Sabah erken saatte arabaya bindin işe gideceksin. Yol yarım saat. Bluetooth bağlantısı tamam, şarkı listeni açtın, bastın gaza.
Yarım saat sonra iş yerine geldin. Arabayı park ederken ben nasıl geldim ya yolu hiç hatırlamıyorum dediğin oldu mu hiç?
Olmuştur.
Benim çok oldu. Deserebre halde yaşıyorum çoğu zaman. Konfüze.
Ama bunu bana yapan birisi var. Nerden mi biliyorum? Çünkü onu defalarca suç üstü yakaladım.
O benim içimdeki/beynimdeki küçük adam. Yooo büyük adam. Ya da öyle birisi. Sürekli benimle konuşuyor. Aslında seninle de konuşuyor. Sen de onu defalarca suç üstü yakalamışsındır. Kim mi bu? Kimleri ego diyor kimileri iç ses diyor. Aslında o bir metafor. Kimi zaman öğüt veren, kimi zaman sorgulayan, kimi zaman da hayal kurduran bir figür.
Onu susturmanın yolu yok. O asla yok olmaz. Ama onu dizginleyebilirsin. Eğitebilirsin. Eğer onun nasıl biri olduğunu öğrenirsen bu dediklerimi yapabilirsin. Ben bazen başarabiliyorum bunu.
Onun nasıl biri olduğu hakkında sana bilgi vereyim.
Sabah arabaya binmiştin ya oradan başlayalım. Müziği açtığın andan.
Çalan şarkı sana hüzünlü geldi. Biraz neşelenmek için müziği değiştirdin.
Sıla' nın şarkısı çalıyor.
Hadi kalk gidelim hemen şu anda
Şarkıyı duyunca bu hafta sonu Cuma' dan izin alıp tatile gideyim diye aklından geçirdin. Küçük adam hemen olaya müdahil oldu. Sana bir önerme gönderdi. Gönderdiği önerme "İş yerinden izin alamazsın." Sen zihninde hemen iş yerinden nasıl izin alacağını düşünmeye başladın. Aklından deli bir soru geçiyor. "Ya izin vermezlerse."
İzin işinde kendini ikna ediyorsun. Bu sefer arabayla gitsem daha iyi olur diye düşünüyorsun. Küçük adam yine devreye giriyor. "Arabayla tek başına nasıl gideceksin. Yorulursun, uykun gelir, yollar kalabalık olur." diye bir sürü önermeyi zihnine yolluyor. Başlıyorsun bu olasılıkları sıradan geçirmeye. En sonunda her şeye rağmen arabayla gitmeye karar veriyorsun. Ama içindeki o küçük adam susmuyor. Seni bu tatilden vazgeçirecek. "3 günlüğüne o kadar para verilir mi?" diye başka bir önerme gönderiyor sana. Sen onunla baş ederken başkaları, başkaları, ve bir başka önerme daha zihnini meşgul ediyor.
Sonra işe geldiğinde, o yarım saati nasıl geçirdiğini hatırlamıyorsun. Halbuki bir çok kırmızı ışıkta durdun, soldan seni sıkıştıran arabaya yol verdin, önünde yavaş giden arabayı sollayıp öne geçtin ve daha bir çok şeyi farkında olmadan yaptın ve işe geldin. Evet az önce kilit cümleyi kullandım.
FARKINDA OLMADAN!
Bingo!
İşte içindeki o küçük adamı nasıl dizginleyip, eğitebileceğinin yanıtı.
FARKINDALIK!
Onu susturmayacaksın. Çünkü o susmaz. Ama onu fark edeceksin. Suç üstü yakalayacaksın.
Onu fark ettiğinde, o suçlu gibi başını eğip, kenara çekilecektir.
Ya da onu eğiteceksin. Ancak bunun için önce kendini eğitmen gerekecek. Çünkü o senin küçük bir yansıman. Sen olumsuz bir kişiliksen o da olumsuz önermeler sunar, sen olumlu bir kişiliksen onun önermeleri de olumlu olur.
Kabak yine senin başına patladı.
Önder Güngör / Ankara / 16 Kasım 2025
Küçük bir alıntı,
"Bazen yaşananları düşündükçe uyku uyuyamaz ya da çok uyur, yemek yiyemez ya da çok yer, kabuslar görebilir, vücudumuzda hayali ağrılar yaratabiliriz. Aslında tüm bunlar orijinal korku yaratan olguyla bağlantımızı tamamlamak ve özgürleşmek içindir. Kabuslar bu deneyimden öğrenmemiz gereken ve kaçırdığımız bazı verileri bize sunmak içindir. Kabusları bilinçlice aşmak için uyanık halde olayı hayalimizde yeniden yaşamak gerekir. Bilinçle yaşanan bir olaya bilinçaltı artık müdahale etmez."
