Tarih: Haziran 12, 2021 Yazar: Yorum: 1 yorum

Parrra parrra parraaa

Parrra parrra parraaa



Bugün 12 Haziran 2021

“Günaydın yaşamak!” diyerek yazıma başlıyorum.

Bir şarkı var eskilerden, melodisini çok severim.

“Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar
Kalbimde sevgin oldukça
Zenginlik mal mülk para neye yarar
Yanımda sen olmayınca”

Melodisini severim dedim ama sözlerini değil. Şarkının içinde zenginlik var ama sen yoksun. Ben ikisini de isteyenlerdenim.

Maalesef bizim gibi ekonomik açıdan geri kalmış toplumlar, yıllarca bu “azlık” felsefesiyle yetişti. Ya da bu bize bilinçli bir şekilde öğretildi. Alın yazımız oldu.

“İki güzel şeyi yan yana getiremedik hiç!”

Parayla mutluluğun aynı anda olamayacağı, parayla huzurun bir arada olamayacağı, çok paramız olunca sağlığımızı kaybedeceğimiz korkusu, paranın hayır getirmeyeceği ve daha sayısız felsefi sözler beynimize kazındı. Yeni oluşan nöronlarımız hep bu düşünceyi destekledi. Sonra da genlerimizle aktarıldı.

Oysa Avrupa’ lı öyle mi. Kendisine hem zenginliği, hem mutluluğu, hem sağlığı, hem huzuru hem de paranın getirdiği her türlü konforu layık gördü.

Bize, iki tane güzel şeyin aynı anda olamayacağı kodlanmış. Çok gülersek ağlayacağımıza, çok sevinirsek kötü bir haber alacağımıza inandırılmışız.

Yeşilçam filmlerinde de öyle değil miydi? Esas oğlan fakir ama gururlu, aşık olduğu kız zengin ama şımarık, babası ise parasıyla caka satan kötü adam.

Neyse. Bugün yazmak istediğim konu parayla ilgili ama yukarıdaki anlattıklarımla ilgili değil.

Gençler soruyorlar. Abi, hangi mesleği seçelim? Hangi bölümü yazalım diye? Onlara diyorum ki, hangisinde para çoksa onu yazın.

Abi sen böyle deme bari diyorlar?

Saatlerce onlara paranın ne kadar önemli olduğunu anlatıyorum. Onlarsa ergenliğin verdiği hormonlarla, felsefi konulara dalıyorlar. Aşktan, gönülden, samanlıktan bahsediyorlar. Ütopik bir dünyada yaşıyorlar. Gençler. Heyecanları var.

Peki para günümüzde niye bu kadar önemli diye soruyorlar. Eskiden de önemliydi ama günümüzde daha da önemli diyorum. ve başlıyorum anlatmaya. Çünkü arzularımız var. Sahip olmak istediğimiz nesneler var. Eskiden bunların sayısı sınırlıydı. Daha çok somuttular. Arzuladığımız şeylere az sayıda insan sahipti ve bunu onların da kabul etmesiyle rahat bir şekilde alabiliyorduk. Alamasak da arzular şelale değildi. 😊  Günümüzde ise arzulanan şeylerin sayısı somut ve soyut olarak son derece fazla. Üstelik sadece birilerinin elinde değil. Her yerde. Kafanızı çevirdiğiniz her şey arzu yaratabiliyor. Cep telefonunuzun içindekiler, bilgisayarınızın ekranındakiler, sokaktakiler, vitrindekiler, arkadaşınızdaki.

Onlar da haklı. İstedikleri mesleği yapmak, ideallerinin peşinde koşmak istiyorlar. Ama hayat tecrübelerim, bunları başaran insanların sayısının çok az olduğunu söylüyor. Niye paradan bahsediyorum onlara, çünkü daha yolun başındalar, daha tercih aşamasındalar, ilk adımlarını atacaklar. Ben de ilk sözü söylüyorum. Yani Ankara'ya gelmiş bir insan nereden ev alayım diye sorarsa bir fikir veririm, ama henüz hangi ilde yaşayacağına karar vermemişse bu insana daha farklı bir tavsiyede bulunabilirim. Bunun gibi. Onlar daha yolun en başındalar.

Napolyon’ a atfedilen bir hikaye var:

Napolyon'un esir olarak aldığı bir general “Siz para için savaşıyorsunuz biz ise şerefimiz için savaşıyoruz!!” deyince Napolyon "Doğru, herkes kendisinde olmayan şeyler için savaşır." demiş. Bunun çok değişik versiyonları da var.

Ünlü bir şarkıcıyla röportaj yapan spiker;

“Efendim sizin için dünyada en önemli şey nedir? Para mı? Dürüstlük mü?” diye sorunca:

Şarkıcı “Para” diye cevap veriyor.. Spiker “Sizden hiç beklemediğim bir cevap, ben olsam dürüstlük derdim.” derdim. Bunun üzerine şarkıcı, “Haklısın, herkes kendisinde olmayanı ister.” der.

Yıllardır hep şunu iddia ederim. Para insanlık tarihinde her dönem önemli olmuştur. Bazı dönemler lüks bir hayat için bazı dönemler ise sadece yaşayabilmek için. Antik kentlere bakın. Kazılarda çıkan evlerin neredeyse tamamı zenginler için yapılan evler. Para hakkında söylenmiş ve sizi paradan soğutmaya çalışan saçma sapan felsefik sözlere de inanmayın. Sizler Aristo’ nun, Sokrates’ ın fakir olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ya da imrenerek okuduğunuz geçen yüzyılın varoluşçularının, felsefecilerinin  yoksul mu olduğunu düşünüyorsunuz? Parası olmayan insanların müzikle, sanatla uğraştığını mı sanıyorsunuz? Bir iki istisna olabilir ama…diğerleri? Antik kentlerde bulunan kütüphanelere, tapınaklara fakirlerin gittiğini mi sanıyorsunuz.

Kimseye para hayatınızın en önemli odağı olsun demiyorum ama onu görmezden gelmeyin diyorum. Yoksa o sizi hiç görmez.

Çok paradan da bahsettiğim yok, sadece paradan bahsediyorum.

Para önemli değil, zenginlik önemli diyorsanız. O çoook farklı bir tartışma. Şu andaki yazımın konusu değil. Onu da bir gün tartışırız. Eğer mutlu olmaktan bahsediyorsanız. O da farklı bir şey. Aristo’ya göre mutluluk bir amaçtır, hedeflenmesi gereken tek şeydir.  Zaten buna hiç itirazım yok. Sadece şu andaki konumun dışında. Para istemiyorum mutluluk istiyorum diyorsanız yolunuz açık olsun. Ama yazımın ana konusu da bu zaten. Niye ikisini istemiyorsunuz? İkisinin bir arada olamayacağını kim söylüyor?

Ama para konusunu konuştuğum gençler genlerindeki kodlara uygun davranıyorlar. Kurdukları güzel hayallerin yanına parayı yakıştıramıyorlar. Sanki para olursa hayallerindeki büyü bozulacakmış gibi davranıyorlar. Ancak birçoğu kurduğu hayalleri için paraya ihtiyaçları olduğunu kavrayamıyorlar. Bu onların suçu değil. Bize aktarılan genleri biz de onlara aktardık. Zenginliği, bolluğu hiç kendimize yakıştıramadık. 

Belki de paraya ulaşma yolunu zahmetli buluyorlar.

Paranın sizi farklı bir insan yapacağına inanıyorsanız ona da bir şey diyemem.

Sonuç:

Zenginliği, bolluğu hiç kendimize yakıştıramadık. Mutluluk, zenginlik, aşk, arzulanan hayat…hepsini bir arada isteyin. Buna yakışırsınız.

Bu kadar laftan sonra Gözde Öney dinleyelim.

