Nil Karaibrahimgil' in Nil'in kelebekleri kitabını okuyorum.
Odayı Amália Rodrigues - Primavera' sı dolduruyor.
Arkadaşlarım Fado ne diye sorduklarında Portekiz Türkü' sü diyorum.
Gelelin Nil' in kelebeklerine
Leonardo’nun vinci Bayanlar baylar, karşınızda anatomist, mimar, botanist, şehir planlamacısı, kostüm ve sahne tasarımcısı, şef, mizahçı, mühendis, at binicisi, kâşif, coğrafyacı, jeolog, matematikçi, filozof, fizikçi, ressam ve müzisyen... Nil Karaibrahimgil!
Değil tabii ama ‘keşke’si var. İ
şte bu ‘keşke ben de onun gibi...’ kahramanlarımın peşinde koştuğum günlerden birinde Da Vinci gibi nasıl düşünürüz? kitabını alıp eve kapandım. Kafamdaki soru her zamanki gibi şuydu: Peki benim vince hangi benzini koyarsam ne kadar kaldırabilir? Birbaktım Leonardo’nun benzini çeşit çeşit, hem isimleri Lorenzo’nun yağından bile güzel! İnsan sadece bunları okusa, beynine bir endam gelir:
Curiosita, Dimostrazione, Sensazione, Sfumato, Arte/sci-enza, Corporalita, Connessione.
“Neymiş bunlar neymiş neymiş?” diyenler Curiosita’ya hoş geldiniz. Türkçesi merak, merak, merak. Hayata karşı meraklı bir tutum izlemek, bıkmadan usanmadan en saçma şeyleri bile öğrenmeden duramamak. Leonardo için ‘gelmiş geçmiş en meraklı adam’ demeleri boşuna değil. Bir çiçeği bile çizerken üç değişik açıdan çizmiş. İnsan vücudundan sineğin uçuşuna kadar neye baksa yüzlerce açıdan bakmış. En önemlisi bunlar neyin nesi çok merak etmiş. Belki kuşların neden iki kanadı olduğunu kendimize hiç sormadan bir ömür geçer. Peki ya ‘Ben en çok ne zaman kendim gibi olurum? Hangi insanın yanında, nerelerde, ne yaparken?’ sorusunu sormadan ömür geçer mi? Gökyüzü neden mavi bilmesek de olur. Peki, Yapmayı en çok sevdiğim şeyden nasıl para kazamnm?’ı bilmesem de olur mu? ‘Archimandrite’nin ne demek olduğunu öğrensem de unuturum. Peki, hayatta en çok istediğim şeyin ne olduğunu öğrensem unutur muyum? Dimostrazione: Öğrendiğini deneyerek test etme tutkusu, yanlış yapa yapa öğrenme isteği. Leonardo demiş ki: “Deneyim asla hatayapmaz.” Öğrendiğimiz şeyleri yazmaya kalksak bayağı bir şey yazabiliriz. Deneyerek öğrendiklerimizi yazsak o kadar olmaz. Çünkü en büyük korku hata yapma korkusu! Leonardo’nun çizdiği uçaklar hiç uçmamış ama bunun korkusu onu 42 yaşında Latince öğrenmekten alıkoymamış. Bildiğimizden emin olduğumuz, bu doğrudur dediğimiz çoğu şeyi nereden öğrendik? Televizyondan, kitaplardan, internetten, arkadaşlardan, aileden, başkalarından. Yani her cevap bir kıyafet olsa, ben bunu kimden almıştım sorularının içinden çıkamayız. Peki ya ben, ben kendime elime iğneleri batıra batıra ne diktim? İşte bana en yakışan kıyafet o! O halde soralım: Hata yapmaktan korkmasaydım neyi daha değişik yapardım?
Normalspor bir insan ‘bakar ama görmez, dinler ama duymaz, dokunur da hissetmez, yer ama tatmaz, kıpırdar ama hareket etmez, içine çeker de koklamaz, konuşur ama düşünmez’... Sensazione, duyuları fayans parlatır gibi parlatmak demek. Peki nasıl? Kendini güzelliklere götürerek. Leonardo’nun vinci en güzel şekillerin, kokuların, tatların, seslerin ve hislerin benziniyle kaldırır. Bizim vincimiz de. Güzel olan her şey birleşip bizi şekilden şekle sokar. Ruhumuzun beş hükümdarı var, başka yok. O zaman ıhlamur ağacı kokulu bir rüzgârda, Boğaz’a bakarak ve Norah Jones dinleyerek soralım kendi kendimize: Bugüne kadar gördüğüm en güzel şey ne?