Nil Gün/İçimizdeki Şaman kitabından
Her zaman yaptığımız gibi Tinto Blanco'da çocuklara yemek yedirdim. Yemek sırasında kafedeki barkovizyonda Joan Baez ile Mercedes Sosa, Gracias A La Vida 'yı birlikte söylüyorlardı. Harika bir videoydu. Hemen alta videoyu ekledim.
Fotoğraf: Martial Trezzini/EPA/Shutterstock
"Ankara’da Murat Karayalçın belediye başkanı... (1989) Ankara Hipodromu’nda konseri var. Tam üniversite sınavlarının bittiği günün akşamı. 50 bin genç Hipodrom alanını doldurmuş. Finale doğru herkes ayakta! Gençler sarmaş dolaş dans ediyor. “Gracias a la Vida” şarkısını finalde beş kez tekrarlatıyorlar.. “Gençler birbirlerinden ayrılsın istemedim” diyor, bir daha söylüyor. Bir de polislere rica ediyor, “Kasklarınız çok parlıyor, acaba çıkarabilir misiniz” diye. Ve evet, evet çıkarıyorlar. Hepimiz polisleri alkışlıyoruz!"
Yıllar önce size Rüya Satan Adam (Rüya Taciri) filmi için kısa bir not yazmıştım. Burada.
Hatta film için, bizim Mandıra Filozofu bundan bir tık daha iyi demiştim. Geçenlerde Mandıra Filozofu ' nu bir kez daha izledim. Aslında hepimiz Mandıra Filozofu' yuz.😀 Dilimizden güzel kelimeler akıyor ama sadece dilimizden. Sorsan; herkes Mustafa Ali gibi konuşur. Ama yaşamaya gelince...
Mustafa Ali' nin sahnesi;
"Modern hayat insana kurnaz olmayı öğretiyor." diyerek başlıyor.
"Ferhat dağları delmek yerine buldozerle geçseydi, Mecnun, Leyla' nın aşkıyla çölde kavrulurken klimalı ciplerle gezseydi aşkları efsane olur muydu?" diye devam ediyor.
50 yaş üstünde olan bizler bile "Eskiden sevdiğimiz kızın yanından geçerken yüzümüz kızarırdı. O zaman her şey daha masumdu." demiyor muyuz? Sevdiğimiz kızı görmek için günde elli kere evinin önünden geçmez miydik? Ya da gizlice, hiç kimseye belli etmeden masumca takip etmez miydik peşinden? Utangaç bakışlar atmaz mıydık sınıftaki sıraların üstünden?
Şimdi demiyor muyuz gençler için, "Ellerinde telefon "Like' la beni amk" diye sevgiliye mesaj atmalar. Küfürlü yazışmalar." yapıyorlar diye.
Sahi şimdilerde şiir okuyan ya da şarkı sözlerini anlamıyla dinleyen genç kaldı mı?
Yoksa biz miydik son Mecnun, son Ferhat, son Leyla...
Şu güzel dizeleri kimin yazdığını bilen genç kaldı mı günümüzde?
Ya da sevgilisi için aşağıdaki duyguları hisseden.
“Ağzım kuruyor, dilim dönmüyor, Anlatamıyorum.” Orhan Veli
Filmde en sevdiğim sözlerden biri de "İnsan sesini değil sözünü yükseltmeli. Çünkü yaprakları yeşerten gök gürültüsü değil yağmurdur."
Ve Mustafa Ali, Bukowski ile devam ediyor mesajlarına,
"En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecekmiş gibi sevenlerdir."
Cahit, tekneden koya gelip, Mustafa Ali' ye "Buranın sahibi kim?" diye sorduğunda Mustafa Ali' nin "Ben kiracıyım?"
"Peki sahibi kim?"
"Kimilerine göre Allah, kimlerine göre Tanrı" dediği bölümde, daha önce blogumda alıntıladığım bir hikaye aklıma geldi.
Hayatın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gider. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu görür... Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını görür ve merakla sorar:
"Neden hiç eşyanız yok?" der. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz... Onlar nerede?"
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sorar gezgin gence;
"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" der. "Peki, senin eşyaların nerede?"
Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtlar bu soruyu:
"Ama görüyorsunuz.... Ben yolcuyum."
Bilge:
"Ben de öyle, yavrum" der...
Filmde çok manidar bir replik daha var.
"Yani bu ülkedeki tüm tavuk çiftliklerini satın alacak kadar paranız var, ama tek bir yumurta bile yiyemiyorsunuz, öyle mi?"
Sonra da filmi izleyen herkesin kafasında yaptığı "Ömrünün geri kalanında yaşayacağı yaz tatili sayısı hesabı."
Herhalde herkes bu hesabı sessizce içinden yapmıştır.
Bir replik daha:
"Bu bir Iphone 5 mi?" (Filmin ne zaman çekildiğini buradan anlayabiliriz.😉😌)
"Evet"
"Hayatınızda daha kaç tane Iphone görebileceksiniz Bay Cavit? Hatta onu tasarlayan Steve Jobs bile sadece dördünü görebilmişti."
Tatil ve Iphone hesapları Cavit' in yüzünü değiştirir. Ve Cavit yüzmeye karar verir.😥
Benden bu kadar gerisi sizden.
Önder Güngör / Ankara / 10.11.2025
Bir arkadaşımla Bahçeli 7.Caddede buluşmak için sözleşmiştik. Saate baktım. Buluşmamıza daha bir saat vardı. Kendimi aç hissettiğim için etrafta pizzacı aradım. Vejetaryen olduğumdan dışarıdaki yemek seçeneğim oldukça azdır. Ömrüm boyunca "Ne yemek yersiniz?" sorusuna "Fark etmez. Ne olsa yerim." diyenlere imrenmişimdir. Oysa tüm menüde, benim için bir iki tane seçenek anca bulunur.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıftaydım. 1991 yılının baharıydı. Bahçede sırtüstü çimenlerin üzerine uzanmış, yukarıdaki ağacın yapraklarını sayıyordum. Bir, iki, üç…
Youtube videoları vazgeçilmezim.
Nasıl ki antik dönemlerde İskenderiye Kütüphanesi, Pergamon Kütüphanesi, Beyt' ül Hikme o dönemlerin en büyük bilgi merkezleri ise internetin en büyük kütüphanesi de benim için Youtube' dur.
Hatırlayanlarınız vardır. Eskiden salon vitrinlerinin içinde ciltler halinde Meydan Larousse ansiklopedilerimiz olurdu. Bayağı da pahalı satılırlardı. Ben çoğu zaman rastgele bir cildi seçer sonra da yine rastgele açtığım sayfaları okumayı çok severdim.
Bir de milliyet çocuk dergisi alırdım. Onun orta sayfalarından bir kaç sayfayı telleri ayırarak çıkarır biriktirirdim. Bunlar da mini ansiklopedi olurlardı benim için. Ama bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Biriktirme oku demişti. O yüzden ilgim olsun olmasın her bilgiyi okur öyle arşivlerdim. Sonradan faydasını çok gördüm.
Neyse... Dönelim yazımın başlığına.
Bu aralar Tolga Yalçın' ı çok izliyorum. Yaşa Bu Hayatı Youtube Kanalı.
Tolga' yı izlediklerimden tanıyorum. Çok naif, akıllı, bilgi dolu bir arkadaş.
Kanalından birkaç videoyu aşağıya bırakıyorum.
Cicero: "Bu gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur" demiş.
İngilizlerin meşhur bir deyimi vardır. "Nothing new under the sun"
İçime oturmuş İNEKle konuşuyorum. "Kalk!" diyorum ama dinlemiyor.
"Oturacaaaam" diyor.
İçeceğim iki biranın birine göz dikti. Aslında en sevmediğim şey de iç sıkıntısı yaşadığım günlerde içmek. İçmem için bahaneler gerek bana. Güzel bahaneler. Mesela hafta sonu olmalı. Bedenim denize elli metreden daha yakın bir yerde olmalı. Güzel bir müzik olmalı güzel bir ses söylemeli, kulağıma çıplak gelmeli. Henüz güneş daha batmamış olmalı. Masa uzun olmalı ama sevdiğim arkadaşlar yakınımda oturmalı. Patlıcan kızartması olmalı üzerinde domates sosu dökülmüş olmalı.
Meli malı. Ama asıl "Rakı" olmalı.
Çünkü birayı meşrubattan sayarım.
Bir bira içtikten sonra telefon çalıyor. Arkadaşım diyor ki bara gidelim.
İçime inek oturmuş gelemem diyorum.
Ne ineği olum manyak mısın sen diyor. İnsanın içine öküz oturur inek oturmaz diyor.
Olum erkeklerin içine öküz oturmaz inek oturur diyorum.
Her neyse ben onu bir .......... oturacak yer bulamaz diyor. Hazırlan hadi diyor.