Gözde Öney - Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma Güzel (Cover)



Önder Güngör / 12 Haziran 2021 / Ankara
Tamamını oku
Tarih: Mayıs 31, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Karışık kaset

 


Bugün 31 Mayıs 2021

Sabah Netflix’ de Karışık Kaset filmini izledim. 2014 yapımı film. Sarp Apak ve Özge Özpirinçci oynuyor. Genelde filmler hakkında çok yazı yazmam. Bugün de film hakkında yazmak istemiyordum ama birkaç sahnesine kısaca değinmek istiyorum. Filmin bir yerinde sevgililerce terk edilme ile ilgili bir konu geçiyor. Özge Özpirinççi’ nin söylediği sevgilime, “İbne Fener” dedim kısmı hiç hoşuma gitmedi. Gereksiz bir söz. Filme kasıtlı olarak yerleştirilmiş bir diyalog. Yarın Fenerbahçeli bir yönetmen ya da senarist çektiği filme, geçenlerde arkadaşıma “İbne Cimbom” ya da “İbne Beşiktaş” dedim diye bir diyalog yerleştirse iyi mi olur? Diyeceksiniz ki çok gereksiz bir yere takılmışsın. Doğru. Ama inanın bir çok kişi takılmıştır bu ayrıntıya. Olsa ne olur, olmasa ne olur diyorsanız size de bir şey diyemem. Filmin sonlarında ise karışık flash disk sahnesi, espri bile olamayacak derecede kötü olmuş. Ayrıca, Ulaş’ın ruhsal yapısı bilinçsizce işlenmiş. Her türlü kişilik yapısına rağmen, bir şekilde sosyal hayatın içinde olan Ulaş, birden şizofren bir kimlik sergiliyor ve evin içinde ölmüş babasıyla konuşuyor. Hem de bir sahnede değil, birçok sahnede. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi yine normal hayatına dönüyor. Birden şizofrenik kimlik kayboluyor. Neyse işte öyle bir film.

Film, adı gibi (Karışık Kaset) karışık olmuş.


Filmde hoşuma giden sahnelerde vardı. Lunapark sahnesi. İzmir Fuar’ ını hatırlattı bana. Benim için iki farklı İzmir Fuar’ı vardı. Birincisi 20 Ağustos- 20 Eylül tarihleri arasında açılan ve Tepeköy’den ailecek gittiğimiz İzmir Fuar’ ı, ikincisi ise İzmir’de lise yıllarımda kendi başıma yılın her zamanında gittiği İzmir Fuar’ı. İzmir Atatürk Lisesi, fuarın Montrö ve Lozan kapıları boyunca uzanırdı. Her iki kapıdan da giriş yapar, saatlerce fuarda dolaşırdım. Hey gidi fuar.

Bir de gelelim şu karışık kaset olayına.

Küçüklüğüm İzmir-Tepeköy’ de geçti. Şimdilerde, Tepeköy diyen yok. Torbalı daha çok kullanılan bir isim. Biz yerlileri halen daha Tepeköy deriz. Atatürk Meydanı’ nda Plakçı Atik vardı. Ortaokul, lise zamanlarımızda, elimizde şarkı listeleriyle onun dükkanına giderdik. Verdiğimiz listeler birkaç gün içinde karışık kaset haline gelirdi. Evde kasetçalarda(teyp) dinlerdik. Benim walkman’  im yoktu. Hiç de olmadı. Bazen arkadaşlarımdan ödünç alırdım, ancak ona da pil alamazdım. Piller çabuk biterdi. Hatta kaseti ileri sarmak için ya da geri almak için pil bitmesin diye yuvasından çıkarır kalemle sarardım.

Üniversitedeyken rock müzik, heavy metal ve 1960’ ların müziklerini dinlerdik. Henüz CD’ler çıkmamıştı. Windows 3.1 var mıydı bilmiyorum. 1988-1992 yılları arasıydı. Zafer çarşısının alt katında plakçı vardı. Oraya gider, istediğimiz şarkıların kasetlerini yaptırırdık. Hepsini bulmak da mümkün olmazdı.

Peki o kasetler ne oldu? Evlenince eşim hepsini attı. Ben de itiraz etmedim.

Her şey ne kadar hızlı gelişiyor. Kaset, CD, flash bellek, telefon hafızası, MP3 derken hepsi tarih oldu. Youtube’ dan istediğimiz şarkıyı dinliyoruz artık. Üstelik bulamama derdi yok. Her şey var. Eskiden dinleyip de bir türlü ulaşamadığım şarkılar, şarkıcılar..

Bakalım 5 yıl sonra Youtube’ ın yerini ne alacak.?

Önder Güngör / Ankara -  31 Mayıs 2021


Karışık Kaset teaser


Karışık Kaset fragman


Tamamını oku
Tarih: Mayıs 14, 2021 Yazar: Yorum: 1 yorum

Cevapsız sorular

 


Bugün 08 Mayıs 2021 Cumartesi,

Nisan ayında başlayan tam kapanma sürecinde bayılmak üzere olduğumuz günlerdeyiz. Gerçi dün işe gitmek zorunda kaldım ve meşhur soruyu kendime sordum “Tek kapanan ben miyim?”

Maalesef sokaklar hiç kapanmamış gibi. Olan esnafa oldu. Birçok dükkan kapalı ama dışarıda sürüyle insan var. İnsan profiline baktığınızda dışarıdaki birçok kişinin de çalışmayan/işe gitmeyen kişiler olduğu belli.  (İşe gidenler zaten işlerinde.) Belki onlar da haklı, evlerine ekmek alacaklar, süt alacaklar, sebze alacaklar, meyve alacaklar… Herkes evlerde bunaldı. Sonuç; insanlar dışarıda. Bu durumda kimi dinlerseniz haklı. Maalesef herkesin haklı olduğu bir durumdayız.

Bugün itibarıyla ülkenin %12,7’ si aşılanmış durumda. Vaka sayıları 20 binlerde.

Pandemi sürecinde en çok özlediğim şeylerden biri de mekanlar. Mekanların kapalı olması bu süreci zorlaştıran etkenlerden biri. İnsan bir yerlere gidip oturmak, bir şeyler içmek, müzik dinlemek, konsere gitmek istiyor.

Aylardır evdeyiz. O yüzden yazacak çok fazla bir şey yok. Anten kablosunu onarıyorum. Çanağın yönünü çeviriyorum. Prizleri tamir ediyorum. Balkonları yıkıyorum. Yerlerdeki boya lekelerini çıkarıyorum.

Okuduğum kitapları tekrar okuyorum.

Başarının 7 Spiritüel Yasası/Dr.Deepak Chopra

“Başarının birçok yönü vardır; maddi zenginlik bunun sadece bir parçasıdır. Bunun öncesinde başarı bir varış noktası değil, yolculuktur. Kelimenin tam anlamıyla maddi bolluk, bu yolculuğu en keyifli hale getiren unsurlardan biridir, fakat başarı aynı zamanda sağlıklı ve enerjik bir bedene sahip olmayı, hayattan zevk almayı, ilişkileri dolu dolu yaşamayı, yaratıcı özgürlüğü, duygusal ve ruhsal dengeyi, iyi ve huzurlu olmayı da kapsar.”

Yazımızın başlığı ile bitirelim.

Cevapsız Sorular / Manga


Tamamını oku
Tarih: Nisan 08, 2021 Yazar: Yorum: 1 yorum

Nakıp Ali’ yi de geçti.

Nakıp Ali’ yi de geçti.

Nakıp Ali kimdir?

Tanımıyorum. Bilmiyorum.

Nakıp Ali


İlk kez önümdeki Mayıs 1969 tarihli Varlık Dergisi’ nin 740’ ncı sayısından okuyorum. Ülkü Tamer’ den. Nakıp Ali Öldü başlıklı yazı.

İnternetten araştırıyorum. Hakkında birkaç yazı var. Hepsini de Ülkü Tamer yazmış. Başka tanıyan da yok herhalde diye düşünüyorum. Ancak sonrasında Nakıp Ali Sinemaları başlığını görüyorum.

Asıl adı Mhemet Ali Nakıpoğlu. Namı diğer Bombacı Ali. 1 Nisan 1969’ da ölmüş. Ertesi ay yayımlanan Varlık Dergisi’ nde Ülkü Tamer yazmış. Önümdeki dergide o.

“Yedi-sekiz yıl oluyor. “Yeni Melek” sinemasında bir film seyrediyordum. Ansızın film koptu, ışıklar yandı. Biraz sonra yeniden başladı. İki dakika sonra yeniden koptu. O sırada üst balkondan biri bağırdı!

-          Nakıp Ali’ yi de geçti.

Yanımdaki arkadaşım.

-          Ne dedi? diye sordu.

-          Nakıp Ali’ yi de geçti dedi, diye cevap verdim.

-          Nakıp Ali’ yi mi?

-          Evet, Nakıp Ali’ yi.

Çok olağan bir sesle söylemiştim bunu. “Herhalde çok ünlü biri bu Nakıp Ali, benim bilmemem ayıp,” diye düşünmüş olacak, kim olduğunu sormadı Nakip Ali’ nin. Ben de bir şey demedim.”

Böyle bir girişle başlamış yazıya Ülkü Tamer. Bu anısını birkaç yerde daha yazmış. Yazı devam ediyor.

“Nakıp Ali geçenlerde ölmüş. Güneye sinemayı ilk getiren adam. “Yılmaz Ali” nin afişinden “King Kong” un afişine kadar bana bir sürü afiş veren adam. “Parasını babam verecek” deyip, sinemasının kapısından içeri daldığım adam. Ölmüş.”

“Küçüktüm Nakıp Ali’ nin sinemasındaydım yine. Filmden önce, “Gelecek Program” gösterilirdi. Güzel bir filmdi. Görmek istiyordum. İki gün sonra İstanbul’ a gidecektim. O filmi görmemek çok üzecekti beni.

-          Ben de şans yok, dedim Nakıp Ali’ ye. Gelecek hafta yerine bu hafta oynasaydı bu film ne güzel görecektim.

Ertesi gün beni çağırttı. Sabahleyin erkenden benim için oynattı o filmi. O filmi oynatarak bir çocuğu sevindiren adam ölmüş.”

“Biraz daha büyüdüm. İstanbul’ un sinemalarını biliyordum artık. İstanbul’ un sinemalarının kapılarına koca koca afişler asılıyordu. Bir yaz Gaziantep’ e gittiğimde, Nakıp Ali sinemasının kapısına asılsın diye kocaman bir afiş yaptım. Toprak boyayla. “Zeytikliklerin Altında Sükun Yok” un afişini. Sonra katlayıp, götürdüm. Ne bileyim ben…Katlayınca bütün boyaları dökülmüş afişin. Renkler, yazılar birbirine girmiş. Ben üzülmeyeyim diye o berbat afişi sinemasının kapısına asan adam ölmüş.”

Ülkü Tamer’ in hem bu yazısında, hem de daha sonraları kaleme aldığı bir çok yazı da Nakıp Ali ile ilgili bir çok anısı var.

Çocuklar kendisine yapılanları hiç unutmuyor. Küçük bir çocuğu sevindiren adam ölümünden sonra defalarca hatırlanmış ve her seferinde Ülkü Tamer tarafından hakkında bir şeyler yazılmış.

Nakıp Ali için şunları söyleyebilirim. Daha önce bu blogtaki yazılarımdan birinde bahsetmiştim. Bir diyabet toplantısındaydım. Bir üniversitenin diyabetik ayak bakımı için açtığı servisi dolaşmış, ardından toplantıya katılmıştım. Toplantıda servisi açmak için uğraş veren hoca şunları demişti. “Türkiye’ de iyi olan bir çok şey kişisel uğraş ve çabalar sonucu yapılmaktadır.” Gerçekten de öyle. Bir Nakıp Ali,  kişisel uğraşı ve emeği ile Gaziantep’e sinema getirmiş, herkesi daha okuma yazma bilmeden sinemayla tanıştırmıştı.

….

Not:  Nakıp Ali'yi anlatan en önemli film Kadir İnanır'ın başrolünde olduğu Memduh Ün filmi "Bir Mucizedir Sinema"(2005) Ayrıca İz TV  tarafından hazırlanmış bir belgesel var. İkisini de seyretmedim. Seyredince paylaşırım.

………

 

Küçüklüğümde sokağımızda oturan yaşlı bir adam vardı. Her bayramda sokaktaki çocukların tamamına leblebi şekeri dağıtırdı. Kese kağıdı ile aldığı şekerleri gazete kağıdından yaptığı külaha doldurur hepimize eşit şekilde paylaştırırdı. Adını hatırlamıyorum. Kim olduğunu da bilmiyorum. Ama külahtaki şekerleri cebime koyduğum anı çok iyi hatırlıyorum.

Çocuk sevindirmek ayrı bir şey.

 

Önder Güngör / Ankara / 08 Nisan 2021

Tamamını oku
Tarih: Nisan 03, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hangimiz daha.....?




Bugün 03 Nisan 2021 Cumartesi, 
Bizim nesil için halen daha 67 il var. 
Bize göre en iyi oyun Generals Zero Hour. 
Bruce Willis denince aklımıza Mavi Ay gelir. 
 Gitarı elimize aldığımızda Akdeniz Akşamları’ nı çalarız. 
Otobüse binmek istediğimizde bilet nerede satılıyor diye sorarız.
 Üniversite sınav sonuçlarının açıklandığını duyduğumuzda gazete almaya gideriz. 

Aramızda farklar var. 

Tabii ki bunlar işin abartması ancak ben bunları nesil farklılığı olarak yorumlamıyorum. Eskiden bizim zamanımızda, ebeveynler ile çocuklar arasında nesil farklılığı var denirdi. Şimdiki farklılıklarımızı ise nesil farklılığı olarak yorumlamak işin kolayına kaçmak gibi. Hem hangi nesil. Biz mi eski nesiliz. Şimdikiler mi? 

Bob Dylan, Blowin in The Wind’ de soruyor: 
Evet, ve bir adamın kaç kulağı olmalı?
İnsanların ağladığını duyabilmesi için. 

Ya da Jim Morrison dediği gibi. 
"Dünyayı istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz” dediği dönem. 

Hangimiz yeni, hangimiz eski. Eski/ yeni şeklinde sormak doğru değil. Soruyu daha doğru soralım. Hangimiz daha….?


Önder Güngör / 03 Nisan 2021 / Ankara
Tamamını oku
Tarih: Mart 21, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Ben yola gelmem, yol bana gelsin(*)



Pandemi günleri, esnek çalışma mesaisinin olduğu günlerdeydim.

Sabah erken uyanır, tekrar uyuyabilme umuduyla yataktan dışarı çıkmazdım. Olan biten sesler kulağımda oynar dururdu. Zihnim dolu dizgin at gibiydi.

Karşı apartmanın demirden bahçe kapısı açılır, her zamanki adam kapıyı kapatmadan gider, birkaç saniye sonra kapının çarpma sesini duyardım. Şişko komşuydu bu. Arabasına binerken arabanın üstüne tutunurdu.

Başka bir komşu arabasının kapısını açar hemen arabasına binmezdi. Bilirdim, siyah hondası olan adamdı bu. Apartmandan çıkar çıkmaz sigarasını yakar, yarıya kadar içer, yarısına gelmeden binmezdi arabasına. Geri kalanının yere atardı. Söndürmeden.

Alt komşulardan biri kapıyı açar daha kapıyı kapatmadan kontağını çevirirdi. Polo’ su olan komşuydu bu.

Kadın komşularımızda vardı. Arabaya bindikten dakikalar sonra çalıştırırlardı arabalarını. Bilirdim onları da.

Bir de her sabah 07’ de bir araba geçerdi. Nedense hep bizim evin önünde egsozu pat pat ederdi. Palioydu.

Öğleden sonraki yatak keyiflerimde, sütçüyü, sebzeciyi, fırıncıyı bilirdim hep. Kornaları farklıydı.

Saat 14’ den sonra kargocuların arabaları gelirdi. Sürgülü kapılarından bilirdim onları.

Ben deniz kenarındaki odamda,
Pencereye hiç bakmadan
Dışardan gecen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim.

 Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında
Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır.

Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yasayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz.

Orhan Veli

 

 


Önder Güngör / Ankara / 21 Mart 2021


(*) Başlık: Kahraman Deniz şarkısından

 

Tamamını oku
Tarih: Mart 20, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Dehşetli gülerim ben.

 


Bugün 20 Mart 2021, Cumartesi

Günün haberleri şu şekilde:

* Dün gece 02.00’ da Merkez Bankası Başkanı görevden alınmış.

* Türkiye, ilk ülke olarak imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’ nden çekilmiş.·   

Dün Almanya tarafından,  Dr. Özlem Türeci ile Prof. Dr. Uğur Şahin’ e Almanya’nın en üst düzey devlet madalyası olan Yıldızlı Liyakat Nişanı verilmiş. Tören’ de Almanya Cumhurbaşkanı ve Merkel hazır bulunmuşlar. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier konuşmaya Oscar Wilde’ ın şu sözüyle başlamış: “Gelecek, henüz belirgin olmadan fırsatların farkına varabilenlere aittir.”

 

“Gelecek, henüz belirgin olmadan fırsatların farkına varabilenlere aittir.” Oscar Wilde.

 

·      *  Facebook, bilgisayarları beynimizle kontrol etmenizi sağlayan bir bileklik yapıyormuş. 5 yıldır kullandığım Mi bilekliğimden 3 gün önce ayrıldım ve bir daha takmamaya karar verdim. Oldu mu bu haber?

·        Çok ilginç bir haber: Yeni bir çalışmada, yıldırımın yaşanabilir ortamlarda organizmalar için temel bir elementi mevcut hale getirmeye yardımcı olduğu öne sürülmüş.

·         AB'den yeni mülteci planı: Vatandaşlarını geri almayan ülkelere vize yaptırımı. Tamam da zaten vizesiz gelemiyorlardı. Yaptırım yapa yapa elinizde yaptırım kalmayacak.

·        Euronews tr’ de “Dünyadaki tüm ülkeleri gezen 'en genç kişi', 22 yaşındaki Lexie ile tanışın” diye bir haber var. “10 Nisan 1998 Kaliforniya doğumlu bu Amerikalı genç kadın henüz 22 yaşında ve geçen sene 196 ülkeyi kapsayan dünya turunu tamamlayarak bu alanda Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeyi başardı.” diyor haberde. Amacı gezmek değil rekor kırmakmış. Keşke amacı gezmek olsaymış.  Ne anladım o gezmekten.

Bugün neden bahsedelim?

Dün whatsapp ve instagram çöktü. Bir dakika içinde twitterda 30 bin mesaj atıldı. Belki de çok daha fazla. Sosyal medya delisi olduk çıktık. Ancak bu durum tamamıyla normal. İnsan yaşadığı dönemin tüm özelliklerini yaşar. Bu dönemde böyle bir dönem. Yadsımak hatadır.

Eğer Cristoph Columbus’ un bilgisayarı, cep telefonu, interneti, playstation’ ı olsaydı Amerika’yı keşfetmek için uğraşmazdı. 😊

Salvador Dali günümüzde yaşasa “İnfluencer” olurdu.

Salvador Dali deyince aklıma, Varlık Dergisi’ nin Aralık 1975 yılında yayımlamış olduğu “Dehşetli gülerim ben” başlıklı Salvador Dali röportajı geldi. Geçen hafta okumuştum.

 Salvador Dali resmi : Living Still Life (Fransızca: Nature Morte Vivante )


“Dehşetli gülerim ben.” Salvador Dali.

Röportajdan (Varlık Dergisi Aralık 1975 , Sayı: 819 Çeviri Zeki Kemal);

Soru: Eleştirmenler sizin çoğunlukla ticari kaygılar içinde olduğunuzu söylüyorlar. Televizyonda bıyığınızı traş ediyor, türlü malların reklamında adınızın kullanılmasına izin veriyormuşsunuz. Gerçekten ticari kaygılar içinde misiniz?

Yanıt: Söyledikleriniz tam tamına doğru. Başkaları gibi Dali de parayı sever. Bana göre altın mistik bir düşündür. Ortaçağ’ da mistiklerde çamurdan altın yapmak için çalışmışlardı. Dahası ben kalkıp da Gerard Dou’ dan söz edecek olsam, kimse dinlemez. Halk benim kişiliğimle ilgileniyor.

(Bu arada Gerard Dou, Hollandalı bir ressam)

“Başkaları gibi Dali de parayı sever.” Salvador Dali.

Soru: Öyleyse, şaşırtıcı davranışlarınız yapıtlarınıza ilgi çekmeye mi yarıyor?

(Bu arada çok ağır bir soru olmuş bu. Hani kapak olmuş derler ya o cinsten. Ama adamın cevabına bakın siz.)

Yanıt: Üstüne bastınız. 6 yaşımdan beri acayiplikler yaparım; bir tabutun içine girdim. Başıma gülünç şapkalar geçirdim. Sonuç: kalabalıklar. Ben de fırsattan yararlandım. İnsanlar hep “Dali reklamı sever” der, ben de “Tabii, ama asıl reklam Dali’ yi çok sever.” derim.






Soru: Şimdi doğru söyleyin bana, kimi zaman, ama yalnızca kimi zaman, yaptıklarınızla ilgilenen insanları alaya alıyor musunuz?

Yanıt: İnsanları asla alaya almam. Çok ciddiyimdir; belki de trajik’ imdir. Çoğu zaman bir şey yaptıktan sonra, başlıyorum gülmeye, başkalarına değil, kendime. Dehşetli gülerim ben. Bu gülme nöbetleri kimileyin o denli şiddetlenir ki, yerlere yatmak zorunda kalırım. Bu, acı da verebilir. Ama bütün bunlar, a posteriori (sonradan) olur. Bu anlarda ben, bütün bunların gülünç olup olmadığının bilincinde değilimdir.

Soru: Gerçekten büyük bir sanatçı olduğunuza inanıyor musunuz?

Yanıt: Yok yok. Diyelim ki Velazquez ya da Vermeer’ e oranla ben pek alçak gönüllüyüm. Ama bugünün yaşayan sanatçılarıyla karşılaştırıldığımda, onların en iyisiyim. Bunun nedeni benim çok iyi oluşum değil, onların çok kötü sanatçı oluşlarıdır. Resim, benim, yalnızca küçük bir parçamdır. Matematik konusunda da bilim konusunda da yazarım. Kişisel olarak şuna inanıyorum ki, sanatımdan çok, beynimle daha ilgi çekiciyim.

“Kişisel olarak şuna inanıyorum ki, sanatımdan çok, beynimle daha ilgi çekiciyim.” Salvador Dali

Soru: Şöyle söylemiştiniz daha önce: “Benimle gerçek deli arasındaki tek fark, benim deli olmamamdır.” Öyleyse nesiniz siz?

