Bir Çin Atasözü der ki;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir. Ona öğretin.
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır. Onu uyandırın.
Bilen ve bildiğini bilen akıllıdır. Onu izleyin.
Bir Çin Atasözü der ki;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.Netflix' te Biking Border' ı izledikten sonra öneri şeklinde gördüğüm ve izlediğim film.
Bir yol filmi. Ya da yol filmine benzetilmeye çalışılmış, Kadrosunda ünlü yıldızları koyarak iş yapmaya çalışan basit bir film.
Ölüm döşeğindeki arkadaşlarını ziyarete giden iki arkadaş, hasta arkadaşlarının kızını da ikna ederek gençliklerinde yaptıkları gibi Afrika çöllerinde Reanult 4L kullanarak yolculuk yapıyorlar.
Beğenmedim.
Foça 2009 / Önder Güngör |
Expedition Happiness
Bir gezi belgeseli. Netflix öyle diyor. Ben pek kafamda bir
yere oturtamadım. Gezi mi? Evet. Belgesel mi? Ehh.. Gezi sırasında çekilmiş
doğa görüntüleri var, manzara görüntüleri var, ayı görüntüleri var ama kumandanın
düğmesine bassam BBC Earth, National Geograghic, Love Nature vb.. tüm kanallarda
bu görüntülerin yüzlerce kat daha kalitesi ve bilgi yüklüsünü izleyebilirim.
Özetle;
İki Alman sevgili, Amerika’da bir öğrenci servisi otobüsünü internetten
alıyorlar ve New York’a gidiyorlar. Yanlarında köpekleri de var. Rudi. Orada 90
gün boyunca bu otobüsü karavana çeviriyorlar. 90 günlük vizeleri bitince
otobüsle Kanada’ya gidiyorlar. Oradan Alaska’ya daha sonrada Amerika ve Meksika’
ya seyahat ediyorlar. Olay bu.
İzleyen birçok gence heyecan verdiğini düşünüyorum. Hatta yine
birçoğunun ben de böyle bir şey yapacağım diye içinden geçirdiğine de bahse
girerim. İşte orada bir ANCAK kelimesi söylemek istiyorum.
Alman sevgililer ABD’ de 90 günlük vize alabiliyorlar, 90
gün boyunca orada kalıyorlar ve otobüsü karavan çeviriyorlar. Ne para var… Düşünsenize
Ankara’dan İstanbul’a gidiyorsunuz. Bir tane eski bir Ducato alıyorsunuz.
Paranız var ya… Onu da karavana çeviriyorsunuz. Bu arada İstanbul’da akrabanız
yok, 90 günde İstanbul’ da yatıp kalkıyorsunuz. Bu açıdan bakınca bana zor
geliyor. Üstelik oradan Kanada ve Alaska. Sadece Alaska sınırına kadar 10.000 km yol yapıyorsunuz. Ben sadece Ankara’
dan Antalya’ ya gideyim, biraz da orada gezeyim, kredi kartı ekstrem benzinle
doluyor. 1 haftalık Antalya tatilimde konaklama kadar benzine para verdiğim zamanlar
olmuştur. Diyeceksiniz ki Amerika’ da benzin ucuz. Pek de öyle değil, Hele de Euro
kazanmayıp, TL kazanan bizler için. Yani bizim gençlerimiz heveslenip, böyle
seyahatler yapıp belgeseller çeker mi? Çeker. Ama bir Alman kadar rahat değil.
Adamlar Amerika’dan çıkmadan Alaska’ya vize alabiliyorlar. Yine Amerika’dan
çıkmadan vizeleri bitmiş, uzatma almalarına rağmen yeniden -zor da olsa-
Amerika’ ya vize alabiliyorlar. Bir de bir Cezayirli’ nin bu seyahati yaptığını
düşünsenize. Tutuklanır valla.
Neyse gelelim Expedition Happiness’ a.. Heyecan uyandıran
bir gezi belgesel bekliyorsunuz. Karavanı yapmaları, yolda olmaları, otobüsün
üstünde kahve içmeleri zevkle izliyorsunuz ama belgeselin büyük bir çoğunluğunda
Rudi’ nin (Köpekleri) yaşadığı sağlık sorunları, vize sorunları, seyahat
sorunları vb.. belgeseli bir nevi drama çeviriyor. Hatta yolculuğu sorgulamaya
başlıyorsunuz. Köpek evde kalsa daha iyi olmaz mıydı diyorsunuz? Bir dağ köpeğini
40 derece sıcak Amerika ve Meksika çöllerine götürüyorlar. Köpek bu çöellerde
gezerken diğer hayvanların dışkılarını kemiriyor ya da benzeri şeyleri ağzına
alıyor. Sıcaktan etkilenen köpek bir de giardiazis oluyor. Amerika’ya tekrar
giriş vizesini köpekleri sayesinde alıyorlar. Seyahati de onu bahane ederek
sonlandırıyorlar.
Belgesel de birçok konu çok detaylı anlatılmıyor. Her şey
çok yüzeysel geçirmiş. Bir bölümlük olduğu için belki de. Gezi facebook
üzerinden günlük hatta anlık paylaşımlarla takipçilerle paylaşılmış. Köpeği
bahane edip geri dönmeleri belki de buradan gelen yorumlardan kaynaklanabilir. Belki
de yoruldular ve eve dönmek istediler, köpeği de bahane ettiler. Çünkü sonlara
doğru gezi heyecanlarını kaybettikleri çok net görülüyor. Rutine dönmek
istediklerini kız birkaç defa tekrarlıyor.
Peki ben böyle bir gezi yapar mıydım.? Canlandırma yapayım. 25
yaşımdayım. Yanımda sevgilim var. Bu seyahati karşılayacak finansal durumum da
mevcut.
Bilmiyorum.
Ben biraz daha garantici bir adamım. Alaska’ da yol
kenarındayım. 5 saattir bekliyorum, yanımda sevgilim var, bir tane bile araba
geçmiyor. Arabam arızalansa tamir edebilecek bilgim yok. Hastalansan en yakın
hastaneye 15 saatte varamazsın. Biraz zor…
Belgesel’ de belki bir şey dikkatiniz çekmiştir. Onlar da
konaklamak için Milli Parklar’ı seçiyorlardı. Çünkü bir şekilde bu parklarda
bekçiler ve ofisler mevcut. Öyle rastgele bir dağda sadece günübirlik konaklamalar
yapıyorlardı.
Sevgililerden biri müzisyen. Tüm seyahat boyunca gittiği
yerler için şarkı besteleyip albüm yapmış. Diğeri de film yapımcısı. Gezi
boyunca birisinin online olarak işinde çalışmaya devam ettiği söylendi ama
hangisiydi hatırlayamadım. Film yapımcısının amacı ise bu geziyi zaten belgesel
yapmaktı. Bana göre her ikisi de bu geziye uygun insanlar değildi. Hani
dağcılar kampçılar der ya. O sertlik onlarda yoktu.
Sonuç olarak belgeseli izlemek isteyenlere önerim. Detaylı
bir karavan ve doğa yaşam anlatımı yok, detaylı bir yol serüveni yok, ayrıntılı
bir günlük yaşantı paylaşımı yok ama…..İzleyin. Çünkü yolda olmak güzeldir.
Not: Belki geziyi facebooktan anlık takip etmiş olsaydım
daha keyif alırdım. Ya da dizi şeklinde daha uzun bölümler halinde çekilseydi
daha başarılı olabilirdi. Her ikisine de teşekkürler. Pardon üçüne.
Bir kaç ay önce BBC Earth' de yine otobüsü karavana çevirmiş yanında da küçük çocukları olan ve anlık sosyal medya paylaşımları ve bağış alarak gezi yapan bir çift daha izlemiştim.
