Becoming Is Better Than Being.
60’lı yılların meşhur bir deyişidir. Son zamanlarda yeniden
konuşulmaya başlandı.
Olmak olmaktan daha iyidir.
Oluş olmaktan iyidir.
Dönüşmek olmaktan iyidir.
"Bir şey haline gelmek, o şey
olmaktan iyidir"
gibi tercümeleri var.
Ne denilmek isteniyor. Herkes bir şekilde açıklıyor, ben de
kendimce birkaç örnekle açıklamaya çalışayım.
60’ lı yaşlarınızdasınız. Yolda yürürken bir arkadaşınızla
karşılaşıyorsunuz. Elinizde ne taşıdığınızı soruyor. Keman diye kısaca cevap
verip, yolunuza gitmek istiyorsunuz. “Çocuklara mı aldın diye soruyor?” Kısık
bir sesle “Hayır kendime aldım.” diyorsunuz. Arkadaşınızın suratında hafif bir
sırıtış. “ Yahu bu yaştan sonra…” diye başlayan bir söz. Zaten siz konuşmanın
bu şekilde gelişeceğini biliyorsunuz. Eve geliyorsunuz. Eşiniz kapıyı açıyor. ”Bu
ne?” diye soruyor. Ayakkabılarınızı çıkarırken başınızı hiç kaldırmadan.
“Keman” diye fısıldıyorsunuz. “Ne yapacaksın kemanı?” diyor. “Çalacağım”
diyorsunuz. Eşiniz, ”Tövbe tövbe, bu yaşta mı?”
İllustratör'de yaptığım çalışmalardan biri. |
Sabit bir düşünce sürekli sizi frenliyor. Bu iş için geç
kaldığınızı yüzünüze çarpıyor. Öğrenmenizin zor olacağını söylüyor. Öğrenip de
ne yapacaksın beste mi yapacaksın, barda mı çalacaksın diye dalga geçiliyor.
Başka bir örnek.
Çocuğunuzu baleye yazdırıyorsunuz. İlk derslerde çocuk diğer
çocuklardan farklı. Hareketleri daha zor yapıyor. Üstelik tam da gösterildiği
gibi yapamıyor. Bazı çocuklar doğuştan yetenekli gibi. Ancak deneyimli bir hoca
size moralinizi bozmamanızı söylüyor. Bu işin yüzde doksanı çalışma yüzde onu
yetenek diyor. Ancak siz birçok yerde ve hemen hemen tüm konuşmalarınızda
çocuğunuzun bu konuda yeteneksiz olduğunu söylüyorsunuz. Sınırlı düşünce
kalıbınıza çocuğu da dahil ediyorsunuz. Çocuğunuz gün ve gün, olduğu durumda,
olmaktan öteye gidemiyor. Halbuki hoca ne demişti. Yüzde doksanı çalışmaya
bağlı dememiş miydi? Siz ise çocuğu yeteneksiz olduğuna inandırdınız ve çocuk
dar zihinsel kalıbı ile bu önermenizi kabul etti. Hatta bu kabulleniş sadece
bale ile sınırlı kalmayacak.
Buradan bir çıkarım elde ediyoruz. Sabit zihniyetli kişiler,
kişiliğin ve özelliklerin gerçekten değişemeyeceğine inanırlar. Bu bizim gibi
toplumların en belirgin özellikleridir. Biz de bu konuda kalıplaşmış sözler
bulunur.
Ağaç yaşken eğilir.
Yedisinde neyse yetmişinde de odur.
Gelişen zihniyete sahip olan insanlar ise, kişiliklerin ve
özelliklerin sıkı bir çalışmayla zamanla değişeceğine inanırlar.
Genel bir özet geçtikten sonra son zamanların meşhur bu “Becoming
Is Better Than Being.” tartışmasına ben de farklı bir şekilde katılmak
istiyorum.
Aşağıdaki resim elinizin anatomisi. Elin iç ve dış kısmında
kaslar bulunur. İçtekilere fleksör kaslar dıştakilere extansör kaslar denir.
Parmakları ve eli fleksiyona ve extasnyiona yani içe ve dışa hareket ettirmeye yararlar. El ve parmağın
kemikleri vardır. Damar ve sinir yapısı vardır. Bu yapı hemen hemen tüm
insanlarda aynıdır.
Gelelim hikayemize;
Çok ünlü bir ressam sergi açar. Sergi tıklım tıklım. Ressam
ziyaretçilerle salonun bir köşesinde sohbet ediyor.
Küçük bir kız sergiyi geziyor. Bir tablonun önünde duruyor. Sohbet
halindeki ressam göz ucuyla çocuğu fark ediyor ve sohbetine devam ediyor.
Aradan saatler geçiyor ve ressam çocuğun hiç kımıldamadan aynı tabloyu
incelediğini fark ediyor, yanındakilerden izin isteyip, çocuğun yanına gidiyor.
Birlikte resme bakıyorlar.
İllüstrator denemelerimden |
Ressam,
“Resmi beğendiniz mi küçük hanım?” diye soruyor.
Çocuk başını çevirmeden,
“Evet çok beğendim.” diyor.
“Saatlerdir bu resme bakıyorsunuz.”
Tabloda kocaman bir at resmi var.
“Evet.” Diyor küçük kız ve devam ediyor. “Atı harika çizmiş.
Onu inceliyorum. Muhteşem.”
Ressam kız çocuğuna bakarak,
“İstersen sen de aynısını çizebilirsin.” diyor.
“Hayır çizemem.”
“Neden”
“Çünkü yeteneğim yok.”
“Bunu nereden biliyorsun?”
“Çünkü, geçenlerde bir at resmi çizmeyi denedim, masaya
benzedi.” diyerek gülümsüyor çocuk.
Ressam,
“İyi bir başlangıç.” diyor ve kısa bir sessizlikten sonra devam
ediyor. “Kaç kere at resmi çizmeyi denedin?”
Çocuk ilk kez gözünü tablodan ayırarak ressama bakıyor ve,
“İki ya da üç kez.” diyor.
Ressam dizini yere koyup küçük kızla göz göze geldikten
sonra,
“Bak küçük kız. Bu tablonun ressamı benim. Bu atı çizmek için
binlerce kez at resmi çizdim. (Gülerek)Hatta ilk baştakiler masaya benziyordu. Bu
tablodaki at ise en son denemem.” diyor ve ekliyor. “Daha çok at çizmelisin. Defalarca.
Her atın diğer attan daha güzel olacak.”
Hikaye burada bitiyor.
Gelelim anatomiye. İyi resim çizen bir arkadaşınız var ise
ellerinizi yan yana getirin. Hiçbir kasınız arkadaşınızın kasından farklı
değil. Her ikinizin de elindeki kas
sayısı, kemik sayısı tamamen aynı. Yani iyi bir resim çizmek elin anatomisi ile
ilgili değil. Daha düzgün bir cümle kurmak gerekirse, “El becerisi” değil.
İyi gitar çalan bir arkadaşınızdan bahsedelim. Penayı tutan
el ile akorlara basan parmaklar sizin elinizle ve parmaklarınızla aynı. Yani bu
kişiler doğuştan yetenekli değil.
Sanatçılar ve zanaatkarların yaptıkları her şey sıkı bir
çalışmanın ve iyi bir öğrenmenin eseridir.
İtirazlarınızı duyuyor gibiyim. 3-4 yaşlarında resim yapan,
müzik aleti çalan, yüzen, spor yapan ve hatta satranç oynayan çocukların
hikayeleri var diyorsunuz. Onlar doğuştan yetenekliler, kimse küçük yaşlarda bu
işleri bu kadar iyi yapamaz diyorsunuz.
Ayna nöronlar
O zaman size biraz ayna nöronlardan bahsedeyim.
1990’lı yıllarda Parma Üniversitesinde görevli nörologlar insan
beyninde ayna nöronlar olarak adlandırdıkları nöronları buldular. Dr. Giacomo
Rizzolatti ve beraberindeki çalışma arkadaşları maymunlar üzerinde deney yaparken
bir maymunun yaptığı eylem sırasında diğer maymunun aynı eylemi yapmamasına
rağmen aynı nöronların sanki eylemi yapıyormuş gibi tepki verdiğini keşfettiler.
Bu nöronların keşfi, insanlarda da bu tür nöronların olabileceği tezini doğurdu.
Psikoloji, etoloji, sosyoloji ve felsefe alanlarda önemli etki yarattı.
Öğrenme, taklit, taklit öğrenme, empati ve buna benzer kavramların farklı
boyutlarda tartışılmasına yol açtı.
Ben burada öğrenme ya da taklit öğrenmeden bahsedeceğim.
Bir insanı izleyerek onun yaptığı işi daha kolay ve hızlı bir
şekilde öğrenebiliriz. Ayna nöronların varlığı bu süreci hızlandırmaktadır.
Birkaç yıl önce okuduğum bir kitapta da bu konuyla ilgili bir
bölüm vardı.
“Eğer bir konuda kabiliyetimizi geliştirmek istiyorsak, yapmamız
gereken tek şey, başkalarının bu konudaki becerilerini dikkatle izleyerek,
edindiğimiz bilgileri kendi tecrübe dünyamıza aktarmaktır.” Pierre
Franckh/Rezonans Kanunu
Nereden geldik bu ayna nöronlara diyeceksiniz. Çocukluk
çağında annesinin resim yapmasını, babasının gitar çalmasını ya da buna benzer
herhangi bir eylemi izleyen çocuklar, ileriki yaşlarında, bu konularda diğer
çocuklardan daha hızlı ve daha iyi öğrenmesinin nedenlerinden birinin bu tür
bir öğrenme olduğunu düşünmekteyim. Yani bir kişinin, bir resmi sizden daha iyi
yapıyor olması ya da bir müzik aletini çalmayı sizden daha hızlı öğrenmesinin
arkasında yatan nedenlerden biri bu ayna nöronlar olabilir.
Bu aralar ben de ayna nöronlardan faydalanmaya başladım.
Vektörel çizim öğrenmek için youtubedaki videoları izliyorum. İlk başta sadece
izliyorum. Olayı tamamen zihnime kaydetmeye çalışıyorum. Sonra da videoyu kapatıp,
çizime başlıyorum.
Sağlıkla, mutluluk ve şans diliyorum.
Önder Güngör/Ankara 13.01.2021
Yorumlar
Yorum Gönder