Yanıt: Yıllar önce kişiliğimin ruhbilimsel yapısının paranoia olduğunu kendi kendime buldum. Yaratıcılık sabuklamasaydı ( delirium of interpretation) bu. Böyleyse, imgelerin öznel sabuklaması için bir bildirişim yöntemi geliştirdim. Beynimin bu zorlu düzenleme gücü, yaşamımın yapıtıdır.

Sabuklama


“Benimle gerçek deli arasındaki tek fark, benim deli olmamamdır.” Dali.

Aşağıda Salvador Dali’ nin bıyıkları ve resmi üzerine bir röportajı var. İyi seyirler.


Röportajda bahsedilen, Sir Laurence Olivier' a ait porte aşağıda.

Dali, Sir Laurence Olivier' ın portresini çizerken.


Dali tarafından çizilen Sir Laurence Olivier' ın portresi



Ankara’ da güneş çıktı ama hava karanlık.

Önder Güngör / 20.03.2021 / Ankara

 

 

 

 

Tamamını oku
Tarih: Mart 13, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Eski Yoga Günlerim

 İlk Yoga kitabımı 1993 yılında almıştım.

Remzi Kitabevi' nin YOGA kitabı. 1993 yılında henüz evlerde internet tek tük. Çevirmeli bağlantı ile ODTÜ' den internete giriş ver. DOS ekranından. Windows 95' in daha iki yılı var. (Windows 95 çıktığında bizim için devrim niteliğindeydi.) Youtube daha ana karnına bile düşmemiş. CD' lerde YOGA eğitimleri yok. Ashram' lar sayıyla. Anlayacağınız, elinize şarkı listesini alıp, Zafer Çarşısındaki kasetçilere gidip, karışık kaset yaptırdığımız günlerdeyiz. Adlarını kitaplardan okuduğumuz, duyduğumuz rockçıların albümlerinin peşinde koştuğumuz günler. Santana 'nın, U2 'nun, The Doors' un, Pink Floyd' un, Jethro Tull' ın, Jimi Hendrix',in...

Sokaklarda son model Doğan SLX' ler dolaşıyor. Zeki Müren 'i canlı dinliyoruz.

Cem Adrian daha 13 yaşında.

Ankaray ve Ankara Metrosu henüz yok.

Güzel karım Gamze' yle tanışmama daha bir yıl var.

Elimde YOGA kitabı, ardışık hareketlerin nasıl yapılacağını pür dikkat okuyarak öğrenmeye çalışıyorum. Örneğin parsvottanasana' yı doğru bir şekilde yapmaya çalışıyorum.


Bugün 13 Mart 2021.

Sabah saat 07.30. Youtube' da milyonlarca YOGA videolarından birini izledim. King Crimson' un Epitaph şarkısını açtım.


Ankara / Önder Güngör



Tamamını oku
Tarih: Mart 07, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Feza Seyahatleri Ruhlarla Görüşmeye Tesir Eder mi?

 Feza Seyahatleri Ruhlarla Görüşmeye Tesir Eder mi?

Aşağıda kapak resmini koyduğum Ruh ve Madde dergisinin Ekim 1961 sayısından aldığım bir yazı başlığı bu şekilde.

Ruh ve Madde Degisi Ekim 1961 Sayı 21
Ruh ve Madde Ekim 1961 Sayı 21

Yazı başlığında Silver Birch' in gözüyle Feza Seyahatleri Ruhlarla Görüşmeye Tesir Eder mi? Two Worlds' dan (Eylül 1961 sayısından) çeviri yazısı diyor. Çeviriyi Jale Gizer yapmış.

"Bir adam roketle fezaya fırlatıldığı zaman bu, ruh aleminde acaba nasıl bir kargaşalık husule getirir?"

Bu sual Hannan Swaffer' in hususi celselerine rehberlik eden Silver Birch' e sorulduğu zaman o şöyle bir cevap verdi.

"Bu bize tesir etmez. Bizim dünyamıza gelmenin yalnız bir yolu vardır. Bunun içinde rokete ihtiyacınız yoktur. Bu, (roket) tamamen fizik plan seviyesindedir. Madde ve ruh alemi arasındaki maniaları yıkabileceğiniz teknik ve ilmi, bir yol mevcud değildir."

Hazirundan biri sordu:"Bize bir çok defa dünya varlıklarıyla temasın zorluğundan bahsetmiştiniz."

Rehber cevap verdi:"Bu tamamile farklı bir durumdur."

Aynı şahıs sordu:"Yakın bir gelecekte atmosferin üstünde, dünya etrafında dönmeğe muvaffak olacağız. O zaman ruhlarla temasımız kolaylaşacak mı?"

Silver Birch:"Hiç bir suretle" diye cevap verdi.

Yazıyı okuduktan sonra ilk olarak Two Worlds dergisinin Eylül 1961 sayısını internetten aradım. Sadece 1961 Ocak ayına ait bir dergi satış ilanı gördüm. Google' da onun dışında dergi hakkında hiç bir şey bulamadım. Ancak Yandex' te arama yaptığımda, Emma Hardinge Britten tarafından İngiltere'nin Manchester kentinde 1887'de kurulan spiritualist haftalık dergi olduğu, uzun yıllar boyunca İngiltere'nin kuzeyindeki spiritualistlerin sesi olduğu ve 1960 yılında rakibi ile birleşerek aylık olarak yayımlanmaya başladığı ile ilgili bilgiler vardı.

Silver Birch ile ilgili arama yaptığımda ise ülkemizde yayımlanmış iki kitabı olduğunu öğrendim. Büyük Ruh'un Habercisi-1 ve 2. Silver Birch büyük ihtimalle takma adı.

Yazıyı okuduktan sonra niye bunları araştırdım?

Çünkü seans sırasında sorulan sorular pes artık dedirtti. Öncelikle böyle bir seansın yapılıp yapılmadığını, böyle bir derginin varlığı ve kişiler hakkında bende kuşku uyandırmıştı.

Çünkü, eskiden ruhçuluğun şu ana göre daha ileride olduğuna inanan kişilerdenim.

Roketle ruh arasında bağlantı kurmaya çalışan bir kişinin böyle bir seansta yer alması beni çok şaşırttı.


Önder Güngör / Ankara / 07 Mart 2021

Tamamını oku
Tarih: Mart 06, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Egzersiz bağışıklığı arttırır.

Bugün 06 Mart 2021. Geçen yıl bu zamanlarda kapanmıştı Türkiye.

Haber başlıklarına bakıyorum.

Euronews.tr’ de bir haber. “BM: 2019'da dünya genelinde 931 milyon metrik ton gıda israf edildi”

Haberin detayı şu şekilde:

Birleşmiş Milletler Çevre Ajansı'nın (UNEP), gıda atığı ve plastik kirliliğine karşı çalışmalarıyla bilinen WRAP isimli sivil toplum kuruluşuyla birlikte yayınladığı 2021 gıda israfı endeksine göre, 2019'da dünya genelinde 931 milyon metrik ton (1,03 milyar ton) gıda israf edildi.

Bu, peş peşe sıralanan 23 milyon kamyon dolusu israf edilmiş gıda anlamına geliyor.

İşin kötü yanı, bu israfın toplam üretimin yüzde 17'sinin daha insanoğlunun damağına değmeden çöpe atılmış olması diyor.

Birleşmiş Milletler' e göre, atığın çoğu (yüzde 61) evlerde yaşanıyor. İsrafın yüzde 26'sı gıda hizmetleri sektöründe ve yüzde 13'ü de perakendecilerin elinde yaşanıyor.

Dünya genelinde üretilen gıdaların %17'si insan damağına ulaşmadan atılıyor.
Dünya genelinde üretilen gıdaların %17'si insan damağına ulaşmadan atılıyor.

Gıda israfının;

%61’ i evlerde,
%26’ sı hizmet sektöründe,
%13’ ü perakendecilerde,

meydana geliyor.