Barda Barış Manço' nun "Can bedenden çıkmayınca." şarkısını dinliyorum. En sevdiğim dizesi geliyor.
Masaya bir arkadaş geliyor. Yoktun abi uzun zamandır diyor.
İnekten mütevellit diyorum
Ne ineği abi diyor.
Boş ver diyorum.
Yanımdaki arkadaşıma bakıyor.
O da başıyla beni işaret edip, artık öküzlerle ineklerle arkadaşlık yapıyor diyor.
Ne diyor bunlar yahu diye içinden geçirdiğini düşündüren bir bakış atıyor yüzlerimize. Neyse abi deyip kalkıyor, tam gidecekken geri dönüp masaya yeniden oturuyor.
Yüzüme bakıp. Abi nefes alacaksın diyor. Dörde kadar sayarak ALLLL sekize kadar ayarak VERRR diyor. Bunu on beş dakika yap diyor. Sonra kalkıp gidiyor.
Başlıyorum nefes almaya. Yanımdaki arkadaşım yüzüme bakıp, dudaklarını bükerek başını bir oyana bir buyana sallıyor. Masadaki yarısı dolu bira şişelerini yandaki boş masaya koyuyor ve eliyle işaret ettiği çocuğa meşe fıçısında damıtılmış olan içecekten getirmesini söylüyor.
Birer bardak doldurduktan sonra dikiyoruz kafaya.
Sahneden kulağımıza bir şarkı ezgisi geliyor.
Arkadaşım yüzüme bakıyor. İnekten bir haber var mı? diyor. Bilmiyorum sanki kalkıp gidecek gibi diyorum.
Birer kadeh daha döküyoruz kafamıza, içimizdeki ateş olmadan yanan sıcaklığımıza akıyor içecek.
Masadaki telefonumun ekranı uyanıyor. Elime alıyorum. Gelen mesajları okumadan sola doğru kaydırıp bildirim ekranından siliyorum. Birden aklıma telefonuma aldığım notlar geliyor.
Bir ara sayfalarını karıştırırken ilginç olan bölümlerini kaydettiğim, Norman Doidge' nin Beynin Şifa Bulma Gücü adlı kitabından aldığım bir notu görüyorum.
Beynin plastik olduğunu ortaya koyan, benim nöroplastisite uzmanları olarak adlandırdığım bilim insanları değişmez beyin doktrinini çürüttüler. İlk kez canlı beynin mikroskobik aktivitelerini gözlemlemelerini sağlayan araçlara sahip olan bu uzmanlar, beynin çalıştıkça değiştiğini ortaya koydular. Öğrenme süreci devam ettikçe sinir hücreleri arasındaki bağlantıların arttığını ortaya koyan kişiye 2000 yılında fizyoloji ya da tıp alanında Nobel Ödülü verildi. Bu keşfi yapan Eric Kandel adlı bilim insanı, aynı zamanda öğrenmenin nöral yapıyı değiştiren genleri "aktive ettiğini" gösterdi. Daha sonra zihinsel aktivitenin yalnızca beynin ürünü olmadığını, aynı zamanda beyni şekillendiren etken olduğunu ortaya koyan yüzlerce çalışma yapıldı. Nöroplastisite beyne modern tıpta ve insan hayatında hak ettiği yeri geri kazandırdı.
Bu kafayla şimdi bu notları nasıl okuyayım diye düşünüyorum. Başka bir nota göz atıyorum.
"Kimse olmasa dahi hayatında sen varsın!" Doğan Cüceloğlu, ,
Bir de yanında bir link var. Linke tıklıyorum. Sahneden gelen müziğin sesine rağmen dinliyorum.
Dün gece yine saat iki buçukta Beat Taurus' tan çıktım.
Düğmeye bastım. Taksi geldi.
Yolu tarif ettim. Başımı cama koyup, çiseleyen yağmurda yolda yansıyan ışıklara bakmaya başladım.
Kanımda Kızılderili' lerin ateş suyu dedikleri içecekten vardı. Hem de bir hayli.
O yüzden konuşacak halim yoktu. Taksici arkadaş gençten biriydi. O da sohbeti sevmiyordu herhalde. İyi oldu diye geçirdim içimden.
15 dakika sonra evin önüne geldik.
Aynadaki taksimetreye baktım. 480 TL tuttu. Taksici arkadaş aynaya bakınca göz göze geldik.
"Abi 480 TL tuttu ama senden 1.000 TL alacam." dedi.
Az önce gözümü ayırdığım aynaya yeniden baktım. Yine göz göze geldik.
"1.000 TL alacam abi." dedi.
Sonra devam etti.
"Şaka şaka 480 TL abi. Ama nasıl da şaşırdın demi." dedi yüzündeki gülümsemeyle.
Hiç ses çıkarmadım.
Ellerimi montumun ceplerinde gezdirdim. Biraz doğrulup, pantolonum ceplerini de iki elimle üstten yokladım.
"Offff. Cüzdanım barda kalmış" dedim.
"Hadi yaaa." dedi. "Napalım abi? Döneyim mi?" dedi.
"Şaka şaka." deyip. Cebimden çıkardığım kartı uzattım.
Önder Güngör / Ankara / 16.10.2025
Beat' ten çıktım.
Yine gecenin 3 ünde bindim taksiye.
Kanımda arpa, buğday, çavdar veya mısırdan damıtılarak yapılan ve meşe fıçılarda dinlendirilerek olgunlaştırılan bir tür damıtılmış içecek var. Seviyorum bu içeceği. Akşam yemeğinden sonra içimi rahatlatıyor. 😊
Taksici abi benden daha yaşlı. Genelde çok az oluyor böyle.
"Gecen nasıl geçti?" diye soruyor.
"İyiydi." diye kısaca yanıtlıyorum.
Devam ediyor abi. 45 yıldır taksicilik yapıyormuş.
"Eh emekli olmuşsundur artık. Hem çocukları da büyütmüşsündür. Biraz da keyfine yapıyorsundur gecenin bu saatinde bu işi." diye soruyorum.
"İhtiyacım yok ama keyiften yapmıyorum." diyor.
Devam ediyor. "Benim panik atağım var" diyor.
"Sendeki en belirgin belirtisi ne?" diye soruyorum.
"Duramıyorum hiçbir yerde. Köye gittim orada da duramadım. Evde de duramıyorum. Duramıyorum işte. En iyisi taksi." diyor.
Önder Güngör / 11 Ekim 2025 / Ankara
.
Bu sabah koltuğa uzanmış TV' deki youtube videolarını izliyordum.
Yanımdaki sehpanın üzerinde duran Kobo' ya uzandım.
Dün akşam okuduğum kitabı bitirmiştim. Yeni bir kitap seçtim.
İlk sayfayı aşağıya bırakıyorum.
D İN L E N M E K
Ormanda yaşayan hayvanlar yaralandıklarında istirahate çekilirler. Olabildiğince ıssız bir yer bulup, orada günlerce hareket etmeden dururlar. Bedenlerinin en iyi bu şekilde iyileşeceğini bilirler de ondan. Bu süre boyunca bir şey yemeyip içmeseler bile olur. İyileşmek için durup dinlenmek hayvanlarda hâlâ yaşayan bir beceriyken biz insanlar bu dinlenme yetimizi kaybettik.
THICH NHAT HANH
Clara devam etmeden önce derin bir soluk aldı. "Duygular solukla doğrudan bağlantılı olduğu için," dedi, "kendimizi sakinleştirmenin iyi bir yolu soluğumuzu düzenlemektir. Örneğin, aldığımız her bir soluğu bilerek uzatmak yoluyla daha fazla enerji alacak biçimde kendimizi eğitebiliriz."
Clara ayağa kalktı ve onun gölgesini dikkatle izlememi istedi. Gölgesinin tümüyle durgun olduğunu fark ettim. Sonra bana ayağa kalkıp kendi gölgeme bakmamı söyledi. ağaçların rüzgar yapraklara dokunduğu zamanki gölgelerindeki gibi hafif bir titremeyi fark ettim."Niye gölgem titriyor?" diye sordum. "Tümüyle hareketsiz durduğumu sanıyordum."
Clara, "Gölgen titriyor çünkü içinde duygu rüzgarları esiyor." diye yanıtladı. "Özetlemeye ilk başladığından daha sakinsin, ama içinde hala kalmış olan büyük bir dalgalanma var."
Bana sağ bacağımı dizim kırık olarak kaldırarak sol ayağımın üstünde durmamı söyledi. Dengemi sağlamaya çalışırken sallandım. Onun tek ayağı üzerinde iki ayağıyla durduğu kadar kolay durmasına ve gölgesinin tümüyle hareketsiz olmasına hayret ettim.
Clara ayağını yere koyup diğerini kaldırarak "Dengeni korumakta zorlanıyor gibi görünüyorsun," dedi "Bu düşüncelerinin ve duygularının, ne de soluğunun rahat olmadığı anlamına geliyor."
Büyü Geçişleri / Taisha Abelar

















