım. Nefes aldığım burun deliğimi kapatarak diğer burun deliğimden sekize kadar sayarak nefesimi veririm. Sonra hemen nefes verdiğim burun deliğimden tekrar dörde kadar sayarak nefes alır nefes aldığım burun deliğimi kapatarak diğer burun deliğimden nefes verir ve yine nefes verdiğim burun deliğimden nefes alarak defalarca tekrarlarım.
Dediğim gibi çok içtiğimde bana iyi geliyor. Aslında içki de iyi geliyor. Zaten arkadaşlarım bu aralar çok içtiğimi söylüyorlar. Hiç biri neden içiyorsun demiyor.
Hemen aşağıya bir şarkı bırakıyorum.
Bir derdim var.
İlk içkiye başladığım günü hatırlıyorum. Küçükken içki sofralarında tadımlık yudumladığım içkiden bahsetmiyorum. İlk biramı alıp, gizlice içtiğim günden bahsediyorum. 1986 yılıydı. Küçükkuyu ile Göztepe arasında Mithatpaşa Caddesinden yürüdüğüm yıllardı o yıllar. O zamanlar Sahil Yolu yoktu. Mithatpaşa Caddesi' nde deniz tarafındaki apartmanların duvarlarına denizin dalgalarının vurduğu zamanlardı. Troleybüsler çalışıyordu. Konak Üçkuyular yönünde caddenin sol tarafından yürürdüm hep. Küçüklüğümden kalma alışkanlık. Sonraları hep soldan gittim. Taşı bile sol elimle attım. Küçükkuyu' dan bir iki durak sonra kayalıkların üzerine yapılmış bir park vardı. Adını hiç bilmiyorum. Bakkaldan bira alıp o parka gitmiştim. Bir birayı içtikten sonra kafam dumanlı Göztepe' ye doğru yürümüştüm. O günden sonra hep içtim.
O ilk birayı içmeyecektim. Şaka şaka. İyi ki içmişim.
Kendinden başka bir şeye ne kadar çok bağımlı olursan,
o kadar az mutlu olursun. Mutluluk kendine yetebilmektir.
(Paulo Coelho)
Görsele dikkatli bakarsanız, yeşilliklerin arasında bir ev göreceksiniz. Bunun gibi yüzlercesi var. Nasıl ev yaptın oraya be abicim? Hadi yaptın nasıl iniyorsun nasıl çıkıyorsun oraya? |
2016 yılının Eylül ayının son günleriydi. Sami, babası için aldığı arabayı Kemalpaşa' ya götürecekti. "Önder Abi ben memlekete gidiyorum. Hadi gel birlikte gidelim." dedi. Ne zamandır ben de gitmek istiyor bir türlü fırsat bulamıyordum. Planı yaptık. Çarşamba gününden 2 günlük yıllık izin aldım. 4 gün kalıp Pazar akşamı geri dönecektik. Perşembe sabahı erkenden yola çıkacaktık. Eşyalarımı hazırladım. Sami' nin muayenehanesine (Ankadent) gittim. Hastalar bitince Sami' lerin evine gidip sabah erkenden yola çıkacaktık. Asansörden inerken "Önder Abi senin eşyan hazır. Ben de eve gidince hazırlayayım. Niye sabahı bekleyelim ki akşamdan çıkalım." dedi. Öyle yaptık. Saat 22.30 gibi yoldaydık. Bastık gaza. Sabah çok erken saatte Trabzon' daydık. Önce Pazar'a uğrayacak, orda kahvaltı yapıp, öğleden sonra da Kemalpaşa' ya gidecektik. O yüzden sabahın erken saatinde kimseyi uyandırmamak için hava aydınlanıncaya kadar bir benzin istasyonuna park edip, arabanın içinde uykuya daldık. Uyudum mu bilmiyorum ama iyi üşüdüğümü hatırlıyorum.
Yol boyunca yağmur yağdı. |
Karadeniz bildiğiniz gibi. Her tarafı yeşil. Yolculuğumuz yağmurla geçti. Burada yağmur başladı mı günlerce sürüyormuş. Şansımıza güneşi gördüğümüz günler de oldu.
Öğleden sonra Kemalpaşa' ya vardık.
Sami de atmacaları seviyor. Ben elime almaya korktum. Isırır mısırır.
Buralarda atmacacı olmayan adam yok. Sohbetler hep atmaca üzerine. Önce küçük bir böcek sonra küçük bir kuş, o kuşla da göç eden atmacaları yakalıyorlar. Böcek, dana burnu. Küçük kuş ise, örümcek kuşu. Dağda ağlarla tuzak kuruyorlar. Tente denilen yerde günlerce atmaca geçmesini bekliyorlar.
Tente |
Sami' nin babası da iyi atmacacı. Günlerce burada oturup atmacanın geçmesini bekliyor. Biz de biraz bekledik ama atmacanın bugün geçmeye niyeti yoktu.
Tente' nin olduğu yerden Kemalpaşa manzarası harika. Ben aşağıdaki görseli çektiğimde Kemalpaşa henüz ilçe olmamıştı. Bir yıl sonra ilçe olacaktı.
Ağlar atmaca için. |
Allahtan tentenin oraya gittiğimizde yağmur durdu. Ancak her yer çamur. Onlar alışık hoplaya zıplaya dolaşıyorlar. Ben kayıp, popo üstü düşmemek için bir adımımı 10 dakika düşünerek atıyorum.
