Tarih: Mayıs 01, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Dr.Deepak Chopra

Masamdaki kitabı alıyorum. İlk sayfasında bir tarih var. 16.12.1994
Üniversitedeyken aldığım her kitabın ilk sayfasına aldığım günün tarihini yazardım. Zamanla bu alışkanlığımı kaybettim. Tabii o zamanlar elimdeki değerli ve kısıtlı paranın bir kısmını kitaba vermek çok daha kıymetliydi. Kitaplarıma gözüm gibi bakardım. Çünkü küçüklüğümden beri beğendiğim kitapları defalarca okuma alışkanlığım vardı.

Kitabın kapağına bakıyorum. İlk günkü gibi tertemiz duruyor. "Sağlığı Yaratma-Dr.Deepak Chopra"

Eskiden başkasının okuyup bana hediye ettiği kitapları bir türlü sahiplenemiyordum. Kitap ilk kez benim tarafımdan okunmalıydı. Kötü bir alışkanlık. Halen daha devam ediyor.

Kitaplarımı vermeyi de sevmiyordum. Ama son zamanlarda bu alışkanlığımı değiştirdim. Artık kitaplara bağlanmıyorum. Onları okuyup bırakıyorum. Eğer bir daha okumak istersem, yenisini almayı tercih ediyorum.. Çünkü artık sevdiğim kitapları hediye ediyorum. Başkalarının da onlardan benim öğrendiklerimi öğrenmesini umuyorum. Hatta hediye ettiğim kitapları okumadıklarında sinirleniyorum. Bu da kötü bir alışkanlık. Devam ediyor...

Dr.Deepak Chopra

Masadaki diğer kitaplara göz atıyorum. "Kuantum İyileşme -Dr.Deepak Chopra" İlk sayfasında tarih yok. Yeni aldığım kitaplardan.

Bir tane daha var. "Başarının 7 Spiritüel Yasası - Deepak Chopra" Burada Dr. ön adını kullanmamış.

Son yazdığı kitaplarda sadece adını kullanıyor Deepak Chopra

İlk kitabın, 1994 yılında aldığımın ilk sayfalarını çeviyorum.

"Yüksek Kan Basıncı, Kalp Krizi ve İnme"

Chopra, önce kan basıncını tanımlıyor, yüksek ve alçak kan basıncı değerlerini söylüyor ve yüksek tansiyona neden olan etkenleri sıralıyor.

"Son zamanlarda, yüksek tansiyonda hormonların rolü üzerinde büyük bir ilgi oluşmuştur. Hormonlar vücudun farklı bölgelerinde salgı bezlerince üretilen kimyasal maddelerdir ve üretildikleri bölgelerin dışında vücudun başka bölgelerinde gösterirler etkilerini. Diğer bir deyişle, kimyasal mesaj taşıyıcılardır. Yüksek tansiyon vakalarında azaltılabilecek hormonlar kortizol, adrenalin ve reninlerdir. Bu isimleri ya da neye yaradığını bilmek sizin için çok önemli değildir. Ama önemli olan, yüksek tansiyonu olan kişilerin kanında bazı kimyasal maddelerin toplandığıdır. Gerilimin neden olduğu yüksek tansiyona aslında bu hormonların ortam hazırladığı düşünülmektedir. Onlar fiziksel olarak varlığı kanıtlanamayan gerilimin vücudu etkilediği fiziksel maddelerdir. Doktorlar endişe, korku ve öfke gibi duyguların beyinde bazı kimyasal maddelerin değişmesine yol açtığına inanırlar. Bu maddeler ya da sinir-ileticileri, beyinde bir salgı bezi olan hipofiz bezinden ACTH gibi hormonların salgılanmasına yol açar. Bunlar da daha sonra böbreklerin üzerindeki adrenal bezlerini uyarırlar. Böyle olunca da, kan basıncını yükselten kortizol ve adrenalin gibi salgılar açığa çıkarılmış olur. Bu, hastalığın oluşumu sürecinde anahtar bir mekanizma olarak görülen olgunun yalnızca bir örneğidir. Bu olgu, bir duygu veya düşüncenin kimyasal bir mesaja dönüşümüdür ki, bu daha sonra bir başka organı uyarır. Psikofizyolojik bağlantı dediğim şeyin ilk görünümü budur."

Daha sonra hipertansiyonun tedavisine değiniyor Chopra. İlaçla tedaviden bahsediyor.Yüksek tansiyon diyetlerinden.  Sonrasında, zihinsel teknikler....

"Biyolojik geri-besleme tekniğinde hastanın koluna kan basıncını kontrol eden bir aygıt takılır. Gösterge üzerinde kan basıncı dalgalanmalarını anında görebilir, sonra da sadece istekle ya da arzuyla basıncı arttırmayı veya eksiltmeyi kendi kendine öğretebilir. göstergeden elde ettiği geri-beslemeden hasta, zaten normalde kendiliğinden olan yani doğal bir şekilde kendi kendini yöneten bir vücut işlevine ulaşmayı öğrenebilir. Bir isteğin fizyolojik bir eyleme dönüştürüldüğü psikofizyolojik bağıntıdan tıp biliminin nasıl yararlandığının güzel bir örneğidir bu."

Ancak ileri düzeydeki tansyion hastaları için çok etkin bir yöntem olmadığını da belirtiyor Deepak Chopra.

Okumaya devam edelim.

"Gerilim kavramına olan ilgi yüzünden rahatlama teknikleri üzerinde büyük bir pazar oluşmuştur. Bu tekniklerden bazıları elle masajla yaparak bedenin kaba düzeylerinde çalışır, bazıları düşünceleri sakinleştirme ve telkinlerle birlikte bir dizi rahatlama egzersizleri uygular, bazıları ise uygun bir konuma sokulduğunda bedenin kendi kendini dinlendirme yeteneğine dayalıdır."

"Rahatlama tekniklerinin biraz değişik bir biçimi olan görselleştirme tekniği de doğrudan zihin yoluyla çalışır. Kişinin gözlerini kapatıp sakin ve dinginlik verici bir resmi gözlerinin önüne getirmesi istenir. Bu tekniğin her yerde ve her zaman uygulanabilme kolaylığı vardır. İleri derecede olmayan yüksek tansiyon vakalarında başarılı olmuş bir tekniktir.
Uzun süreli araştırmalar göstermiştir ki, düzenli olarak uygulandığında meditasyon tekniği etkili bir biçimde kan basıncını düşürmektedir."

Ve Dr.Deepak Chopra, kirabının ileriki bölümlerinde meditasyon tekniğinden oldukça bahsetmektedir.

Aynı kitabın ilerleyen bölümlerinde yazılı bir olayı da alıntılamak istiyorum.

"Olay-2
Boston yöresinde bir üniversite hastanesinin koroner bakım ünitesine yatırılmış Mr.Patel adında 46 yaşında yabancı bir hastayı görmem istenmişti.  Boston' u ziyaret etmek ve konferanslara katılmak için Hindistan'dan gelmişti ama kalp krizi geçirmişti. Hastanenin yoğun bakım ünitesinde yaşamı tehdit edici düzensiz ritmler, yani kulakçık ve kapakçık düzenini bozan ve bu nedenle de kalbin kanı pompalamasını güçleştiren anormal ritmler gösteriyordu.
Bu hasta, ventriküler fibrilasyon denilen kalbin hızlı veya yavaş çarpması hastalığına maruz kalmıştı. Ventriküler fibrilasyonda kalp atışları etkisizdir, bir tür kalp ritm bozukluğudur. Çoğunlukla kalp krizine yol açar ve nedeni de kalpteki elektrik düzensizliğidir. Göğüse elektrik şoku uygulayarak hastanın kalp atışları düzeltilmezse hızla ölümle sonuçlanır. Mr.Patel bunları birkaç kez geçirmiş ve her seferinde elektrik şokuyla yaşama döndürülmüştü. Ritm bozukluklarına yine de devam etmesinin nedeni bilinmiyordu ama bu düzensizlikler devam ederse hastaneden sağ çıkamayacağı da apaçıktı.
Onu gördüğümde hastane masraflarını nasıl ödeyeceği konusunda son derece endişeliydi. Başka bir ülkeden geldiği için sağlık sigortası indirimi ona uygulanmıyordu ve diğer insanlardan duyduğuna göre, Ömrünün geri kalanını borç ödeyerek geçireceğine ölmeyi tercih ettiğini söylüyordu. Ona hiç merak etmemesini, onun haberi olmamasına rağmen aslında şirketin Mr.Patel ve toplantılara katılan diğer üyeleri için özel bir seyahat poliçesi yaptırmış olduğunu söyledim. Bu haber üzerine yaşam sinyalleri düzene girdi ve bir daha ventriküler fibrilasyon geçirmedi. Üç hasta sonra hastaneden ve bir hafta sonra da ülkeden ayrıldı, hastalığın izi bile kalmamıştı. Zamanında yatıştırılmasaydı, hastanın korku düşünceleri onu mutlaka öldürecekti. Hastane masraflarını kimin ödediğini hala öğrenemedim."

Gözüm masadaki diğer kitaba çevrildi. Başarının 7 Spiritüel Yasası.

Bu kitabı da defalarca okumuştum Küçük bir  el kitabı şeklinde basılmıştı.

İlk sayfasını açtım.









Tamamını oku
Tarih: Nisan 19, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Mutluluk ve Sağlığın Beyin Kimyası


Sağlığın insanların sağlıksızlardan daha mutlu olduğu apaçık gerçektir. Şimdi, araştırmalarla her gün biraz daha kesinlik kazanan bir gerçek de şudur; mutlu insanlar daha sağlıklıdırlar. Öyle görünüyor ki, sadece çoğu zaman mutlu düşünceler taşıma demek olan mutluluk beyinde biyokimyasal değişiklikler yapmakta, bu değişiklikler de vücut fizyolojisi üzerinde son derece yararlı etkiler göstermektedir.
Sağlığı Yaratma / Dr.Deepak Chopra
Tamamını oku
Tarih: Nisan 12, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Uzaktan Eğitim

Bu ayda bu kavramla tanıştık. Covid19 sınır tanımıyor. Öldürüyor. Her türlü alışkanlığımızı değiştiriyor. Bizi hasta etmekle kalmıyor. Yaşamımızı dizayn ediyor. Aslında bundan en çok etkilenen de çocuklarımız oluyor. Evin içine hapsolan çocuklarımızı, bu yetmezmiş gibi (daha bir ay öncesinden televizyonun, bilgisayarın başından kaldırıp, azarladığımız çocukları) zorla bilgisayarın ve televizyonun karşısına oturtup, eline akıllı telefon veriyoruz. Derslerinden geri kalmasın diye...

Adını duyduğumuz ama hiç kullanmak zorunda kalmadığımız programları bilgisayarlarımıza yüklüyoruz. Zoom, Google Meet

Bu uzaktan eğitimi sevmedim. Çocuklarda sevmedi zaten.

Aslında çok da uzak değiliz bu uzaktan eğitime. Yaşıtlarım aşağıdaki fotoğraflardan ne demek istediğimi anlarlar.



Tabii bu yukarıda görsellerini paylaştığım eğitimler üniversite öğrencileri içindi. Zorunlu eğitim değildi. İsteğe bağlı eğitim alanlar içindi.


Çocukların televizyon karşısındaki hallerini görünce aklıma geçen yıl okuduğum bir kitaptan bir bölüm geldi. Hemen kitaplığımdan bulup, o bölümü tekrar okudum.