Önder Güngör / Ankara / 11 Ağustos 2021
1987 yılıydı. İzmir Atatürk Lisesi ikinci sınıftaydım. Bir akşam Atatürk Kültür Merkezi' ne götürmüşlerdi bizi. İlk kez o zaman gitmiştim tiyatroya. Müşfik Kenter' in "Bir Garip Orhan Veli" tiyatrosunu izlemiştim. Daha sonrasında da yine aynı yerde Suna Kan' ı dinlemiştik sınıfça.
Lise yıllarındaydım. Genellikle o yıllara ait anılarım bölük pörçük. Birçok şeyi tam olarak hatırlayamıyorum. Arkadaşlarımla otururken bazıları küçüklük anılarını anlatır, ben ise öylece bakar dururum. Dalar gider bir şeyler hatırlamaya çalışırım ama doğru düzgün bir şey gelmez aklıma. Ama size birazdan anlatacağım anı aklımın bir köşesine kazınmış ender hatırladıklarımdan biri.
Kanada' da 1992 yılında Leonard Cohen ile yapılan bir röportaj'da Cohen'e kim olduğu sorulur?
Bu yazımı size Akçay Güre’ deki yazlıktan yazıyorum.
Hatta yazımı yazdığım mekanın bir görselini de aşağıya koyuyorum.
Saat sabah 07.53.
Yöre halkının meşhur bir sözü vardır.
“Ağustos’ un yarısı yaz, yarısı kıştır.” diye. Ben de bu
söze inanmaz hep dalga geçerdim. ”Hangi
yarısı? ilk yarısı mı son yarısı mı diye?” Gerçekten de öyleymiş. Bu yıl tüm
Ağustos’u burada geçirmeye karar verdik. 21 Ağustostayız ve bu hafta akşamları
kış gibi geçti.
Eğer deniz kenarında bir yerde uzun süre kaldıysanız ve “Hadi
denize girelim” cümlesinin ardından “Hadi girelim” diyorsanız hava gerçekten
deniz havasıdır. “Hadi denize girelim” cümlesinin ardından, “Sen gir ben sonra
gireceğim” diyorsanız havalar soğumaya başlamıştır.
Buraların rüzgarı da meşhurdur. Her mevsim olur. Hatta
yazlığın bulunduğu sahilin ucunda küçük bir burun vardır. Burnun diğer tarafı
Edikoop tatil sitesidir. İki sahilde birbirlerine çok yakın, yürüme mesafesindedir.
Yöre insanının meşhur bir sözü vardır. Bu sahilde rüzgar varsa Edikoop’ ta
rüzgar yoktur. Edikoop’ ta rüzgar varsa burada rüzgar yoktur. Hangi plajda
denize gireceğinize rüzgara göre karar verirsiniz.
Güre’ de meşhur İda Dağı’ nın (Kaz Dağları) hemen
eteğindeyken, burayla ilgili bir hikaye yazmadan duramazdım. Tabii ki de
yazdım. İşte aşağıda.
Yıllar yıllar önce, Zeus Kaz Dağları’ nda bir ağacın altında
öğle saatlerinde uyuyormuş. Yarı tanrı yarı insan bir adam Zeus’ u uyandırmaya
cüret etmiş. Zeus bu işe çok sinirlenmiş. “Ne diyorsun be adam.” diye haykırmış.
Adam sakin bir sesle tekrarlamış.” “Tanrıların tanrısı Zeus, İda Dağı’ na yeni
bir tanrı gelmiş. Herkes onu görmeye gidiyormuş. Sen de duy istedim.” demiş. “Yeni
tanrı da kimmiş be adam.” diye uykulu uykulu haykırmış Zeus. Adam “Bilmiyorum,
ama söylenene göre bundan sonra buranın tek tanrısı o olacakmış.” Zeus hışımla
yerden kalkmış. Göğe doğru haykırarak kollarını kaldırmış. Kolları aniden
kocaman kanatlara dönüşmüş. Hızlı hızlı kanatlarını çırpmış. Gözünü açtığında
bugün Mersin olarak bilinen Zephyrion sahillerinde uçuyormuş. Hızla geri,
adamın olduğu Kaz Dağları’ na geri dönmüş. “Nerede bu yeni tanrı denen adam,
göster bana demiş.” Adam, “İda’ nın zirvesinde herkesi oraya çağırmış.” demiş.