Gıdaların büyük bir çoğunluğu evlerden atılıyor.

Gıdaların %26' sı hizmet sektörü tarafından atılıyor.

Bu kabul edilebilir bir şey değil. Düşünsenize üretilen gıdanın neredeyse daha 5’ te 1 i insan tarafından tadılmadan yok oluyor. Yukarıdaki tabloya göre ise herkes bu işten sorumlu.

Haberi ayrıntılı okumak isteyenler için link. BM: 2019'da dünya genelinde 931 milyon metrik ton gıda israf edildi.

Geçenlerde biri twit atmış.

Elon Musk Mars’ta su arayacağına Afrika’ da su arasın, insanlığa daha büyük hizmet eder diye.


Anlayacağınız dünya bildik dünya. Hiçbir zaman değişmeyecek. Buradan da anlaşılacağı gibi önemli olan toplumların değil bireylerin yaratacağı fark. Diyeceksiniz ki bu ne kadar etkili olur. Yıllar önce bir üniversitede diyabetle ilgili bir konferansa katılmıştım. Bir profesör üniversitede yaptıklarını anlatıyordu. İyi de övünüyordu. Haklı bir övünmeydi ama. Şu sözü beni çok etkilemişti. “Türkiye’ de üniversitelerdeki ya da Kurumlardaki birçok iyi gelişmenin nedeni Kurumsal bir anlayıştan kaynaklanmaz, idealist bir kişinin kişisel çalışmalarından kaynaklanır.” Bunu uzunca düşündüm. Hatta birçok yerde bu sözün doğruluğu defalarca gözlerimin önüne serildi. Gerçekten tıp fakültesi üniversite hastanelerinde birçok özel tedavi bölümü o konuda idealist hocaların çalışmaları ve uğraşları sonucu oluşmuştu. Sanat, müzik, tiyatro, belediyecilik, şehircilik, doğa ve daha aklınıza hangi konu geliyorsa “şu kişinin zamanında”, “şu kişinin büyük uğraşları sayesinde” gibi cümleleri çok sık kurarız. Lafı uzatmayayım, bu anlattıklarımdan şuraya gelmek istiyorum. Bir bireyi küçümsemeyin. Birçok bireyin hayatını değiştirecek, birçok kişinin hayatına dokunacak büyük eserler o bir birey tarafından gerçekleştiriliyor.

Haberlere devam….

Nature Dergisi’ nden bir haber. Makalenin yazarlarından biri de Türk.  Haberin başlığı: Egzersiz kemikte bağışıklık hücreleri oluşturur.

Kemik iliğinde özel bir kemik hücresi öncüsü türü tanımlanmıştır ve harekete yanıt olarak lenfosit adı verilen bağışıklık hücrelerinin oluşumunu desteklediği gösterilmiştir.

Egzersiz yapmamız için bir neden daha.

Makalenin tamamını okumak için link. Egzersiz kemikte bağışıklık hücreleri oluşturur.


Geçenlerde Euronews.tr’ de bir haber daha okumuştum. Her şeyin yavaşladığı 2020’de küresel ısınma hız kesmedi diye.

“Küresel Karbon Projesine göre karbondioksit emisyonları da, sadece %7 oranında olsa bile düşüş kaydetti. Nature’da yakın zaman önce yayımlanan bir çalışmaya göre 2020’nin ilk yarısında karbon emisyonlarında görülen düşüşün ardındaki neden, sanayide ve havacılıkta yaşanan daralmadan ziyade kara taşımacılığının ve enerji üretiminin sekteye uğraması olmuş. Sınırlamaların hafifletilmesiyle beraber eski emisyon seviyelerine geri dönüldü.”

Yazımın ilk başındaki haberde gıda israfı haberini okumuştunuz. Gıda israfı, su israfı, çevre kirliliği, dünya karbon salınımı vb.. haberler bir milyon defa yapılsa, iki milyon kamu spotu çekilse de bu konularda toplumsal algının yaratılamayacağını düşünenlerdenim. Çaba yukarıda da anlattığım gibi bireysel ve kişisel olacaktır. Bilgilendirme ve kamu spotlarıyla bu bireylerin sayısı artar o kadar. Daha fazlası olmaz. Çünkü günümüzün toplumu egoist-bencil- bir toplumdur. Değişmesi onlarca yıl alır. Herkes, herkesi şikayet eder ama başkasını eleştirdiği her türlü davranışı kendisi yapar. Günümüzün hastalığı.

Sonuç.

Dünya 5 kez yok olmuş. 6. (Altıncı) yok oluştayız. Bu demek ki daha önce 5 kere yok olmuşuz ve onların hiçbirini engelleyememişiz. Altıncısı yolda. Zaten bu sürecin engellenemeyeceğini düşünenler şu sıralar Mars’ a olan ilgilerini arttırmış durumdalar.

Bugünkü yazımı Elizabeth Kolbert’ in “Altıncı Yok Oluş” kitabından alıntı yaparak sonlandırmak istiyorum.

Crutzen görüşünü Nature dergisinde yayınlanan “İnsanoğlunun Jeolojisi” başlıklı kısa bir makalede yazdı. “Günümüzün, pek çok yönden insan egemenliğindeki jeolojik devresine “Antroposen” adını vermek uygun görünüyor.” Gözlemini aktarıyordu. İnsanların etkiledikleri jeolojik ölçüdeki pek çok değişiklik arasında şunları sayıyordu.

• İnsan faaliyetleri gezegenin toprak yüzeyinin üçte biri ile yarısı arasında bir bölümünde dönüşüm yarattı.

• Dünyanın büyük nehirlerinden çoğu üzerinde baraj kuruldu ya da yatakları değiştirildi.

• Gübre fabrikaları tüm karasal ekosistemlerin doğal olarak açığa çıkardığından daha fazla nitrojen üretiyor.

• Balık çiftlikleri okyanusların kıyı sularının birincil üretiminin üçte birinden fazlasını ortadan kaldırıyor.

• İnsanlar dünyanın ulaşılabilir tatlı su kaynaklarının yarısından fazlasını kullanıyor.

 "Daha da önemlisi, insanlar atmosfer kompozisyonunu değiştirdi" diyordu. Fosil yakıtların yanması ve ormanların yok olması bir araya gelince, havadaki karbondioksit konsantrasyonu son iki yüzyılda yüzde kırk yükselirken, daha etkili bir sera gazı olan metan konsantrasyonu iki kattan fazla arttı. Crutzen, küresel iklimin "İnsan kökenli bu emisyonlar nedeniyle önümüzdeki birkaç bin yıl boyunca doğal davranışından önemli ölçüde uzaklaşması olasıdır" diye yazmıştı.

Crutzen çok iyi niyetli bir öngörüde bulunmuş. Önümüzdeki birkaç bin yıldan bahsediyor.

Çanlar kimin için çalıyor.

 

 

Önder Güngör / Ankara / 06 Mart 2021

 

 

 

Tamamını oku
Tarih: Şubat 24, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Siz varsınız diye korkuyorum.

 NY Times' ta okuyorum. 100 kelimeyi geçmeyen okuyucu aşk hikayeleri diye bir bölüm var. Adı aşk hikayeleri ama her konuda yazı var.



Bazı katılımcı blog sitelerinde de bu küçük hikayelere denk gelmeye başladım. Küçük küçük hikayeler.

Uzun işlere gelemiyoruz. Biri uzun uzun bir şey anlattığında boşver onları sadete gel diyoruz.

Biliyorsunuz twitter niye çok tutuldu. 140 karakter sınırlaması var diye. Şimdilerde arttı galiba. Neyse sonuç olarak uzun yazıları okumayı sevmiyoruz. O yüzden de blogların yerini twitter, instagram ve youtube aldı. Hatta uzun videoları bile izlemeyi sevmediğimizden youtube' ın popülerliğini Tik Tok aldı. 

Şip şak.

Ben de bugün size 80' lerden kalan bir anımı anlatacağım. 100 kelimeyi geçmeden.

1980'ler.

1989 yılı.

Üniversitede hazırlık  okuyorum. Dört arkadaş akşam tiyatroya gitmeye karar verdik. İki erkek iki kız.

Biz sizi akşam evden alırız dedik. Alırız dediysek arabayla değil. Daha yemek yiyecek paramız yok.

Maltepe'de bir eve gittik. Kız arkadaşlarımızın kapısını çaldık. Kapıyı anneanne açtı. 

Yüzünde bir telaş. 

Kızlar süslenmiş püslenmiş.

Kızlar kapıdan çıkarken kadıncağız telaşlı.

Sakın geç kalmayın diyor.

Biz de "Korkma teyze yanlarında bir varız diyoruz."

Kadın sakin bir sesle:

"Zaten siz varsınız diye korkuyorum"


Önder Güngör / Kısa anılar /  80'lerden anılar./ Ankara / 24 Şubat 2021

Tamamını oku
Tarih: Şubat 20, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Elektrikli Hacı Murat

 Elektrikli Hacı Murat 

Elektrikli Vosvos

Elektrikli Anadol.

Hangisini istersiniz?

Aşağıya bir video koydum. Sonra yazıya devam.


20 Şubat 2020

Soğuk bir Ankara günü

Kar yağmıyor ama kuru ayaz var. Hafif bir rüzgar gözünüzden damlaları alıyor.

Ekrana düşen bir haber.

Ford, 2030 yılından sonra sadece elektrikli araba üretecekmiş. Açıkçası bu sürecin daha önce olmasını bekliyordum. 2020’ li yıllarda elektrikli arabalara tamamen olmasa da kısmen geçeriz sanıyordum. Bu işte asıl sorun pil. Pil sorunu çözüldükçe elektrikli arabalar hem daha ucuzlayacak hem de daha çok yaygınlaşarak, dünya atmosferine katkı sağlayacak. Yalnız Ford’un bu haberini 2030 yılında elektrikli araba üretecekmiş gibi yorumlamayın. Ford zaten elektrikli ve hibrid arabalar üretiyor. 2024 yılında bu üretime hız verecek ve artık karbon emisyonu sıfır olan araçlar üretecek. 2030 yılından sonra ise tamamen elektrikli araba üretecekmiş. Belki süreç beklenmedik bir şekilde hızlanabilir. Diğer firmaların bu konuda tavrı ile hükümetlerin alacağı kararlar bu konudaki akışı değiştirebilir.


2020 Model Elektrikli Ford Mustang


Ancak benim aklıma takılan başka bir sorun var.

Şu anda 1960 model bir arabayı alıp Ankara sokaklarında dolaşabilirsiniz. Daha önlere gelelim. Hayalimdeki aşağıdaki arabanın aynısı ile Tunalı’ dan geçip, Bulvar’ dan aşağıya süzülebilirsiniz.

Olmazsa olmazım Anadol.



 Hatta bir tane T1, T2 alıp, Ege ve Akdeniz’ de cirit atabilirsiniz.

Şu güzelliklere bakın.

Peki elektrikli arabalar çıkınca ne olacak?

Zaten şu anda, içten yanmalı motoru olan otomobillerin, yani fosil yakıt kullanan arabaların Avrupa’ nın birçok şehrinde kullanımı yasak. Hele de bu içten yanmalı motoru olan arabaların üretimi durduğunda yani sadece elektrikli otomobil üretildiğinde bu süreç çok daha da hızlı ilerleyecek. Eski nesil arabaların kullanımı her yıl daha çok ülkede yasaklanacak. Yıllar içerisinde herkes arabasını mecburen değiştirmek zorunda kalacak. Yani daha basit bir dille, benzinli, mazotlu arabaların tümü yasaklanacak. Çünkü karbon salınımıyla atmosferi kirletmesi istenmeyecek. Ya da başka bir deyişle size elektrikli araba satmak isteyecekler.

Gelelim konumuza.

Ben şöyle bir antika araba alayım dolaşayım hayali gerçek bir hayal olacak. Klasik araba ya da antika araba tutkunları için en klasik, başka bir deyişle en antika araba ilk elektrikli arabalar olacak.

Benim için, elveda Anadol, elveda Hacı Murat, elveda Tospağa.

Sana nasıl veda ederiz?

Bir başkaları için elveda Chevy Belair, elveda Chevrolet, elveda 1956 Mercedes-Benz 300 SL

Vay beee.



Bir de o gazı köklediğinizde çıkan motor sesini artık duyamayacaksınız.

Bu konuyla ilgili başka bir gözlemim daha var. Otonom arabalar. (Otonom kamyonlar, otonom tırlar, otonom otomobiller. Bu konudaki gelişmeleri android ve ios telefonlar çıktıktan sonra aynı anlarda raflarda yer alan mp3 çalarlar, dijital müzik çalarların sonuna benzetiyorum. Yeni nesil telefonlar; mp3 çalarlar, arabalardaki navigasyon cihazları, küçük oyun konsolları dahil hemen hemen her şeyi bir anda  çöp etti.

Otonom elektrikli araçlar belki ileride birçok taşıma sistemlerini ve meslekleri de çöp edecek. Otonom tırlar, trenlerin yerini alabilecek, otonom arabalar şoförlerin ve taksilerin yerini alacak. Hatta arabanıza bineceksiniz, Antalya’ da bir otel ismi söyleyeceksiniz ve ondan sonra ailecek kitap okuyarak ya da film izleyerek, direksiyona hiç dokunmadan otele gideceksiniz. Eeee bunlar zaten ileride olacak diyorsunuz. Ben ileride değil, çok ama çok yakın biz zamanda olacak diyorum. Yani biz ilk elektrikli otomobilimizi almak için galerilere gittiğimizde bazı ülkelerde otonom araçlar kullanılmaya başlayacak.

Ford' un ürettiği otonom kamyonlar.

Belli mi olur. Belki Hacı Murat’ a elektrikli motor taktırırız. Çek Bodrum’ a deriz. 😊



Tamamını oku
Tarih: Şubat 13, 2021 Yazar: Yorum: 0 yorum

Pandemi gündemleri

Bugün 13 Şubat 2021

Yarın Sevgililer Günü.

İstanbul’ a kar yağacak tahminleri tutmadı. Belki akşama doğru yağar.

İki gün önce Alaçatı ve Ayvalık’ ı hortum vurdu.

Ankara’ da soğuk ama güneşli bir hava var.

Twitter’da bugünkü gündem konuları, futbolcular ve bugünün maçları. Demet Akalın’ ın korona testi pozitif çıkmış, Hakan Ünder, Hamit Altıntop, Ozan Kabak

 

İllustratorde yaptığım çalışmalar


 Esnek Çalışma

Neredeyse bir yıla yakın zamandır evlerde dönüşümlü çalışmadayız.

Kamudaki adı “Dönüşümlü Çalışma” “Esnek Çalışma”

Yurt dışında “Hybrid Workplace” diyenler var. Hibrit İşyerleri

Aslında insanların uzun zamandır daha esnek çalışma istekleri vardı. Pandemi bu süreci hızlandırdı. Özel şirketlerde çalışan bazı arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla, ofisteki odalarını boşaltmaları istenmiş. Artık onlar için pandemi şartlarındaki bu esnek çalışma, kalıcı hale gelecekmiş. Bu zorunlu durum bazı şirketlerin böyle bir senaryoyu test etmelerine yaradı. Kamuda durum farklı. Kalıcı bir esnek çalışma şimdilik tartışılır durumda bile değil. PwC'ye göre, ABD çalışanlarının neredeyse dörtte üçü (% 72) şu anda haftada en az iki gün uzaktan çalışmak istiyor ve üçte biri (% 32) hiç ofise gitmemeyi tercih ediyor. Benzer şekilde, Gallup Nisan 2020'de Amerikalıların% 60'ının halk sağlığı kısıtlamaları kaldırıldıktan sonra uzaktan çalışmaya devam etmeyi tercih ettiklerini söylüyor.