Açık Derslerin Yükselişi ve Tökezleyişi

İnternette EDx' in sunduğunda benzer bedava derslere "kitlesel çevrimiçi açık ders" deniyor."  Bu yeni trend, 2011 yazının sonlarında Stanford Üniversitesi' nden Sebastian Thrun ve Peter Norvig adlı iki bilgisayar bilimcinin yapay zeka giriş derslerini internet üzerinden ücretsiz vereceklerini duyurmasıyla başladı. Dersin iki hocası da Google' ın şoförsüz araba projesine liderlik etmişti; Norvig ise projenin araştırma direktörü ve en önde gelen yapay zeka ders kitabının yazarlarından biriydi. Ders duyulmasından sonraki birkaç güm içerisinde 10 binden fazla kişi yazıldı. New York Times' tan Johm Markoff o ağustos ayında konuyla ilgili baş sayfadan bir yazı yazınca, derse yazılanlar 190 ülkeden 160 bin kişiye fırladı. Sırf Litvanya' dan derse kaydolanların sayısı, Stanford' taki toplam öğrenci sayısını geçti. Yaşları 10 ile 70 arasında değişen katılımcılar, yapay zekanın temellerinin alanın en önde gelen iki isminden öğrenmek için sıraya girdiler. Daha önce aynı dersi Stanford Üniversiten' den 200 öğrenci alabiliyordu.
On haftalık ders, her biri yalnızca birkaç dakika süren bölümcüklere ayrılmıştı. Bu model, Khan Akademi' nin ortaokul ve lise öğrencileri için hazırladığı müthiş başarılı videolardan alınmıştı. Bu arada ben de dersin birkaç bölümünü tamamladım ve formatı çok hoş ve etkili buldum. Derste görsel şatafata yer verilmemişti. Thrun ve Norvig konuları bir deftere yazarak anlatıyorlardı. Her bölümün sonunda etkileşimli bir sınavcık vardı. Böylece bir sonraki derse geçmeden önce kilit kavramları anlayıp anlamadığını tartabiliyordunuz. Dersi yaklaşık 23 bin kişi tamamladı., final sınavı oldular ve Stanford'dan dersi bitirdiklerine dair belge aldılar.
Birkaç ay içinde, açık ders olgusu çevresinde yeni bir sektör filizlendi. Sebastian Thrun ücretsiz veya ucuza çevrimiçi dersler vermek için girişimci sermayderleri topladı ve Udacity adında yeni bir şirket kurdu. Dünyadaki seçkin üniversiteler bu yeni gelişmelerden pay almak için birbirleriyle yarıştılar. Yine Stnaford' tan iki profesör, Andrew Ng ve Daphne Koller, 22 milyon dolarlık kuruluş sermayesiyle Coursera' yı kurdular ve Stanford, Michigan, Pennsylvania ve Princeton üniversiteleriyle ortaklık kurdular. Harvard ve MIT, 60 milyon dolarlık yatırımla EdX' i kurdu. Coursera buna karşılık olarak aralarında John Hopkins ve California Institute of Technology de olmak üzere 12 üniversiteyi daha bünyesine kattı. 18 ay içinde dünyanın dört bir yanından yüzden fazla üniversiteyle çalışmaya başladı.
2013' ün başlarına gelindiğinde, açık ders çılgınlığı öğrencilerin kayıtları gibi patlamıştı. Çevrimiçi dersler, herkesin çok ucuza veya ücretsi olarak seçkin bir eğitim alabileceği yeni bir çağ açıyordu. Afrika' daki ve Aysa' daki yoksullar da yakında tablet bilgisayarları veya telefonlarıyla en prestijli üniversitelerin derslerine katılabilecekti. New York Times gazetesi yazarlarından Thomas Friedman, açık dersleri " internette tomurcuklanan küresel yüksek eğiitm devrimi" diye tanımladı ve "dünyanın en büyük yüksek eğiitm devrimi" diye tanımladı ve " dünyanın en büyük sorunlarını çözmek için bir milyar beyni daha devreye sokma" potansiyeli taşıdıklarını belirtti.
Fakat Pennsylvania Ünivrsitesi' nin 2013' üb sonunda yayımladığı iki çalışma, insanları bü rüyada uyandırdı. Çalışmaların birinde, Coursera' nın sunduğu derslere kaydolan bir milyon kişiden çok azının aktif olduğu, dersl başladıktan sonraki 1-2 hafta içinde katılımın çarpıcı biçimde düştüğü ve çok az kullanıcının sonuna kadar dersi takip ettiği belirtiliyordu. Derslete yazılanların yarısı, daha ilk dersi bile izlemiyordu. Dersi tamamlama oranları %2 ila 14 arasındaydı. Ayrıca bu derslerden çok fayda göreceği düşünülen fakir ve eğitimsiz öğrenciler derslere o kadar ilgi göstermemişti. Derslere yazılanların %80' i zaten üniversite diploması olan insanlardı.
Udacitiy ile San Jose Üniversitesi arasında bolca reklamı yapılan ortaklık da beklentilerin altında kalmıştı....

Robotların Yükselişi / Martin Ford


Elbette ki yukarıda anlatılanlar şu andaki durumumuzdan farklı. Çocuklarımız temel eğitim görüyorlar.
Durum böyle olmakla birlikte ileriki dönemlerde bu tür eğitimlerin farklı bir şekilde yeniden denenerek insanlar tarafından kabul görecek bir formatta yaygınlaştırılacağı düşüncesine sahibim. Öyle ya da böyle uzaktan eğitimlere alışmaya başlasak iyi olur. Çünkü gelecek böyle olacak.

Gelelim çocuklarımızın şu anda maruz kaldıkları uzaktan eğitimlere.  Sınıf öğretmeni ve öğrenciler ekrandan birbirlerini görüyorlar. Dersler bazen iki farklı grupla farklı zamanlarda yapılıyor. Daha interaktif bir eğitim. Soru cevap formatı halen daha devam ediyor. Üstelik en kısa zamanda tekrar sınıflarda bir araya gelme beklentisi var. Ancak şu anda yapılan bu eğitimlerin, kendimce eksik ve hatalı bulduğum yönleri var.  İnsanlar alışkanlıklarından zor vazgeçerler. Hatta alışkanlıkları konusunda tutucudurlar. Çocuklar da öyle. Alışkanlıklar çok önemlidir. O yüzden yıllarca tahtada ve tebeşirle yazılanları okumaya çalışan ilkokul öğrencilerine birden slaytla ders anlatma fikri hızlı bir şekilde kabul görecek bir davranış değildir. Belki doğru bir yöntemdir ama alışık olunan bir yöntem değildir. Öğrenci kendisini dersin içine sokamamaktadır. Slaytlarla ders anlatmak öğrenci tarafından reddedilecektir. O yüzden bu dönemde daha geleneksel olmak gereklidir.  Çünkü çocuğun alıştığı ders şekli bu değildir. En azından şu an için biraz daha sınıf ortamına benzer anlatımlar daha kabul görecektir. Tahta kullanılarak. Sınıf ortamında video konferans yapılarak. 
Kalın sağlıcakla.

Önder Güngör/ Ankara 2020



Tamamını oku
Tarih: Nisan 10, 2020 Yazar: Yorum: 0 yorum

Zaman zaman hmmm o zaman

BAŞKA BİR ZAMANA GEÇİŞ.

Bilim-kurguda sık rastlanan konulardan birisi zamanda yolculuktur. H.G: Wells' in klasik öyküsü Zaman Makinesi ve benzerlerinde genellikle ücra bir laboratuvarda çalışan yalnız bir bilim insanı küçük bir makine yapar. Geçmişte ya da gelecekteki bir zamanı makinenin kadranına yazar, sonra bir düğmeye basar ve kendisini arzu ettiği tarihte bulur. Zamanda yolculuk öykülerinde sık görülen özelliklerden birisi, kişinin yıllarca önceki gençliğine rastlaması gibi mantıksal çelişkilerdir. Ayrıca, binlerce yıl öncesinde olan bir olaya karışmak, yanlışlıkla Prekambriyen devrine ait bir kelebeğin üstüne basmak ya da eski bir akrabayı öldürmek gibi olaylar da sık konu edilir; zamanda yolculuk yapan kişi, genellikle tarihin akışını değiştiren olaylara neden olur.



Bu tür mantıksal çelişkiler geleceğe yapılan yolculukları anlatan öykülerde görülmez.  Geleceğe yolculuk, geçmişin bazı öğelerine duyulan özlem dışında, zamanın gerisine gitmek kadar heyecan vericidir. Geçmiş hakkında oldukça çok şey biliriz ama gelecek hakkında fazla şeş söyleyemiyoruz. İleriye doğru yolculuk geriye doğru olandan daha fazla entellektüel heyecan yaratır.

Geleceğe doğru yolculuk yapmanın kuşkulu bir yanı yoktur. Normal hızla yaşlanırken bu yolculuğu sürekli yapıyoruz. Ancak daha ilginç olasılıklar vardır. Eisntien' ın özel görelilik kuramını herkes duymuştur. ve giderek daha fazla kişi bunu anlayabilmektedir. Einstein uzay, zaman ve eşzamanlılık konularındaki görüşlerimizin mantıksal incelemesini yaptı. Görelilik kuramı, geleneksel önyargı ve körü körüne bağlılık alışkanlıklarından kurtulmuş bir akıldan çıktı.

Görelilik kuramının getirdiği bazı sonuçlar, herkesin çevresini gözleyerek öğrendiği bilgilere uymaz. Örneğin, kuram bir cetvelin, hareket ettiği doğrultuda kısaldığını söyler. Koşan kişi, koştuğu doğrultuda, ağırlık kaybetmesi söz konusu olmaksızın incelir. Koşucu durduğu anda eski boyutuna döner. Bu durumda, koşan insan durduğu ana göre daha yoğundur. Koşma hızında etki büyüklüğü ölçülemeyecek kadar küçük olduğundan bu cümleler saçma görünmektedir. Ancak ışık hızında (300.000 km/sn) koşabilseydik, bu etkiler belirgin olacaktı.

Carl Sagan / Kozmik Bağlantı
Tamamını oku
Tarih: Aralık 29, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Nikola Tesla' nın gelecek buluşlar için verdiği cevap


Amerikan Kızıl Haçı' ndan gelen, yeni yüzyılı (3 Ocak 1901) etkileyecek en önemli bilimsel gelişmenin ne olduğu sorusuna, gelecekte en önemli güçlüğün insanların diğer dünyalarla nasıl irtibat kurabileceğini bulmak olacağı cevabını verdi.
Elektrik Çağının Mucidi TESLA / W. Barnard Carlson
Tamamını oku
Tarih: Ağustos 31, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Bir uyku aleminden doğar dünya (*)



Kendi alanımın dışında bir teori kurma riskini alacak olursam; bedenimde yavaş yavaş belli miktarda toksik ajanlar birikiyor ve bunun sonucunda üstüme mahmurluk çöküyor ve tam tamına yarım saat uyuyorum. Uyandığımda, uykudan önceki olayların üstünden çok zaman geçmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Önceden aklımdan geçen düşünce dizisine devam edecek olursam sahici bir zihin bulantısı yaşıyorum. Sonra istemeden başka işlerle meşgul oluyorum ve şaşarak, daha önce beni zorlayan problemleri kolaylıkla aştığımı, zihnimin berraklaştığını fark ediyorum. Haftalar ya da aylar sonra geçici olarak bıraktığım icadıma olan tutkum tekrar canlanıyor ve hiç çaba harcamadan, beni daha önce zorlayan sorunlara cevap buluyorum.

Nikola Tesla / İcatlarım


(*)

UYKU
Üzerinde beni uyutan minder
Yavaş yavaş girer ılık bir suya.
Hind’e doğru yelken açar gemiler,
Bir uyku âleminden doğar dünya…

Sırça tastan sihirli su içilir,
Keskin Sırat koç üstünde geçilir,
Açılmayan susam artık açılır
Başlar yolu cennete giden rüya…

Orhan Veli
Tamamını oku
Tarih: Mayıs 23, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Robotların Yükselişi

Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman gelişmekte olan bir Asya ülkesine 1960' larda danışmanlık veriyormuş. Friedman' ı büyük çaplı bir kamu projesi sahasına götürmüşler. Friedman manzarayı görünce şaşırmış: Bir sürü işçi ellerinde kürekle harıl harıl çalışmasına rağmen buldozer veya traktör gibi iş makineleri neredeyse hiç yokmuş. Sebebini sorduğunda, yetkili memur, "Çünkü bu bir istihdam programı," demiş. Frieadman'ın nükteden cevabı meşhurdu: " E, o zaman ellerine kürek yerine kaşık verseydiniz ya?"
Robotların Yükselişi / Martin Ford









Robotların Yükselişi kitabının önsözünün ilk cümlelerini yukarıya yazdım. Bu satırları okurken, yıllar önce seyrettiğim bir belgesel aklıma geldi. Belgesel, Hitler' in iktidarının ilk yıllarıyla ilgiliydi. Hitler' in seçim vaadlerinden biri her Alman ailesini bir otomobil sahibi yapacağı yönündeydi. Hitler seçimi kazandıktan sonra otomobil üreticileri ile görüşmeler yapmış, şimdi tam hatırlayamıyorum ama Alman ailelerin, 2 yada 3 aylık maaşlarının toplamıyla bir otomobil sahibi olabilecekleri fiyata bir otomobil üretmelerini talep etmişti. Ancak firmalar yaptıkları çalışmalarda bu fiyata otomobil üretemeyeceklerini Hitler' e bildirmişlerdi. Bunun üzerine Hitler, işsizlik fonu parasına el koyup, otomobil fabrikası kurulması talimatını vermişti. Ancak bütün Almanlar' ı otomobil sahibi yapmanın dışında başka bir sorun daha vardı. O da otoban sorunu. O yıllarda Almanya, otomobillerin kullanılacağı  otobanlara sahip değildi. Hitler, kurmaylarına şehirleri birbirine bağlayan yolar yapılması talimatını verdi. Ancak talimatta, yapılacak yollarda makineler çalışmayacak, istihdamı arttırmak için sadece Alman gençleri çalıştırılacaktı. İlk başlarda bu proje çok destek gördü ve Alman gençlerinin büyük bir çoğunluğu gönüllü  olarak katıldılar. Ancak ilerleyen zamanlarda, ihtiyacın artması üzerine gönüllük esasından vazgeçilerek, gençler zorla ve ağır şartlarda çalışmaya zorlandılar. Savaşın başlaması ile birlikte Alman gençlerinin büyük bir çoğunluğu cepheye gönderildiği için, otoyol yapımında mahkumlar ve esirler çalıştırılır. Sonuç olarak Alman vatandaşları, fabrikalarda üretilen otomobillerin sahibi olamazlar, çünkü üretilen otomobillerin hepsi askeri amaçla kullanılır.


Tamamını oku
Tarih: Mayıs 21, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Audrey Hepburn ve Zarafet - Capucine

Yukarıdaki isim ve onun yanındaki sıfat yıllarca birbiri ile aynı anda anılmıştır. Evet Audrey Hepburn ve zarafet kelimeleri birbiri ile özdeşleşmiştir ama bugün benim bahsedeceğim konu Audrey Hepburn ve Capucine ile birlikte onların vefasıdır.



Google' da Audrey Hepburn ve zarafet yazdığımda toplam 17.900.000 sonuç çıkarken Audrey Hepburn ve vefa yazdığımda ise sadece 10 sonuç çıkıyor ve bu çıkan sonuçların ise "vefa"nın kelime anlamıyla hiç ilgisi yok. Demek ki çok saçma bir konuya değineceğim.
Tabii, Audrey Hepburn ve Zarafet kelimelerinin bu kadar çok görüntülenmesinin (indekslenmesinin) en büyük nedeni, Audrey Hepburn' un hayatını anlatan kitabın isminin "Zarafet" olmasıdır.

Geçenlerde internette dolaşırken Mimar Levent Civelekoğlu' nun bloguna rastladım. Bu blogda Capucine hakkında yazılmış yazıyı okuyunca Audrey Hepburn' un Zarafet kitabında okuduğum bir bölüm aklıma geldi. Yazının geri kalan kısmını okumadan önce bu yazıyı okumanızı öneririm.(http://lcivelekoglu.blogspot.com/2018/03/17-mart-28-yil-once-bugun-capucine.html)



59 yaşındaki Capucine, kendisini apartman boşluğuna bırakarak intihar etmişti. 1940 yılında tanıştığı Audrey Hepburn ile arkadaşlıkları bu ana kadar sürmüştü.(Her ikisi de zarafetleriyle anılırlardı. Belki de bu özelliklerini bir şekilde birbirlerine bulaştırmışlardı.)  Capucine daha önce de intihar girişiminde bulunmuştu. O yüzden vasiyeti de hazırdı. Vasiyetinde tek mal varlığı olan evinin satılmasını, yarı yarıya Kızılhaç' a ve Unicef' e bağışlanmasını, bu bağışı da Audrey Hepburn' un çalışmalarının onuruna verildiğinin belirtilmesini istemişti.



"Audrey'in en yakın arkadaşları arasında Capucine diye bilinen güzel ama kötü kaderli film yıldızı da vardı. Asıl adı Germaine Lefebvre ' ydi. Gençken başından kısa bir evlilik geçmiş, sonra da aralarında birlikte iki film çevirdiği William Holden' ın da bulunduğu sayısız erkeği büyülemişti. Ama Audrey ile Capucine' in tek ortak noktası Holden değildi. İkisi de depresyona meyilliydi ve birbirlerinin dertlerini dinliyorlardı. Audrey çareyi çalışmakta ya da aşkta bulurken Capucine sık sık intiharın eşiğine geliyor ve Audrey' nin sempatik dostluğuna fazlasıyla güveniyordu. Genç yıldız 1960'larda Lozan' da -La Paisible' ye yakın- yaşıyordu ve Audrey'in güvenebileceği kadar hassas ve şefkatli bir dosttu." Zarafet (Audrey Hepburn'un Hayatı) -Donald Spoto
Eskilerin meşhur bir lafı vardır. "Allah çirkin şansı versin" derler. İki tane güzel kadın. Aşkları da, oyunculuk kariyerleri de inişli çıkışlı.
"Robert Wagner sevilen ve sayılan bir aktördü. Audrey' le dostlukları ikisinin de genç birer oyuncu olduğu Paramount yıllarına dayanıyordu. "O sadece çalışması harika biri değildi", diye anlatıyor Wagner, Audrey ve Rob'la La Paisible' de geçirdikleri günleri. "Audrey'le ilgili her şey o kadar muhteşemdi ki. evi, mobilyaları, tabloları, çiçekleri, hatta köpekleri bile bunu yansıtıyordu. Öylesine iyi bir insana az rastlanırdı. Yalnızca bana değil, yapımdaki herkese karşı nazik ve sevecendi. Ve tabii çok sadık bir arkadaştı, zor zamanları geçiren Capucine' in daima yanında oldu." Zarafet (Audrey Hepburn'un Hayatı) -Donald Spoto


Tamamını oku
Tarih: Mayıs 18, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Her şey göründüğü gibi değildir- Nikola Tesla

Yukarıdaki başlık Nikola Tesla' dan bir alıntı değildir. Bu yazıma hangi başlığı atacağıma karar veremediğim için iki başlığı da aynı anda kullanmak istedim.

Nikola Tesla

Nikola Tesla hayat hikayesini en sık merak ettiğim, her okuduğumda ise ayrı bir detayı ile karşılaşıp büyülendiğim bir bilim insanı.

Joanneum' daki birinci yılında Tesla çalışkan bir öğrenciydi. "Annemi ve babamı şaşırtmaya kararlıydım." diye yazmıştı. "Eğitimimin ilk yılı boyunca her gün çalışmaya sabah üçte başlayıp gece onbire kadar devam ediyordum. Pazar günleri ve tatiller de buna dahildi. Pek çok sınıf arkadaşım kendilerini çok zorlamadıklarından doğal olarak tüm rekorları kırdım. O yıl boyunca dokuz sınavdan geçtim; profesörlerim en yüksek derecelerden bile daha fazlasını hak ettiğimi düşünüyorlardı."
Babasına başarısını gösterecek olmanın heyecanını taşıyan Tesla, sınav sertifikalarını yanına alarak eve gitti. Gelgelelim Milutin, Tesla' nın başarılarına eleştirel bir tavırla yaklaştı."Bu tavrı neredeyse bütün hevesimi öldürüyordu." diye yazmıştı Tesla, "fakat babam öldükten sonra, profesörlerimin babama gönderdikleri, beni üniversiteden geri çağırmazsa kendimi çalışarak öldüreceğimi bildiren mektupları bulup kahroldum." İkinci oğlunu da fazla yorgunluktan kaybedeceğinden korkan Milutin,genç adamın çalışma hevesini söndürmeye çalışmıştı."
W.Bernard Charlson / Elektrik Çağının Mucidi Tesla
Tamamını oku
Tarih: Mayıs 18, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Steve Jobs - Üniversite konuşması

Steve Jobs hakkında filmler, belgeseller yapıldı. İyi kötü herkes konuştu.



Bazı arkadaşlarına göre çok zeki, hatta olması gerekenden daha fazla zeki olduğu söylendi. Bazı arkadaşlarına göre ise, sert, umursamaz, insanları önemsemeyen bir karakteri olduğu söylendi.. Aslında ikinci söylenen beni daha çok ilgilendiriyor ama bu konu hakkında daha sonra bir şeyler yazacağım. Şimdiki konum 2005 yılı Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yapmış olduğu muhteşem konuşması.

Konuşmanın videosu aşağıda.Bu konuşma hastalığı ile ilgili tedavi gördüğü sıralarda yapılmış bir konuşmadır. O yüzden videoyu bu bilgi eşliğinde dinlemenizi istiyorum. Üçüncü hikayeyi anlatırken ölümden ve hastalığından bahsediyor. Pankreas kanserinden dolayı ameliyat olduğunu söylüyor ama aslında bu ameliyatı hiç olmamış.




Konuşmanın metni de aşağıda:


"Bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum.

Ben üniversiteden hiç mezun olmadım. 

Doğruyu söylemek gerekirse, mezuniyete en yaklaştığım an da bu an! 

Sizlere hayatımla ilgili üç hikaye anlatacağım. Hepsi bu. Büyütülecek birşey değil. Sadece üç hikaye.
İlki noktaları birleştirmekle ilgili. 


Tamamını oku
Tarih: Mayıs 09, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Göbeklitepe-7tepe

Göbeklitepe


Göbeklitepe' yi gezip gördükten sonra bir arkadaşıma tavsiyede bulundum.

- Göbeklitepe' ye gitmelisin. Ben geçen hafta gittim. Çok güzeldi. Kesinlikle git.
- Nesi güzeldi?
- Ne demek nesi güzeldi. 12 bin yıllık kalıntılar. Görmelisin bence.
- Niye? Etrafına bak. Şu gördüğün dağlar milyonlarca yıllık onları görmeye gidiyor musun?
- Ne alakası var, bunlar insanların yaptığı en eski yapıtlar.
- Ben de onu diyorum ya. Bunlar hem doğal hem de milyonlarca yıl öncesinden.

Evet bu da değişik bir bakış açısı.

Göbeklitepe 12 bin yıl öncesinden kalan yapıtların bulunduğu yer. Bu yapıların birer tapınak olduğu sanılıyor. Oval ya da dairesel şekilde inşa edilmişler. Bugüne kadar 6 tanesi ortaya çıkarılmış. Yerin altında 30 tane daha olduğu bulunmuş. Hepsinin ortak özelliği dairesel 12 tane T şeklinde taşlar ve bu dairenin ortasında 2 tane T şeklinde taş.

Bu yedi tanrı, yedi gün ve yedi dünya -yani Güneş, Ay ve gezginci beş gezegen- koleksiyonu dünyanın her yerinde insanların algılarına girmişti. Yedi sayısı doğaüstü çağrışımlar kazanmaya başladı. Bu dünyaları döndürdüğü düşünülen, Dünya merkezli, yedi kat "gök" şeffaf bir küresel kabuk vardı. En dıştaki -yedinci kat- gök, "sabit" yıldızların bulunduğu düşünülen yerdir. Tanrının dinlenme gününü de katarsak Yedi Yaratma Günü vardır.; kafada yedi delik, yedi erdem, yedi büyük günah, Sümer mitolojisinde yedi kötü şeytan, Yunan alfabesinde (her biri birer gezegensel Tanrı' yla yakın ilişkili) yedi sesli harf, Hermetistlere göre Kaderin yedi hakimi, Manişeizm' in Yedi Büyük Kitabı, Yedi Ayin, eski Yunanistan' ın Yedi Bilgesi ve yedi simyasal madde (altın, gümüş, demir, civa [mercury}, kurşun, kalay ve bakır; altın yine Güneş'le bağlantılıdır;gümüş, Ay'la, demir Mars'la vs..) Yedinci oğlun yedinci oğluna verilmiş doğaüstü güçler vardır. Yedi "uğurlu" bir sayıdır. "Yeni Ahit'in Vahiy Kitabı" nda bir tomarın yedi mührü açılır, yedi boru sesi duyulur, yedi kase doldurulur. Aziz Augustine yedinin mistik önemini pek anlaşılmaz bir şekilde, şu temele dayandırır: Üç "ilk tek tam sayıdır" (bir ne olacak peki?), "dört ilk çift sayıdır" (iki ne olacak peki?) ve "bunlardan ...yedi teşekkül eder." Vesaire. Bu bağlantılar günümüzde de varlığını sürdürüyor.     | Carl Sagan / Soluk Mavi Nokta
Tamamını oku
Tarih: Nisan 19, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hay dilini eşek arısı soksun! - Türk Düşünürü Bilim Adamı Oktay Sinanoğlu



Oktay Sinanoğlu

Bugün Oktay Sinanoğlu' nun ölüm yıldönümü. Onun anısına Bye Bye Türkçe adlı kitabından bir alıntı paylaşıyorum.



Az ötede bir gazete dergi bayiine rastladım. Amerikan basın hayatında acaba nasıl değişmeler olmuş diye bir göz attım. Hatırladığım Amerikan dergileri yerine yepyenileri çıkmıştı. Kağıtları daha parlak, renkleri daha canlı idiler, ama garip, galiba hepsi Türk dergileri idiler, çünkü adlan Güncel, Hareket, Vurgu, Hanım kız, Görüntü gibi Türkçe adlardı. Birkaç tanesini karıştırdım. Yoo, bunlar Amerikan, İngiliz dergileri idi. Ancak içlerinde kullanılan dil çok tuhaftı. Mesela, İngilizce güzelim Media lâfı dururken pek sık Basın-Yayın sözü geçiyordu. Bir de Türkçe Seçenek lâfına anlamlı anlamsız ne çok rastlanıyordu öyle. Pek açık seçik, keskin bir sözcük olmamakla beraber, İngilizce Alternative't ne olmuş sanki. Anlaşılan Amerika'da Türkçe sözcükler kullanmak moda olmuş diye düşündüm. Acaba niye? Yoksa kullananlara Anglo-Sakson oldukları için bir aşağılık duygusu mu gelmişti? Nasıl olur? Daha yüzyıl önce büyük bir devlet olan Amerika'ya, onun da kökeninde olan eski İmparatorluk İngiltere'sine nasıl aşa ğılık duygusu gelirdi. Belli ki bu Türkçe sözcüklerle bazı yazarlar kendilerine bir üstünlük havası vermeye çalışıyor, bazıları da pek iyi kavramadıkları konularda halklarının anlamadığı yabancı Türkçe sözcüklerin arkasına saklanıyorlardı.
Tamamını oku
Tarih: Nisan 13, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Ait oluruz, sahip oluruz, ya da olamayız (*)

(*) Candan Erçetin / Kader




Denen, elindeki not defterinin sayfalarını karıştırıyordu. İçinden nerede bu adam diye geçirdi. Bir saattir ihtiyar adamın evinden çıkmasını bekliyordu. Not defterine yazdığı şiiri okudu.

Ah neydi benim gençliğim

Nerede böyle hüzünlenmek o zaman
İçip içip ağlamak,
Uzaklara dalıp şarkı söylemek
 Hafta sekiz ben eğlentide
Bugün saz, yarın sinema,
Beğenmedin Aile Bahçesi
Onu da beğenmedin, parka
Sevdiğim dillere destan
Sevdiğim, Meyil verdiğim
Ben dizinin dibinde elpençe divan,
Samanlık seyran.
Nerde,
Nerde,
Nerde böyle hüzünlenmek o zaman!
Orhan Veli

Oldum olası Orhan Veli'yi çok severdi. Lise yıllarında İzmir Atatürk Kültür Merkezi' nde Müşfik Kenter' in oynadığı "Bir Garip Orhan Veli" tiyatrosuna gitmişti. İlk gittiği tiyatro oyunuydu. O günden beri ne zaman bir Orhan Veli şiiri duysa ya da okusa hemen o tiyatro oyunu gelirdi aklına.

Denen apartman kapısının açılışıyla hemen not defterini cebine koydu ve çıkanın kim olduğuna baktı. Evet bu onun beklediği kişiydi.
İhtiyar adam seksen yaşının üstündeydi. Evinde karısıyla birlikte kalıyor haftada bir iki kere akşamüstüleri bu saatlerde dışarıya çıkıyordu. Genelde markete, pastaneye ve kuruyemişçiye gidiyordu.
Küçük adımları ile apartman bahçesinden çıktı.
Denen cebinden not defterini çıkarıp notlarını almaya başladı. Sayfanın en üstüne başlık attı. 

56.Sokaktaki
Nail Amca.
80 yaşında.
Haftada iki yada üç kez dışarıya çıkıyor. 200 metre anca gidebiliyor. 


Sonra bugünün tarihini atıp ihtiyar adamla ilgili gözlemlerini yazmaya başladı.

Çok küçük adımlarla ayağını yerden kaldırmadan sanki sürüyerek yürüyor. Her beş altı adımdan sonra biraz dinleniyor. Yürürken başıyla önde ayaklarına bakıyor, durduğunda ise başını kaldırıp etrafını seyrediyor. Yanından geçen her insana yardım talep eder bir bakışla bakıyor. Bastonunu sürekli sağ elinde tutuyor. Ancak bastonuna fazla yük vermiyor. Bastonsuz da yürüyebilir. Markete giderken daha hızlı gidiyor eve dönüş yolunda daha yavaş. Nefessiz kaldığı olmuyor. Molaları aslında dinlenmek için değil etrafı seyretmek için. Durduğunda baston tutan eli titriyor. Diğer elini ceketinin cebine sokuyor. Harekete ederken elini cebinden çıkarıyor. Alışveriş esnasında çok konuşmuyor. Aldığı en ufak bir şeyi bile poşetle taşıyor. 

Denen not defterini kapatıp, ihtiyarın eve girmesini beklemeden caddeye çıktı ve hızlıca yürümeye başladı. Bu hafta gözlemleyip not aldığı yedinci ihtiyar adamdı Nail Amca. Bu insanların tüm davranışlarını not edip "ihtiyarların davranışlarını analiz" etmeye çalışıyordu.. Bu sayede ihtiyarladığında, daha güzel bir ihtiyarlık geçireceğine inanıyordu.

Önder Güngör
Tamamını oku
Tarih: Nisan 07, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

Tüm dünyayı kucaklamak istedim kollarım yetişmedi (*)



Bizler başından beri hep gezgindik. Yüzlerce kilometre boyunca her ağaç koruluğunu bilirdik. Meyveler ya da cevizler olgunlaştığı zaman orada olurduk. Hayvan sürülerinin yıllık göçlerini takip ettik. Kurnazlıkla, hileyle, pusuyla ve bedensel gücümüzle saldırarak, birkaçımızın işbirliğiyle, çoğumuzun tek başına avlanarak yapamayacağını başarıp taze etin keyfine vardık. Birbirimize bağımlı hale geldik. Bu işi kendi başımıza yapmanın, bir yere yerleşmek gibi, düşüncesi bile saçma bir şeydi.
Birlikte çalışarak çocuklarımızı aslanlardan ve sırtlanlardan koruduk. Çocuklarımıza gerek duydukları becerileri öğrettik. Ve aletleri. Teknoloji, o zaman da, şimdiki gibi, varlığımızı sürdürmenin anahtarıydı.

....

Türümüz var olduğundan beri geçen zamanın %99,9' unda bizler avcı ve toplayıcıydık, savanların ve steplerin gezginleriydik. O zamanlar sınır muhafızları, gümrük memurları falan yoktu. Her yer açıktı. Bizi sınırlayan Dünya ve okyanuslar ve gökyüzü vardı sadece....

Carl Sagan / Soğuk Mavi Nokta


(*) Özdemir Asaf
Tamamını oku
Tarih: Mart 31, 2019 Yazar: Yorum: 0 yorum

İpi kaçar uçurtmamın



İki ayağını yan yana getirdi. Biraz daha yaklaşırsa uçuruma yuvarlanabilirdi. Hemen önünde büyük bir kanyon uzanıyordu. Karşı tarafla arasında yaklaşık 150 metre mesafe vardı. Daha önce defalarca yapmıştı. Sorun yok, yine yapacaktı. Etrafına baktı. Görünürde hiç kimse yoktu. Sıçramak için geriye doğru açıldı.

Koştu koştu koştu...

Tam uçurumun ucunda iki ayağını yere vurarak zıpladı. Ilıkça bir rüzgar saçlarını uçuruyordu. Bir martının kanatlarını kaldıran hava sanki onun kollarını kaldırıyordu. Dalgaya binmiş gibiydi. Bu hazzı çok iyi biliyordu.

Uçtu..uçtu..uçtu

Uçurumun diğer tarafında iki ayağının üzerine düştü.

Bir kez daha karşı tarafa atlamayı başarmıştı.

Gözlerini açtı. Kollarının yardımıyla vücudunu sürükleyerek, yatağının yanındaki tekerlekli sandalyeye oturdu. Belden aşağısı tutmuyordu. Yıllardır yatalaktı. Her gözünü kapattığında 150 metre genişliğindeki bu kanyonun bir ucundan diğerine defalarca atlayarak geçmenin hayalini kuruyordu. Tabii ki başka hayallerde. Bildiği bir şey vardı.

Beyin gerçekle hayali ayıramazdı.


O, bugün yine çok uzak mesafelere atlamıştı.

Peki ya sen.
İki bacağını da kullanabiliyorsun.
Kaç kere gözünü kapatıp 150 metre atladın.
 Hiç mi?
 Kapat gözünü.
Haydi sıçra...


Önder Güngör
Tamamını oku