Zeus bir kanat çırpışıyla İda’ nın tepesine ulaşmış. Diğer bütün tanrılar, yarı
tanrılar ve köylüler orada toplanmış. Tam o sırada gökte şimşekler çakmış,
ışıklar parlamış. Bir ışık topuna sarılı halde yeni tanrı yeryüzüne inmiş. Zeus’
un beklediğinin aksine yeni tanrı erkek değil güzeller güzeli, zarif bir
kadınmış. Zeus şaşkınlığını gizleyerek, yeni tanrıya, “Sen de kimsin? Benim
dağımda ne arıyorsun? Ben burada gördüğün
her tanrının tanrısıyım.” demiş.
Kadın sakin ve zarif bir sesle, “Ben Deremitos. Birlik
tanrısıyım.” demiş.
Zeus “Geldiğin yere geri dön. Burada istenmiyorsun.” demiş.
Deremitos, “Artık BİR olmanın zamanı geldi Zeus.” demiş.
Zeus, öyle bir öfkelenmiş ki tüm gücünü Deremitos üzerinde
kullanmaya ve onu yok etmeye çalışmış. Ama hiçbir gücü ona kadar ulaşamamış.
Karşısındaki tanrı gerçekten çok güçlü bir tanrıymış. Onunla baş edemeyeceğini
anlayan Zues hızla kanatlarını çırpıp dağdan aşağıya inmiş. Yere yakın o kadar
hızlı uçmuş ki yer gök sallanmış ve Assos’ tan Karadeniz’e kadar toprak
yarılmış. Bugünkü Çanakkale ve İstanbul boğazları oluşmuş. Deremitos’ un yanına
gelen Zeus “Bu deniz sınır olsun. Karşı tarafa git. Orada hüküm sür.” demiş.
Ancak Deremitos sakin bir sesle “Olmaz Zeus. Artık BİR’ lik zamanı.” demiş.
Ancak Zues yeni tanrıya “Eğer gitmezse bütün İda Dağı’ nı ve buralarda yaşayan
herkesi yok edeceği tehditini savurmuş.” Zeus’ un bu hırçınlığı karşısında
Deremitos, “Peki istediğin gibi olsun. Ama yeniden geleceğim. O zamana kadar
yine buralarda olacağım” demiş ve kollarını havaya kaldırınca kocaman bir
buluta dönüşmüş. Bütün körfezi ve dağı kaplamış. Günlerce yağmur yağmış, rüzgar
esmiş. Dereler, göller dolmuş. Güneş yeniden çıkarken İda Dağı’ ndan son kez
Deremitos’ un sesi duyulmuş. “Bu dağların her damla suyunda, her bir tohumunda,
her bir çiçeğinde, her bir rüzgarında beni hatırlayın. Her rüzgarın
fısıltısında beni duyun.” demiş.
Zeus yıllarca boğazlarla ikiye ayırdığı Trakya ve Anadolu’
yu yeniden birleştirmeye çalışmış, ancak deniz bir daha buna izin vermemiş. Deremitos’
un sesi her yağmur yağışında ve rüzgar esişinde hafiften İda Dağları’ nda halen
daha duyuluyorumuş. Yıllar sonra Deremitos, Edremit’e adını vermiş.
Ne uydurdum ama.
Merak etmeyin insanlar uyduruk hikayeleri daha çok
seviyorlar. Geçen yıllarda yine böyle bir hikaye uydurmuştum. Akşam rakı
içiyor, şarkı dinliyordum. Sözlerinden etkilendiğim bir şarkıya uyduruk bir
hikaye yazdım. Blogumdan kopyalayıp aldılar. Facebook’ ta Whatsapp’ ta paylşatılar. Sonra herkes, hikayenin gerçek olduğuna inandı.
Yakında bu uyduruk hikayemi de Yunan Mitolojisi kitaplarında
görebilirsiniz.
Önder Güngör / 21 Ağustos 2021 / Güre Akçay