Duyduğum en tatlı ses? En içten dokunuş? En lezzetli tat? En güzel koku?
Mis gibi yaşayın diyor yani, misler gibi.
Değil tabii ama ‘keşke’si var. İ
şte bu ‘keşke ben de onun gibi...’ kahramanlarımın peşinde koştuğum günlerden birinde Da Vinci gibi nasıl düşünürüz? kitabını alıp eve kapandım. Kafamdaki soru her zamanki gibi şuydu: Peki benim vince hangi benzini koyarsam ne kadar kaldırabilir? Birbaktım Leonardo’nun benzini çeşit çeşit, hem isimleri Lorenzo’nun yağından bile güzel! İnsan sadece bunları okusa, beynine bir endam gelir:
Curiosita, Dimostrazione, Sensazione, Sfumato, Arte/sci-enza, Corporalita, Connessione.
“Neymiş bunlar neymiş neymiş?” diyenler Curiosita’ya hoş geldiniz. Türkçesi merak, merak, merak. Hayata karşı meraklı bir tutum izlemek, bıkmadan usanmadan en saçma şeyleri bile öğrenmeden duramamak. Leonardo için ‘gelmiş geçmiş en meraklı adam’ demeleri boşuna değil. Bir çiçeği bile çizerken üç değişik açıdan çizmiş. İnsan vücudundan sineğin uçuşuna kadar neye baksa yüzlerce açıdan bakmış. En önemlisi bunlar neyin nesi çok merak etmiş. Belki kuşların neden iki kanadı olduğunu kendimize hiç sormadan bir ömür geçer. Peki ya ‘Ben en çok ne zaman kendim gibi olurum? Hangi insanın yanında, nerelerde, ne yaparken?’ sorusunu sormadan ömür geçer mi? Gökyüzü neden mavi bilmesek de olur. Peki, Yapmayı en çok sevdiğim şeyden nasıl para kazamnm?’ı bilmesem de olur mu? ‘Archimandrite’nin ne demek olduğunu öğrensem de unuturum. Peki, hayatta en çok istediğim şeyin ne olduğunu öğrensem unutur muyum? Dimostrazione: Öğrendiğini deneyerek test etme tutkusu, yanlış yapa yapa öğrenme isteği. Leonardo demiş ki: “Deneyim asla hatayapmaz.” Öğrendiğimiz şeyleri yazmaya kalksak bayağı bir şey yazabiliriz. Deneyerek öğrendiklerimizi yazsak o kadar olmaz. Çünkü en büyük korku hata yapma korkusu! Leonardo’nun çizdiği uçaklar hiç uçmamış ama bunun korkusu onu 42 yaşında Latince öğrenmekten alıkoymamış. Bildiğimizden emin olduğumuz, bu doğrudur dediğimiz çoğu şeyi nereden öğrendik? Televizyondan, kitaplardan, internetten, arkadaşlardan, aileden, başkalarından. Yani her cevap bir kıyafet olsa, ben bunu kimden almıştım sorularının içinden çıkamayız. Peki ya ben, ben kendime elime iğneleri batıra batıra ne diktim? İşte bana en yakışan kıyafet o! O halde soralım: Hata yapmaktan korkmasaydım neyi daha değişik yapardım?
Normalspor bir insan ‘bakar ama görmez, dinler ama duymaz, dokunur da hissetmez, yer ama tatmaz, kıpırdar ama hareket etmez, içine çeker de koklamaz, konuşur ama düşünmez’... Sensazione, duyuları fayans parlatır gibi parlatmak demek. Peki nasıl? Kendini güzelliklere götürerek. Leonardo’nun vinci en güzel şekillerin, kokuların, tatların, seslerin ve hislerin benziniyle kaldırır. Bizim vincimiz de. Güzel olan her şey birleşip bizi şekilden şekle sokar. Ruhumuzun beş hükümdarı var, başka yok. O zaman ıhlamur ağacı kokulu bir rüzgârda, Boğaz’a bakarak ve Norah Jones dinleyerek soralım kendi kendimize: Bugüne kadar gördüğüm en güzel şey ne?
Duyduğum en tatlı ses? En içten dokunuş? En lezzetli tat? En güzel koku?
Mis gibi yaşayın diyor yani, misler gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder