2010 yılı Ağustos ayıydı. Arabadaki ekranın göstergesi 40' ı gösteriyordu. Üç arkadaş, Bakanlıklar tarafından Kızılay'a doğru gidiyorduk. Trafik sıkışmış, arabaların camları açık, her yerden korna sesleri geliyordu. Önümüzdeki körüklü otobüsün kapıları açıldı. Kalabalık bir grup elllerinden ve ayaklarından tuttukları baygın bir kadını ototbüsten aşağıya indirip, kaldırımın üzerine bıraktılar. Direksiyondaki arkadaşım,
- "Önder, dur şu kadına yardım edelim." dedi ve direksiyonu çevirerek, arabayı kaldırımın üzerine, kadının olduğu yere çıkardı.
Kendisi bir polikliniğin acilinde çalışıyordu. Bu yüzden arabanın bagajında sürekli "Acil Çantası" bulundururdu.
Bagajı açıp kocaman siyah çantasını çıkaraıp, kadının başında duran kalabalığa,
-"Çekilin ben doktorum." dedi. Herkes talimata uyup, açıldı. Birlikte çömeldik. Arkadaşım biraz baktıktan sonra,
-"Bunun şekeri düşmüş Önder" dedi.
Çantayı açtı. Çantanın içinde, serum setleri, sütürler, ilaçlar ne ararsan vardı. Küçük bir kutuyu açtı. İçinden bir adet kesme şekeri alıp, kadının ağzına attı. Sonra da başını kaldırıp, bir şişe suyu içirdi.
Biraz sonra kadın gözlerini açıp,
-"Ne oldu bana?" diye sordu.
O sırada bir siren sesiyle irkildik.
Kaldırımdaki arabamızın arkasına bir polis aracı park etmişti. Polis yanımıza gelip,
-"Eyliyet ve ruhsatı verin!" dedi.
Biz, arabayı niye kaldırıma çıkardığımızı anlatmaya çalışırken, polis sert bir ses tonuyla,
-"Hanginiz çarptı kadına." diye bağırdı.
Arkadaşım,
-"Ne çarpması Memur Bey" dese de polis. "Ehliyet, ruhsat" diye tekrarladı.
Biz doktor olduğunuzu kadına yardım etmek için durduğumuzu söylesek de polis bizi dinlemiyordu.
Allahtan otobüsten inen insanlar ve sonrasında kendisine gelen hasta kadın sayesinde polisi ikna edebildik.
Önder Güngör / Ankara
Yorumlar
Yorum Gönder