Bir arkadaşımla Bahçeli 7.Caddede buluşmak için sözleşmiştik. Saate baktım. Buluşmamıza daha bir saat vardı. Kendimi aç hissettiğim için etrafta pizzacı aradım. Vejeteryan olduğumdan dışarıdaki yemek seçeneğim oldukça azdır. Ömrüm boyunca "Ne yemek yersiniz?" sorusuna "Fark etmez. Ne olsa yerim." diyenlere imrenmişimdir. Oysa tüm menüde, benim için bir iki tane seçenek anca bulunur.
Garsona vejeteryan pizza siparişi verdikten sonra çantamın içindeki kitaplardan, "Tanrı ile Sohbet-1" i çıkardım. Bu ayki okuma kitabımdı. Nerede kaldığımı bulmak için sayfalara hızlıca göz gezdirdim. Kitap okurken kitap ayıracı hiç kullanmadığım gibi, kaldığım yeri işaretlemek için kitabın ucunu kıvırmam, arasına herhangi bir şey de koymam. Çünkü kaldığım yeri ararken sanki kitabın son bölümlerinin bir özetini okumuş gibi hissederim kendimi. Paragrafların ve sayfaların bir bölümünü okur, atlayarak diğer sayfalara geçer ve kaldığım yeri bulurum. Hatta, okuduğum bazı yerleri yeniden okuyunca, dikkat etmediğim anlamları keşfeder ve orayı yeniden okurum. İşte gözden kaçırdığım bir bölüm daha;
"Bilmek, yoğun şükran duygusunun olduğu yerde olur. Şükran, önceden teşekkür etmektir. İşte bu yaratıcılığın en büyük anahtarıdır; yaratılacak olan için önceden memnuniyet duymak, önceden bilmek. Bu, ustalığın göstergesidir. Tüm ustalar önceden bir şeyin olduğunu bilir.(Olmuş olarak görür.)"
Pizza ve bira benim için güzel ikilidir. Hesabı ödedikten sonra, geri kalan zamanımda da biraz yürümek iyi olur diye düşündüm. Bahçeli 7.Cadde' nin öğrenciliğimde güzel anıları olmasına rağmen, benim için popülerliği azalmış bir caddedir. Öğrenciliğimde, özellikle ılık yaz akşamlarında, gecenin geç saatlerine kadar burada yürüyebilirdiniz. Sanki o zamanlarda Sim'den aldığımız dondurmalar daha bir lezzetliydi. Cadde daha bir havalıydı. İnsanlar daha bir güzeldi. Ben daha bir heyecanlıydım.
Bu düşüncelerle yürürken küçük bir dükkanın vitrini gözüme ilişti. Diğer dükkanların arasına sıkışmış küçücük bir dükkandı. Pencereleri ve kapısı beyaz tahtaydı ve boyayla boyanmış, ancak yıpranmış ve boyası yer yer dökülmüş durumdaydı. Tabelası sökülmüş, camında da "Çok yakında kapanacak" yazıyordu. Dükkana yaklaşıp, camından, şaşkınlık ve tebessümle vitrindeki iki mandoline baktım. Birisi benim, diğeri de ikiz kardeşimin küçüklüğümüzde kullandığımız mandolinlerin aynısıydı. Tahta kapıyı zorlayarak açtım. İçerisi dışarıdan göründüğünden daha küçüktü. Köşedeki sandalyede bir bayan oturuyordu. Siyah saçlıydı, saçlarını her iki yandan örmüştü. Gözleri iriydi, siyah ve parlaktı. Benden yaşlı olduğunu tahmin ediyordum, ancak müthiş bir enerjisi vardı. Böyle aurası olan insanlara çok seyrek rastlardım. Ayağa kalkıp, bana doğru yaklaştı. O zaman bütün betimlemelerim ve düşüncelerim değişti. Ne yaşlıydı, ne gençti, ne güzeldi ne çirkindi...Muazzam bir çekiciliği vardı.
"Hoş geldin." dedi, doğrudan samimi bir hitap şekliyle. Ben ise temkinli bir şekilde,
"Hoş bulduk" dedim.
Dükkanın içi bomboştu. Sadece dışarıdan görünen iki mandolin dışında hiç bir şey yoktu. Gerçekten de çok yakında kapanacak izlenimi vardı.
"Vitrindeki mandolinlerin aynısından benim de var. Bakabilir miyim?" dedim.
"Tabii ki bakabilirsin. Onlar zaten senin." dedi.
Şaşkınlıkla kadına baktım. Benim mi? Ne demek o? Kadının dediğini çok da ciddiye almadım. İçimdeki soruları bastırarak küçükken benim mandolinimin aynısı olan mandolini elime aldım. Aynı benimki gibi Adil İmer yapımıydı. Aman allahım.. Bu mandolin gerçekten de benim mandolinim aynısı idi. Yıpranmış yerleri, rengi atmış tahtası, parmaklarımın kirlettiği nota yerleri, hatta üzerine sıkıştırılmış eski penası...Bu bu benim mandolinimin aynısıydı.
Kadına baktım. Gülümsüyordu.
"Dedim ya senin mandolinin." diye yineledi.
Şaşkınlıkla, "Ama bu benim" dedim." Nasıl buraya gelmiş?" Aklımdan mandolinimin evde nerede olduğunu bulmaya çalıştım. Daha bir hafta önce görmüştüm. Gardrobun üstünde duruyordu. Acaba eve hırsız mı girmişti? Onu çalıp buraya mı getirmişti? Ama eve hırsız girse haberimiz olurdu. Hem hırsız niye bir tek onu çalsındı ki? .Kadının sesiyle düşüncelerim uçup gitti.
"Tanrı ile sohbet ediyor musun?" dedi.
"Anlamadım" dedim. Aslında kadının ne dediğini gayet iyi duymuştum ama ne diyeceğimi bilemiyordum.
"Tanrı ile sohbet ediyor musun?" diye tekrarladı. Etkileyici bir ses tonu vardı. Ne dediğinden çok nasıl söylediğine, sesine, yüzüne, dudaklarına dikkat ediyordum.
"Hayır." dedim, ne söylediğimin farkında olmadan. Ömrüm boyunca birçok soru ile karşılaşmıştım. Entellektüel toplantılarda, yapmacık, laf olsun diye sorulan yada cevabının dinlenmeyeceğini bildiğim bir çok garip sorularla karşılaşmıştım Hatta ben bile bu tür saçma sapan sorular sormuştum. Ama ilk kez, biri bana tanrı ile sohbet edip etmediğimi sormuştu. Üstelik insanın üzerinde muhteşem bir etki bırakan bir kadın tarafından sorulmuştu bu soru. Birden aklıma az önce okuduğum kitap geldi. Adı bu değil miydi? "Tanrı İle Sohbet".
Soruyu yumuşak bir ses tonuyla tekrar kulaklarımda hissettim.
"Sohbet etmelisin bence." dedi.
"Bununla ilgili bir kitap okuyorum." diyebildim ancak. Garip olaylar içerisindeydim. Küçük bir dükkan, güçlü bir auraya sahip olan bir kadın, elimde buraya nasıl geldiğini bilmediğim kendi mandolinim ve tuhaf sorular.
"Demek bununla ilgili bir kitap okuyorsun. Çantanda taşıdığın tanrı ile sohbet etmenin kitabını yani."
Çantamdaki kitabı nerden biliyordu? Mutlaka kafede okurken görmüştür diye düşündüm.
Kadın devam etti.
"Tanrı ile sohbet etmenin kitabını okumak yerine tanrı ile sohbet etmelisin." dedi. Kapıyı açıp dışarı çıkmamı işaret etti.
Elimdeki mandolini aldığım yere bırakıp verilen emre itaat ettim. Sanki hipnotize olmuş gibiydim.
Aklım karışık, neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu bilemeden dışarı çıktım. Kalabalık bir otobüsten durakta inmiş gibi hızlı adımlarla uzaklaştım. Ama niye gidiyordum ki? Daha içeride kalıp, mandolinimin oraya nasıl geldiğini soramadım. Hem çantamdaki kitabı nasıl biliyordu? Üstelik tanrıyla sohbet et ne demekti? O kadın kimdi? Hızla geri dönüp dükkana doğru yürüdüm. Ama dükkan arkamda yoktu. Ne kadar hızlı yürüdüysem, çoktan mesafeleri aşıp gitmişim. Biraz daha yürüdüm ama dükkanı bulamadım. Defalarca 7.Caddeyi dolaştım ne öyle bir dükkan vardı ne de o dükkan hakkında bilgisi olan biri.
Önder Güngör / Ankara / 08 Kasım 2015
Tanrı ile sohbet etmelisin ! Ne kadar güzel bir ifade.bence bilincin açılması ve aura nın yoğunlaşmasını sağlıyor.bu sayede memnuniyet duygun (1 sevgi 2minnettarlık) 'la hayata farklı bir gözle bakmaya başlıyorsun.başına gelen kötü olaylar ,hazmedemediğin şeyler,pişmanlıklarin,keşkelerini bir yana bırakıp yaşamı olduğu gibi kabul edebilirsin diye düşündüm.Tanrıyı kendinde bulman yani bütünleşmiş gibi hissetmen.kitap aydınlanmadır uygulamaya geçmen farklı bir boyuttur.teşekkürler
YanıtlaSil