Kelebeğin Rüyası - Rüştü Onur - Muzaffer Tayyip

Kelebeğin Rüyası - Aşk bahanesidir şiirin.




Bugün 16 Mart 2022 Çarşamba

Rusya, Ukrayna savaşı 20.gününde.

Benzin 18 TL. Dün 20 TL ‘ydi. Arabamın deposu 1100 TL’ye doluyor.

Ramazan pidesi fiyatı açıklandı. 6 TL olacakmış.

14 Mart Tıp Bayramı bu yıl daha dikkat çekiciydi.

Gamze ve ben Covid (+). Eski deyimle müspetiz. Evde dinleniyoruz.

18 Martta Çanakkale Köprüsü açılacak.

Evde yatarken eski bir film izledim.



Kelebeğin Rüyası filmi, Zonguldak ve köylerinden toplanan insanların asker zoruyla madende çalışmaya götürülmesi ile başlıyor.



Rıhtımda Rüştü ile Muzaffer’in Suzan’ ı görmesiyle şairler ekran önüne çıkıyor.

Muzaffer, “Neden güzel kızlar daha hızlı büyüyor?”

Rüştü, “En güzelinin bir şiirlik canı var.”

Filmin ilerleyen birkaç sahnesinde okunan şiirleri duyunca aklıma birden Orhan Veli geldi. Bilgisayarı açıp, filmin şairlerini tarattım. Zaten şiirleri ilk duyan ya da okuyan herkes Orhan Veli ile benzerliğini anlamış. Bu yönde çok fazla yazı ve yorum okudum. Ben de sanki Amerika’ yı keşfetmiş gibi sevinmiştim. Halbuki Amerika’ yı defalarca keşfetmişler izleyenler.

Olsun ben de hem film hem de Garip için bir şeyler yazayım.

Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu. Adlarını ilk kez duymuştum bu şairlerin. Filmi durdurdum. Şiirlerini okumaya başladım. Önce Muzaffer Tayyip Uslu’ yu…

-OKTAY RİFAT'A-

Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiçte güzel değil
Ne sabah var ne akşam (Muzaffer Tayyip Uslu)

Şiirin daha ilk dizesini okuduğunuzda, Orhan Veli’ nin ilkini 8 Aralık 1937’ de saat 21 ‘de yazdığı (Oktay Rıfat’a Mektuplar şiirleri) şiir aklınıza geliyor.

Ankara, 8. 12. 37 Saat 21

Kış, kıyamet
Macar Lokantası'nda yazıyorum
İlk mektubumu. Oktay' cığım
Bu gece sana bütün sarhoşların Selâmı var (Orhan Veli)

Rüştü Onur 1920 ,  Muzaffer Tayyip Uslu ise 1922 doğumlu. Orhan Veli ve Oktay Rıfat 1914 doğumlular. Oktay, Orhan’ dan 2 ay daha büyük 😊 Orhan Veli’ nin ilk şiiri (Sicilyalı Balıkçı) 1 Aralık 1936'da Varlık Dergisinde Mehmet Ali Sel imzasıyla yayımlandığında, Muzaffer Tayyip Uslu henüz daha 14 yaşında.

Google’ da biraz daha arama yapınca, The Journal of Academic Social Science Studies’ de “ORHAN VELİ’NİN İZİNDE BİR “GARİP”: MUZAFFER TAYYİP USLU” adlı, Araştırma Görevlisi Seda ÖZBEK’ in makalesini buldum. Burada da şairin Orhan Veli etkisinde kaldığı ve Garip akımının etkisinde olduğu yazılıydı. Makalede, Muzaffer Tayyip’ in “Remzi Bey‟e Şiirler” başlıklı manzumesinin Orhan Veli’ nin Süleyman Efendi’siyle akraba olduğu,