Bu harika doğanın ortasında, yılar önce Dr. Deppak Chopra' nın Büyücünün Yolu kitabında okuduğum, bir şiir geldi aklıma.
''Ne olurdu uyusaydın,
Ve ne olurdu
uykunda
rüya görseydin?
Ne olurdu
rüyanda
cennete gidip
garip güzel bir çiçek koparsaydın?
Ne olurdu
uyandığında
çiçeği elinde bulsaydın?
Ya sonra ne olurdu?''
Tellerin altındaki damlalar. |
Yazımın başında burası Karadeniz demiştim ya. İşte o durumlardan biri daha. Yol tıkalı.
Yürüyerek gittik baktık.
Yağmurdan dolayı tepede gevşeyen kayalar yolda giden bir minibüsün üzerine düşmüş. Allahtan hiç kimseye bir şey olmamış. Ucuz atlatmışlar.
Yolun açılması için bir saat kadar bekledik. Daha sonra yaylalara doğru döndük.
Hepsi aynı yöndeymiş sorun yok. 😅
İşte bu olmadı. Ne tarafa gitsek ki? 😇
Abu Deresi' nin yanındayız. Derenin karşısında Sami' nin halasının evi var. Masadaki biranın biri benim.
Sami, bu derenin eskiden daha derin olduğunu yüzmeyi bu derede öğrendiğini anlattı.
Abu deresi yüzülecek bir dere gibi gelmedi bana ama Sami' nin anlattığına göre yazın böyle olmuyormuş.
Yemek yediğimiz yerin hemen yanında alabalık tesisi vardı.
Abu Deresi üzerinde bir köprü. Bu köprünün hemen altında bir zincir sarkıyor. Kilit taşına bağlıymış. O kilit taşını çıkarırsan köprü yıkılırmış.
Dere çevresinde çok fotoğraf çekildik. Bir tanesini bıraktım aşağıya.
Kilit taşına bağlı zincir. |
Serender |
Evet bu da serender. Serender, eskiden yiyecekleri saklamak ya da mısır kurutmak için kullanılıyormuş. Evden bağımsız bir alan olarak yapılıyormuş. Amaç yiyecekleri korumak. Alttaki resimde dört ayağın her birinde fare tırmanması için özel bir tahta olduğunu göreceksiniz.
Bir akşam üstü yanımda getirdiğim kitabı deniz kıyısında okuyorum. Ruhsal Dünyaya Uyanış
Pazar |
Bunlar da tutukları balıklar. Akşam rakıyla götürdüler. Rakı sofralarının en aranan adamıyım. Vejetarjan olduğum için masada bir kişi eksik gibi oluyor. Balıklar ve etler bir eksik sayıya bölünüyor. Rakı ve biraz peynir bana yetiyor.
Okla gösterdiğim ev Pazar' da Raba (Gaba) ya da ona benzer bir şey dedikleri yerde kaldığımız ev.
Alttaki görselde kaldığımız evden sahilin görünüşü. Eskiden -sahil yolu yapılmadan önce- burası denizin dibindeymiş. Şimdi baya içerilerde.
Buraya kadar gelmişken Gürcistan' a da geçelim dedik. Zaten Kemalpaşa' daki herkes günübirlik Gürcistan' a gidip geliyormuş. Yöre halkı benzini bile oradan alıyormuş. Şimdilerde nasıl bilmiyorum.
Ben devlet memuru olduğum için geçişte bizim taraftaki gümrük çalışanlarına iş yerinden aldığım "yurt dışına çıkabilir" belgesini gösterdim. Kontrollerden sonra yürüyerek Gürcistan' a geçtik O tarafta da işlemler hızlı oldu. Bir taksi kiraladık. Bizi Batum' a götürdü. Birkaç saat sonra gelip almasını söyledik. Yolda giderken Efes birası aldık. Bunu nerede içebiliriz diye sorduk şoföre. Burası Gürcistan istediğiniz her yerde içebilirsiniz dedi. Yürüyerek içebilir misiyiz dedik. Sorun yok dedi. Elimizde biralarla Batum sokaklarında dolaştık.
Sarp Kapısı ilk açıldığında halk daha fakirmiş. İlk yıllarda Batum' u görenler yıllar sonra gittikten sonra Batum' u daha gelişmiş, daha güzelleşmiş buluyorlarmış. Yakında bizi ikiye üçe katlar bunlar diyorlar.
Eskiden kızım için Gürcü bir yardımcı tutmuştuk. Kutayisi'den gelmişti. 3 yıl boyunca yatılı olarak bizde kaldı. Lari lirayla aynı değerdeydi. 500 dolar veriyorduk aylık. Dolar 1.4 TL idi. Son dolar yükselişinden sonra şimdi onlar bizi yardımcı olarak tutacak düzeye geldiler. Biz yukarıdaki anıtın önünde fotoğraf çektirirken, para karşılığı fotoğrafımızı çekebileceklerini söylediler. Biz de gerek yok dedik. Şimdi gitsek yüzümüze bakmazlar. Ben bu yazıyı yazarken 1 Lari, 5,32 TL idi.1 dolarda 16,42 TL. Vay be....
Dahası da var....
Önder Güngör