Biliyorsunuz Amerika’da NASA, Google ve Apple çalışanları bir yıldır işlerini evden yürütüyorlar. Bu kurumlar kapılarına kilit vurmuş durumdalar. Bir yıl, bu tür şirketler için bazen çok uzun, bazen ise çok kısa bir süre. Ancak bu uzun sürede verimlilik kaybı yaşamayan bu şirketlerde “Acaba tamamen uzaktan mı çalışsak?” sorusu gündemde. Spotify’ da bu kervana katılanlar listesinde. Ancak onların sloganını daha çok beğendim. Work from annywhere. “İstediğin yerde çalış.” Ofis. Ev. Ya da her ikisi. Ya da başka bir ortak çalışma alanı.

Benim bu olaylara yaklaşımım şu şekilde. Yeter ki çalış nerede çalışırsan çalış. Yani Bodrum’da bir ev kirala, işlerini oradan yap. Ya da tatile çık ama işlerini aksatma. Öğlen havuzuna gir, öğleden sonra otel odanda işlerini bitir. Nasıl fikir ama? Bazılarınızın karavan dediğini duydum. O da olur. 😊

Pandemi gündemlerine bakalım biraz.

Pandemi sonrası evlere kapanan insanlarda, teknolojiye bağımlılık artmış. https://www.technologyreview.com/ da okuduğum bir haberde, “Uygulama analizi şirketi App Annie, Nisan 2020'de insanların mobil cihazlarda günde yaklaşık 4 saat 18 dakika harcadıklarını keşfetti. Bu, bir önceki yıla göre% 20'lik bir artışla günlük 45 dakika fazladan ekrana denk geliyor.

Araştırmalar, ekranlarda daha fazla zaman geçirmenin doğasında yanlış bir şey olmadığını gösteriyor - özellikle şu anda. Arkadaşlar, aile ve iş arkadaşlarıyla bağlantı kurmanın faydalarının yanı sıra, teknolojiye yönelmek zor duyguları yönetmemize ve hatta stresi azaltmamıza yardımcı olabilir .” yazıyordu.

Bugün aynı sitede bir haber daha okudum. Bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Aşağıda linki var. Haberin başlığı:

Hızlı yayılan koronavirüs varyantı ABD kanalizasyonlarında ortaya çıkıyor

Milyonlarca insanın tuvalet sifonu, covid-19 virüsünün tehlikeli yeni türlerinin yükselişini izleyebilir.

Antonio Regalado

https://www.technologyreview.com/2021/02/08/1017609/the-fast-spreading-coronavirus-variant-is-so-prevalent-its-turning-up-in-us-sewers/

Yazıdan ilgimi çeken bazı notları aşağıya alıntıladım.

“Kanalizasyon testleri artık bazı şehirlerde bu varyantın kaç kişiye bulaştığına dair doğrudan bir fikir veriyor.”

“Atık su, varyantı daha geniş çapta ve daha düşük maliyetle izleme şansı sunar. Bir litre kirli su, bir kanalizasyon sistemini paylaşan herkesin tuvalete attığı virüs kalıntılarını taşır ve binlerce, hatta milyonlarca insanın sağlığı hakkında bir bilgi sunar.”

“Geçen bahardan bu yana, kanalizasyondaki koronavirüs miktarı bir hafta ila 10 gün sonra hastanelerde kaç kişinin ortaya çıkacağını tahmin edebildiğinden, bazı şehirler kanalizasyon üzerinde moleküler testleri erken uyarı sistemi olarak kullandı. Kanalizasyon sonuçlarının resmi vaka sayılarından önce yukarı veya aşağı gitmesinin nedeni, insanların virüsü kendilerini hasta hissetmeden bir veya iki gün önce tuvalete atmaya başlamaları ve genellikle bir test sonucunu almanın daha fazla zaman almasıdır.”

 

Düşünsenize adamlar hastanelerden önce vaka sayısının artacağını ya da hangi tip virüsle enfekte olduklarını daha erken bir şekilde öğreniyorlar. Bizimkilerin bunlardan haberi var mıdır acaba?

Yine bugün okuduğum başka bir haberi aktarmak istiyorum size.

Link: https://mars.nasa.gov/news/8858/insight-is-meeting-the-challenge-of-winter-on-dusty-mars/?site=insight

Haber başlığı: InSight Tozlu Mars'ta Kışın Zorluğuyla Karşılaşıyor.

Bizde havalar kötü olduğunda en fazla üşürüz. Daha kalın giyiniriz. Kar yağarsa dışarı çıkmayız. Mars’ ta öyle mi? Bu yıl Mars’ ın en kötü kışlarından biri olmuş. Oluşan tozlar Insight’ ın enerji panellerini iyiden kaplamış. Tozsuz haline göre %27 civarında enerji üretebiliyormuş Insight. Üstelik Mars’ ın şu anda bulunduğu yörüngesinden dolayı da daha az güneş ışığı alabiliyormuş. Peki Insight’ ın niye enerjiye ihtiyacı var. O da bizim gibi, kendisini ısıtmak istiyor. 😊 Şaka değil. Mars yüzeyinde kalabilmesi ve faaliyetlerini sürdürebilmesi için ısıya ihtiyacı var. Bu yüzden Isı ve Radyo haberleşmesi dışında, ileriki haftalarda bazı sensörleri kapatılacak. Bilim adamları bunlardaki önceliği belirlemeye çalışıyor.

Bir haber daha;

Bu seferki ARK’ tan;

Link: https://ark-invest.com/newsletters/issue-252/

Haber başlığı: Elektrikli Araç (EV) Başarısını Değerlendirmenin ve Geleceğini Tahmin Etmenin En İyi Yolu Nedir?

Bu haberde elektrikli araç maliyetlerini belirleyen en önemli etkenlerden birinin arabada kullanılan pil olduğu belirtiliyor. Elektrikli araç pazarında pil başarısını değerlendirmek için en iyi ölçümün $ / kilowatt-saat (kWh) değil, $ / şarj oranı veya şarj dakikası başına eklenen mil menzil olduğunu gösteriyor. Yani şarj dakikasına kaç km yol gideceksiniz. Ya da pili kaç kere şarj edeceksiniz. Pilinizin ömrü ne kadar olacak.

 

Daha fazla haberlerde okudum ama şimdilik bu kadar.

Peki niye bu haberleri burada paylaştım.

Yazımın başındaki bizdeki twitter günlüğüne bakın. Bir de adamların yaptıkları haberlere bakın. Diyeceksiniz ki! Yurt dışında da twitter gündemleri aynı. Evet haklısınız. Benzer gündemler var. Ancak sorun şu ki biz onların ulaştığına ulaşmaya çalışıyoruz.

Yani bir hikayeyle anlatayım.

Çok çalışmış, çok zengin olmuş bir adam beş yıldızlı bir tatil köyünde havuzun kenarında şezlongunda uzanmış yatıyor.

Yanında da dükkanını yeni açmış aynı yaşlarda bir adam, borç alıp tatile gelmiş.

İkisi de aynı oteldeler ve aynı havuzun kenarındalar.

Birinin daha çok çalışması gerekiyor, diğerinin çalışmaya ihtiyacı yok.

 

 

Kendinize iyi bakın.

Ankara / Önder Güngör / 13 Şubat 2021

 [full-width]

 

 


Tamamını oku