Nasıl yaşamışsın Remzi Bey
Nasıl yaşamışsın sen
Bugüne kadar böyle
İnsanlardan habersiz.
Oturup bir masa başına
Kaydederek
Falanca evrağın
……/Muzaffer Tayyip Uslu

 

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendiye
……/Orhan Veli

Yine aynı makalede Araştırma Görevlisi Seda ÖZBEK’ in deyimiyle Orhan Veli, Elene’ yi öptüğünü inkar ederken (, Muzaffer Uslu’ nun Evadoksiya’ yı öptüğünü anlattığı satırların şairin Orhan Veli etkisinde ne kadar kaldığının tipik örnekleri olarak gösterilmektedir.

Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni' yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz? (Orhan Veli)

 

İnkâr etmiyorum ki
Öpmesine öptüm Evadoksiya’ yı
Hem de Zeyrek yokuşunda öptüm
Sinemaya da götürdüm
Fakat ben o zaman
Deli gibi seviyordum onu
Sanırsam, o da beni seviyordu
Sevmese ıslık çalar mıydı?
Saat ondan sonra
Çabuk gel diye (Muzaffer Tayyip)

 

Dönelim Kelebeğin Rüyası filmine,

Film’de Rüştü ile Muzaffer’in hocası rolünde Yılmaz Erdoğan var. Film’de ismi hiç geçmiyor. Stajyer Edebiyat öğretmeni. Behçet Necatigil. Ancak filme bakıp aldanmamak lazım. Muzaffer, Behçet Necatigil’ den sadece 6 yaş küçük. Orhan Veli ise Behçet Necatigil’ den  2 yaş büyük. 

Filmin ilk sahnelerinde Rüştü ve Muzaffer, gelen postadan Varlık Dergisi’ ne bakıp, kendilerinin gönderdiği şiirlerin yayımlanmadığını, ancak hocanın şiirinin yayımlanmış olduğunu söylüyorlar. Behçet Necatigil öğretmenliğe başlamadan önce Yüksek Öğretmen Okulu’ nda  Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yükseköğrenim görmüş. Bu okuldayken Ali Nihat Tarlan ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi olmuş. Divan şiiri ve Tanzimat şiiriyle onlar vasıtasıyla tanışmış. Öğretmen Okulu ‘nda Cahit Külebi en iyi arkadaşıymış. Alman Filolojisi bölümünün bazı derslerine de misafir öğrenci olarak katılmış. Berlin’de dört ay Almanca kursu almış.  1940 yılında yükseköğrenimini tamamladıktan sonra öğretmenliğe başlamış. Önce Kars’a atanmış sonra da Zonguldak’a. Şiir alanında, Rüştü ve Muzaffer’den önde olmasının yanında o da şiirlerinin henüz başlangıcında olmalıydı o yıllarda. O dönemde Zonguldak'ın gazetelerinden Ocak’ta, Kara Elmas dergisinde ve İstanbul’da çıkan Değirmen adlı dergide bu 3 şairin birlikte şiirleri yayımlanıyor. Aslında Behçet Necatigil’ in ilk şiir kitabı, Muzaffer Tayyip’ in ölümünden 1 yıl önce basılıyor.1945 yılında. Tesadüf olmasa gerek, aynı yıl Muzaffer Tayyip Uslu’ nun Şimdilik kitabı da yayımlanıyor.  

Filme geri dönelim.



Film’de rakı içerlerken, (vayyyy rakı sahnelerine bayılırım.) Hoca’nın “Şiiri yayımlanmayan her şair dergi çıkarmak ister.” sözü halen daha kulaklarımda. Yine rakı sofrasından; Muzaffer Tayyip’ in, “Kız şiirden anlıyorsa, beni seçer. Anlamıyorsa zaten senin olsun.” sözleri. Ve Hoca’ nın “Bir kızın şiiri beğenmesi şairi de beğeneceği anlamına gelir mi?” sorusu. “Gelmez mi?” sorusuna, “Valla ben gelmediğini gördüm.” cevabı.

Şu diyalog da çok hoşuma gitti.

“Edebiyat ezberleyince edebiyatçı mı olunuyor?”

“Bilmeyince de hiçbir şey olunmuyor.”

Filmde dikkatimi çeken bir ayrıntı oldu. Henüz ilk sahnelerde Rüştü ve Muzaffer Zonguldak’ ın caddelerinde şiirlerini satarken, masada duran kitabın üzerinde “Şimdilik-Muzaffer Tayyip Uslu yazıyordu. Halbuki bu isimli kitap 1945 yılında (Rüştü’ nün vefatından 3 yıl sonra) yayımlanıyor. Yukarıda da bahsetmiştim, Muzaffer Tayyip ölümünden 1 yıl önce şiirlerini bir araya getirip yayımlıyor. Oysa filmin başı daha henüz 1941-1942 yılları arasını kapsıyor.

Filmden bir diyalog daha: Rüştü, Zonguldak’ta hastanede yatarken Muzaffer ile konuşması.

Muzaffer “O kıza şiir yazılmaz!”

Rüştü “Niye?

-          Elini sıkmadı senin?

-          Koktu. Herkes gibi.

-          Herkes gibi olana şiir yazılır mı?

-          Yazılmaz mı?

-          Yazılır mı?

-          Biz bir kıza şiir yazmayacağız ki. Kız bizim bahanemiz. Aşk bahanesidir şiirin.

Sonra Hoca gelir hastaneye ve çantasından Garip dergisini çıkarır. Bu dergi, 1941 yılının Mayıs ayında yayımlanan Garip seçkisiydi.  Bu kitapta Orhan Veli’nin yirmi dört şiiri, Melih Cevdet'in on altı, Oktay Rifat'ın ise yirmi bir şiiri yer almıştı. Bu kitap Garip akımının başlangıcıydı.

Muzaffer dergiden Melih Cevdet’ in Islık Çalmak şiirini okur.

Balıklar için deniz lâzım
Sevişmek için işsiz olmak,
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını,
Zengin olmak lâzım.
Oysa ıslık çalmak için
Bir şey lâzım değil... (Melih Cevdet)

Filmdeki Leblebici Şeyhmuz’ un şiir kitaplarını almak istemesi de güzel espriydi. Devamında Muzaffer, Suzan’ la karşılaştığında Hoca niye ona kötü davrandığını sorduğunda;

“İnsanoğlu Hocam. İyi davranınca çabuk unutuyor.” sözü halen daha kulağımda.

Ve yağmurlu bir sahnede Hal Tercümesi’ ni okur Yılmaz Erdoğan,

Yılların çarmıhında vücudumu günler,
Taşa tuttu.
Çivilenip kaldı ufkumda,
Mevsimler var, yağmur bulutu.
Kapalı kaynar tencerem bilinmez,
Et mi pişer, dert mi pişer.

Çağırmadılar ki beraber gidelim,
Gittiler birer ikişer.
Hatıralar bana gelmekle,
Tamamen aldanmışlar.
Bir sır gibi ele verdi beni
Kuyularda kamışlar.
Ümitlerim, ne var ne yok, bitti;
Nöbete geçti korkular.
Üstüme çevrilen aydınlıklar içinden,
Gece – beni kurtar!

Behçet Necatigil, İZDİHAM

Film’ e devam,

Nalbur sahnesi var ya, orada ben olsam nalburun adını Battal yerine Remzi koyardım. Şiirdeki gibi.

 

“İnsanlar tokalaşınca verem bulaşmaz, olsa olsa biraz sevgi bulaşır O da unutunca geçer”

Orhan Veli ile, Muzaffer ‘in ortak bir yönü daha var. Filmde daktiloyu izinsiz aldığı için Muzaffer memuriyetten atılır. (1941) Orhan Veli’ de memuriyetten istifa etmiştir.

GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti. (Orhan Veli)

İnternette araştırmaya devam ederken, bir araştırma makalesine daha rastladım. Makale 2018 yılına ait. “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Modernleşme Olgusu: Kelebeğin Rüyası Film Örneği” Rifat Becerikli (Dr. Öğr. Üyesi-Bozok Üniversitesi İletişim Fakültesi) ve Mehmet Sena Kösedağ (Dr. Öğr. Üyesi-Bozok Üniversitesi İletişim Fakültesi) Bu makaleyi okumanızı öneririm. Filmin geçtiği döneme ait sosyal ve politik olaylar çok güzel anlatılmış. Film ile ilgili yorumlarda, mükellefiyete, sınıf ayrımına, yoksulluğa, sosyal yaşantıya ait filmdeki örnekleri güzel bir şekilde anlatmışlar.

Çok fazla uzatmadan film ile ilgili diğer düşüncelerimi hızlıca yazmak istiyorum.

Filmin sonundan başlıyorum bu sefer.



Filmin sonlarında Rüştü’ nün eşi Mediha ölür. Bunun üzerine Rüştü kendisini odaya kapatır. Muzaffer de onunla birliktedir. Günlerce yemezler içmezler. Sadece duvarlara şiir yazarlar. En sonunda Mediha’ nın ölümünden 8 gün sonra Rüştü de ölür. Sonuçta eşinin ölmesi hastalığını nüksettirmiş, Rüştü hiçbir şey yemeyip içmeyip kendisini bir nevi intihara sürüklemiştir. Böylesine büyük bir aşk.



Peki bu aşkın büyüklüğünü filmde başka nerede görüyoruz? Heybeliada’ daki Sanatoryumda. Filmde beğenmediğim ya da eksik bulduğum yerlerden birisi de burası. Rüştü Onur bu  Sanatoryum’ da tedavi olabilmek için yıllarca sıra bekler hatta arkasından Muzaffer’de bin bir uğraşla bu Sanatoryum’ a yatar. Ve bu tedavi sürecini ve Sanatoryum’ daki yatışını Mediha uğruna terk eder Rüştü. Rüştü uğruna da Muzaffer. Böylesi bir karar büyük aşkın uğrunadır. Peki biz Sanatoryum sahnelerinde bunu ne kadar hissedebildik. Rüştü ile Mediha’nın yakartop ve kartopu oyunlarından. Böylesine önemli bir aşk bu kadar basitçe geçiştirilmiş. Uğruna veremle savaşını terk eden bir insan, uğruna kendisini odaya kapatıp ölüme sürükleyen bir erkek ve adadaki yakartoplu ve kartoplu sahne..Bu aşk daha güzel işlenebilirdi. Uğruna ölüme iki kez gittiğin aşk.

Buraya kadar…

Covid pozitif olarak evde veremli gibi öksürerek seyrettiğim 2013 yapımı Kelebeğin Rüyası filminden aklımda kalanlar.

Bu arada,

Muzaffer Tayyip, Rüştü Oktay’ ın ölümünden 4 yıl sonra 1946 yılında vefat etmiş ve cenazesi dönemin en katılımlı cenaze töreni olmuş. Seda ÖZBEK’ in makalesinde, cenazede devlet erkanının tesadüfen orada olduğu yazılı ancak dönemin Zonguldak Valisi’nin Oktay Rıfat’ ın kayınpederi olmasının bunda etkili olduğu söylenmektedir. ( Bu arada Oktay Rıfat, Nazım Hikmet’in kuzenidir.)


 


Öldükten Sonra

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan (Muzaffer Tayyip Uslu)




Hülasa

Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim (Rüştü Onur)

 

 

Ankara / 16 Mart 2022 / Önder Güngör



Yorumlar

  1. Ne yalan söyleyim şiire karşı pek ilgim yoktu.ama severek okutturdun teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş tebrikler teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder