Üç Ben

1992 yılının Aralık ayıydı. O zamanlar kışlar daha bir soğuktu sanki. Kalın paltom üzerimde üşüyerek gidiyordum tiyatro salonuna. Hafiften kar yağıyordu. Tiyatro salonu kaldığım yurda yakındı. Numune Hastanesi ile Hacettepe FTR binasının arasındaki meydandan Gençlik Parkı'na doğru yürüdüm. Bu yolu hiç sevmezdim. Hem yaya trafiğine uygun değil, hem çok karanlık, hem de yolun aşağısında EGO otobüslerinin ilk duraklarının olduğu daha köhne bir yola çıktığı içindi.



Tiyatro binasına girmeden önce üzerimdeki karı yere döktüm. İçerisi sıcacıktı. Sarı ışıklar her tarafı sapsarı yapmıştı. Herkes gibi beklemeye başladım.
Oyun 20.15 te başlayacaktı. Daha yarım saat vardı. Duvarda camekan içinde oyunla ilgili sahnelerin olduğu fotoğraflar ve oyuncular hakkında bilgiler vardı. Bunları her gittiğim oyunda , oyuna girmeden önce mutlaka okurdum. Yine öyle yaptım. Daha sonra etrafı seyre daldım. Orta yaşlı bir adam vardı. Çevresinde 5-6 kişi onu dinliyordu. Ne konuştuklarını merak edip yavaşça onlara doğru yaklaştım. Fakat ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım hiç bir şey duyulmuyordu. Ancak tiyatro binasına giren herkesin adamla selamlaştığını fark ettim. Adama karşı olan dikkatim daha da arttı. Evet. Herkes mutlaka bu adama merhaba diyor ya da kısa bir konuşmaya dalıyordu. Herhalde çok tanınan bir adam diye düşündüm. Yüzünü tekrar inceledim. Bildiğim siyasilere benzemiyordu. Sanırsam bürokratta değildi. Çünkü hiç bir bürokrat başında fötr şapkası ile dolaşmazdı. Belki tiyatrocudur diye düşündüm.
Oyuna on dakika kalmıştı ama arkadaşlarım henüz daha gelmemişlerdi. Sekiz kişi olacaktık. Hayret hiçbiri de yoktu. Belki de hepsi buluşup , gelecekler diye düşündüm. Tekrar adama odaklanmıştım. Şimdi de çevresindekiler ona bir şey anlatıyorlardı. Adam onları dinliyor ve neşeli tavırlarla karşılık veriyordu. O kadar dalgın bir şekilde gözümü dikmişim ki, bir anda hepsinin dönüp, bana baktığını fark ettim. Çok utandım. Hemen duvardaki yazıları okuyormuş gibi yaptım. Kontrol amaçlı tekrar baktığımda, eski sohbetlerine devam ederlerken görüp, bir "oh.." çektim. Nerede kalmıştı bizimkiler....Son beş dakika ..Ama ortalıkta kimse gözükmüyordu. Duvarda bir telefon asılıydı. Cebimden bir jeton çıkarıp , arkadaşlarımdan birini aradım.
"Alo. Oya?"
"Efendim"
"Kızım neredesiniz? Oyun başlamak üzere daha evden çıkmadınız mı?"
"Yoooo.."
"Niye?"
"Olum sen bugün aradın ya.. Bugün tiyatroya gitmiyoruz. Biletler yarınaymış. Ben size yanlış söylemişim dedin. Hatırlamıyor musun?"
"Kim.? Ben mi? Ne?"
Tam o sırada tiyatro salonunun kapıları kapanmak üzereydi. "Ben seni ararım. " deyip, koşarak salona girdim. Yerimizi buldum. Beş kişilik boş yer. Çok kolay buldum. Oyun başlamıştı ama benim aklım halen daha telefonda konuştuklarımızdaydı. Allah allah. Nasıl bir iş bu böyle. Ben kimseyi aramamıştım.
Oyunun on dakikası geride kalmıştı ama daha bir kelimesini bile dinlememiştim. Ben ne zaman aradım? Yalan söylüyor. Ama peki o gelmedi. Ya diğerleri.. Onlar niye gelmedi?
Birden salondan gelen yüksek sesle irkildim. "Evlat!"
Ses sahneden geliyordu. Dikkatimi biraz daha yoğunlaştırarak sahneye baktım. Bekleme salonundaki adam sahnedeydi. Demek ki tiyatrocuydu. Ondan herkes onu tanıyordu. Adam tekrar bağırdı. "Evlat!"..Neee..Adam bana bağırıyordu...
Evet bana bağırıyordu. Bütün salonda bana bakıyordu. Dondum kaldım. Allahım ne olmuştu? Ne yapmıştım ben ki adam oyununu bırakmış bana bağırıyordu?
Tekrar yüksek bir ses. "Evlat ne düşünüyorsun öyle? Arkadaşlarını niye telefonla arayıp, oyunun yarın olduğunu söylediğini mi düşünüyorsun?"
Buz gibiydim. Adam düşüncelerimi mi okuyordu? Neler oluyordu?  Bir sahnedeki adama, bir de salondaki bana bakan insanlara bakıyordum. Yahu. Neydi bu başıma gelenler?
Adam sahneden indi ve bana doğru yaklaştı. Sıranın en başına geldi. Eliyle işaret etti. Ben de hiç sorgulamadan aralardan geçerek adamın yanına geldim. Oyun tamamen durmuştu. Oyuncuların hepsi sahneden inmişlerdi. Seyirciler , herkes ayaktaydı.
Titrek bir sesle..
"Ben ben bir şey yapmadım ki..." diyebildim.
Adam kolunu omzuma attı.
"Hayır evlat hiç bir şey yapmadın." dedi ve devam etti. "Bak buradaki herkes Türkiye'nin çeşitli yerlerinden sadece seni görmeye geldiler. Bizler gerçek oyuncularız. Sahnede oynamıyoruz." dedi.
Başımı kaldırıp, etrafa bakındım. Herkes gülümseyerek bana bakıyordu. Kocaman bir halka oluşmuştu çevremizde. Bayan, erkek, çocuk, yaşlı herkes çevremizdeydi.
Adamın kolu omzumda, kapıya doğru yürüdük. Kapının önünde yaşlı bir adam kapıyı açtı bize. Beyaz saçlı, kırışık suratlı ama çok dinç görünümlü ihtiyar adam. Gülümsüyordu. Daha sonra birçok kez çıkacaktı karşıma bu adam.
Önce salondan sonra da tiyatro binasından dışarı çıktık. Kabanım içeride kalmıştı ama soğuk havaya rağmen hiç üşümediğimi farkettim. Hatta tatlı bir sıcaklık hissediyordum. Yavaş adımlarla Hacettepe'ye doğru yürümeye başladık.
"Evlat. Seni hep izledik. Yıllarca. Ama bugün izleme bitecek. Ancak bu sana bağlı. Eğer başarırsan artık seninle daha yakın bir ilişkide olacağız." dedi.
"Siz kimsiniz? Beni niye izlediniz? Ben hiç bir olaya karışmadım. Sadece okuluma gidiyorum." dedim.
Yüksek sesle güldü. İtfaiye Meydanına giden sokağa doğru döndük. Sanki kaçmamdan korkuyormuş gibi kolu halen daha omzumda bana sıkıca sarılmış haldeydi.
"Soldaki yol daha yakın benim için. Hem buraları bu saatte çok tehlikeli olur." dedim.
Adam hiç ses vermeden sessizce yürümeye devam etti.
"Sen istemeden başına hiçbir şey gelmez." dedi.




Aniden yolda üç tane genç belirdi. Birbirleriyle kavga ediyorlardı. Üçü de aşağı yukarı aynı boy ve aynı yapıdaydılar. Adama dönüp, bir şey söylemek istedim. Başıyla işaret edip sadece izlememi söyledi. Beni kolunun kuvvetiyle kavga eden adamlara daha da yaklaştırdı. Artık adamları daha net seçiyordum. Biri yerde yatıyor ve başını korumaya çalışıyordu. Diğeri de ayakta yerde yatan bu adamı tekmeliyordu. Üçüncüsünün elinde silah vardı. Sanki ikisini de vuracakmış gibi silahını onlara doğrultmuştu. Biraz daha yaklaştık. Aman allahım. Bu gençlerin üçü de Ben'dim. Kalbim heyecanla çarpamaya başladı, aynı anda yerde yatan adamın korku dolu hislerini hissetmeye başladım. Sonra da ayakta tekmeleyenin sinirini. En son olarak elinde tabancası olan adamın hisleri . Hepsi değişerek bedenimi sarıyordu. Yanımdaki adama baktım. Beynim çatlayacak gibiydi. Tekrar izlemem için işaret etti. Kafamı çevirdiğimde kavga edenler yok olmuştu. Üç genç ve üçü de bendim. Öldüresiye dayak yiyiyor, öldüresiye dövüyor ve gerçekten öldürmek için bekliyordum.
Soluk soluğa kalmıştım. Yutkundum. Adam panik halimi anlamıştı. Tekrar yürüdük. Yolun sonuna geldiğimizde durduk.
"Buradan sonra yalnız gideceksin." dedi.
Korkumu hissederek.
"Korkma bir şey olmayacak. Ancak senden bu akşam bir şey yapmanı istiyorum. Odana gidip, uyuyacaksın. Sabah kalktığında bu SENlerden hangisi olacağına karar vereceksin. Bu verdiğin karara göre seni ya izlemeye devam edeceğiz ya da bizden biri olacaksın."dedi.
Sonra devam etti.
"Kararını bize söylemene gerek yok. Biz onu hissedeceğiz." dedi.
Allahım neydi bu başıma gelenler. Ne tiyatroydu ama. Üç ben.
Akşam korku içerisinde uyuyacağımı zannediyordum ama çok tatlı bir uyku uyudum. Kendimi hiç bu kadar güvenli hissetmemiştim. Huzur içinde uyandım. Sabah kalktığımda kararımı çoktan vermiştim. Dün akşam tiyatroda unuttuğum paltom odamdaydı. Paltomu giydim ve okula doğru yürümeye başladım. Evet kararımı çok an vermiştim. Bir çocuk gibi sevinçliydim. Dün akşam o sokaktaki benlerden dördüncü olanını seçtim.
Zaten o günden sonra tiyatroda gördüğüm insanlarla hep karşılaşacaktım.


Önder Güngör / Ankara / 2008

Yorumlar

  1. Yıl 2008 deki dördüncü BEN.
    Yıl 2021deki kaçıncı BEN e evrildi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder