Şarkı söyleyen köpek

Bundan 2 yıl önceydi. Ekim ayının sonlarıydı. İş arkadaşım Nedim motorunu henüz yeni almıştı. Keeway. Daha sonradan bu motor küçük olduğu için, yanına bir de Aprilla Caponord eklenecekti.

Keeway 250 cc 'lik bir motordu. Kırmızı renkliydi. Şimdilerde Nedim şehir içinde kullanıyor bu motoru. İlk aldığında şehir dışı gezilere bu motorla gidiyordu.
Demli Hayat
24 Eylül günüydü. Günlerden Pazardı. Nedim' in evinde oturmuş internette klansavaşları oynuyorduk. Dışarıda yazdan kalmak çok güzel bir hava vardı.
Saat 15.00 sıralarında Nedim "Hadi Önder seni motorla gezdireyim" dedi. "Gezdir gezdirmesine de giysilerim yanımda değil" dedim. "Bir üst kata çıkmaya mı üşeniyorsun?" dedi. Israrı üzerine, eve gidip üstümü giyindim. Eski dizliğimi aldım. Birde eski bir kask. Şimdi olsa bir daha asla böyle yola çıkmazdım. Yola çıkmadan önce de rotamızı hazırlamıştık. Ankara'ya 90 km uzaklıkta, Kırıkklale'nin ilçesi olan Karakeçili'ye gidecektik.
 Daha Büyük Haritayı Görüntüle
(Harita ile oynayarak rotamızı öğrenebilirsiniz. )

Ben daha önce hiç gitmemiştim. Yolu bilmiyordum. Gölbaşı'na doğru gittik. 15 km sonra Bala yoluna döndük. Yol sapsarı tarlalarla doluydu.

Bir çay ocağında mola verdik. Birer çay içtik. Genelde motorla gidenler burada hep dururmuş. Nedim' de daha önce bir çok kez burada durmuş.

Karakeçili'ye vardığımızda Nedim' e balık ısmarlayacaktım. Ben de salata yiyecektim. Gezimizin ana amacı buydu.

Karakeçili , Keeway'le bir saatlik bir yol. Ancak biz yolda fotolar çektiğimiz için çok daha geç vardık. Oraya vardığımızda güneş ışınlarını iyice sarartmıştı. Biraz nehrin kenarında durduk. Sonra eskiden kalma köprüde fotoğraflar çektirdik. Nedim motorla tur atıyor ben de onu görüntülüyordum.
Küçük bir büfeye gittik. Motorcular genelde burada yiyorlarmış. Yan yana dört beş küçük büfe vardı. Ben ilk kez geldiğim için bilmiyordum. Yolun kenarında masalar vardı. Bu masalardan birine oturduk. Rüzgar ılık bir şekilde esiyordu, bizde motorla yaptığımız yolculuğun keyfiyle siparişlerimizi verdik. Nedim kadife balığı yedi. Bende salata.
 Demli Hayat Demli Hayat  Demli Hayat Demli Hayat Demli Hayat  Demli Hayat Demli Hayat Demli Hayat
Burada çok vakit harcadık. Büfe sahibiyle fotoğraf çektirdik. Artık geri dönme vakti gelmişti. Bu sefer fotoğraf çekmeyeceğimiz için daha çabuk varacağımızı düşünüyorduk Ankara'ya. Virajlı yollardan geçerken güneşin batışı çok güzel göründü bize. Nedim' le ben aynı şeyi düşündük bir anda. Motor kenarda durdu. Nedim geri dönecek , tepedeki virajdan dönüş yapacak ben de daha yüksek bir tepeden bunu görüntüleyecektim. Hiç vakit kaybetmeden tepeye tırmanmaya başladım. Güneş daha da bir koyulaşmış , ışığını iyice azaltmıştı. Görüntüyü kaçıracaktık. Havada birden soğumuştu; bir titreme ile adımlarımı daha hızlı atarak tepeye doğru tırmanmaya devam ettim. Halbuki bugün buraya gelirken hava günlük güneşlikti. Malum karasal iklim, güneş battıktan sonra doğada hava daha soğuk oluyordu. Tepeye vardım ve beklemeye başladım. Nedim benim tırmanabilmem için biraz zaman geçirecek, ondan sonra virajda gözükecekti. Bir yandan üşüyor bir yandan da "Hadi olum nerde kaldın diyordum" . Bir ses..Evet geliyor dedim içimden. Ama o ses uzaktan değil çok yakınımdan geliyordu. Üstelik bir motor sesi de değildi. Bir tane kocaman köpek. Hemde benim boyumun yarısı. Bu sürüleri koruyan köpek olmalıydı. Boynunda kocaman demirden boyunluk vardı. Bunlar kurtla kavgaları sırasında boynundan ısırılmalarını engellemek için koyulmuştu. Ve şimdi bu köpek , üç adım ötemde ve hırlayarak bana bakıyordu. Bu tür durumlarda "yok efendim korktuğunu belli etmeyeceksin", "korkmazsan onlarda senden korkmaz", "kaçarsan ısırırlar". Bunların hepsi hikaye.. çünkü köpekler bunları bilmiyorlardı ve bana doğru yaklaşmaktaydı. Kaçmak imkansızdı. Bir atlasa beni yere yıkabilecek yakınlıktaydı. Korkudan zaten aklıma hiç bir şey gelmiyordu. İçimden acaba yere yatsam, kollarımı yüzüme alsam sadece bacaklarımı ısırabilir diye düşündüm. Ya da yerden bir taş alıp atsam mı acaba diye geçirdim içimden. O kadar yukarı tımanmıştım ki Nedim' in beni fark etmesi mümkün bile değildi. Burada yanlızdım. Zaten havada kararmıştı. Tam korku filmi gibiydi. Hava artık karanlıktı. Köpek sürekli hırlıyordu. Ancak bir gariplik vardı. Korkudan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama bayağı zaman geçtiğine emindim. Gariplik köpeğin çıkardığı sesteydi. Köpek hırlamıyor, bir şarkı söylüyor gibiydi. Evet bu kesinlikle bir hırlama değildi. Şarkı söylüyor ve bana bir şey yapmıyordu. Donup kalmıştım. Kaçmaya korkuyor , çömelmeye korkuyor, hatta başımı çevirmeye bile korkuyordum. Derler ya "köpekle göz göze gelmeyin korktuğunuzu anlar" diye. Gözümü köpeğin gözüne dikmiş buldum kendimi birden. O bana bakıyor , ben de ona bakıyordum. Tek farkla , ben şarkı söylemiyordum. Köpeğin yüzü birden değişti. Ya da korkudan kendimi kaybetmek üzereydim. Evet yüzü bir insanı andırmaya başlamıştı sanki. Yaşlı, ama dinç bir adam gibi gözüküyordu yüzü. Sadece bana bakıyordu. Tatlı, sevimli bir bakışla karşı karşıyaydım. Korkum biraz geçmişti. O yüzden olayları ve karşımdaki köpeği daha iyi detaylandırmaya başlamıştım. Köpek tam benim yarım kadardı. Bembeyazdı. Bıyıkları bile beyazdı. Kocaman bir kulağı , yumruğum kadar da burnu vardı. Ayak patilerinde tüyler biraz daha koyuydu ama karanlıkta tam rengi seçilmiyordu. Sırtı koyun gibi tüylüydü. Yüzü daha da belirginleşti. Yaşlı, güleç, sevecen ve bir o kadar da dinç bir ihtiyar yüzüydü. Yanıma yavaş yavaş yaklaştı. Yere doğru çömeldim. Diliyle elimi yaladı ve bana baktı. Kesinlikle yanılmıyordum , bu ihtiyar bir adamın yüzüydü. Bu yüz bana o zamanlar hiç bir şey ifade etmeyecekti. Ta ki bir gün Sakarya caddesinden İzmir Caddesine geçtiğim o köprüde ihtiyar ,bir baston satıcısıyla karşılaşana kadar.


Önder Güngör/ Ankara / 04 Aralık 2008

Yorumlar

  1. Okurken tasvirlerinizi çok beğendim.sanki ben gezintiye çıkmışım gibi.Çekmiş olduğunuz fotolarda motorsiklet olsun,doğayla ilgili fotolarınız olsun ve yol haritasını yerleştirmeniz yazınıza apayrı bir boyut kazandırmış.Birde güneşin devinimini yazınıza aktarımınızı beğendim.
    Acaba köpek ne yapacak diye de heyecanlandım :) ama yine karşımıza başrolde olan yaşlı adam ( melon şapkalı,takım elbiseli, kravatlı,baston şemsiyeli) çıktı.Hayatta böyle değil mi ilk defa karşılaştıklarımızla veya yeni bir ortama girdiğimizde ,önce insanın içinde korku,zarar verilme içgüdüsü,önyargılar oluşuyor.etrafındaki dedikodularda çabası.Halbu ki bizler önce kendimizi tanısaydık ne karşındakine kötü düşünceler ne önyargılar ne fevri hareketlere kapılmazdın.insanı kendi özgür iradenle tanısaydın farklı gözle görebilirsin.çoğumuzun yaptığı hata.Yazar burada korkusunu,önyargısını ,zarar verilme içgüdüsü nü kırınca birden herşey değişmeye başlıyor.ortamda ki herşey güzelleşiveriyor.bilemiyorum yorumum doğru mu? Kaleminize sağlık..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder